Komünistlerin önemle üzerinde durması ve doğru bir temel üzerinden yükselmesi gereken bir mesele de şudur; materyalist-diyalektik, toplumlar tarihini ele almada ‘toplumlar mutlak dört aşamadan geçerek’ sosyalizme varabilir şeklinde sosyalizm öncesi kapitalist bir toplumu savunmayı ve ona götürmeyi salık veren yanlış ve hatalı anlayışlar mevcuttur
MKP 3. Kongre kararlarının kavranması temelinde, yazı dizimiz devam etmektedir. Bu yazımızda demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm anlayışımız üzerine son derece önemli ve temel bir konuya ilişkin yaklaşımımızı açıklamaya çalışacağız.
Bilindiği gibi komünizm ve bu düzlemdeki demokratik halk devrimi ve sosyalizm mücadelesinin rehber ideolojisi, teorisi ve bilimi, toplumsal pratiklerden asla kopuk değildir. Maddi temeli olmadan hiçbir şey subjektif bir iradeyle yaratılamaz. İnsanlar, tarihi “ben (b)öyle istiyorum” diye yazamaz. Bu noktada maddi gerçekliklerden hareket etmek zorundayız. Sosyalizm ve komünizm için maddi temel, bizzat burjuva toplumlarının gerçeğidir. Bu maddi temel olmasaydı sosyalizm için mücadeleden bahsedilemezdi. Aynı zamanda maddi temel kendiliğinden ve kaçınılmaz olarak sosyalizme ve komünizme götürmez. Burada önderliğin rolünü yadsıyan evrimci burjuva liberalizmine de karşı olduğumuzu vurgulayalım. Komünist çizgi ve komünist partinin tayin edici önderlik rolünün gerekli ve zorunluluğunun altını bir kez daha çiziyoruz. Sınıflar mücadelesi gerçekliğinde kendiliğinden devrim, sosyalizm ve komünizm gerçekleşmeyecek aksine devrimci hünerle sınıf mücadelesine iradi müdahale sonucu yön verilerek devrim, sosyalizm ve komünizme doğru ilerlenebilecek ve zaferler elde edilebilecektir. Kendiliğindenci, sözde komünizm, proletarya devrimlerini yadsıyan bir burjuva yönelimidir. Sosyalizm ve komünizmin maddi temelini bugünkü burjuva toplum gerçekliği içerisinde görmeyen, sanki ona dışarıdan dayatılmış bir projeymiş gibi ele alan sübjektif iradeci idealizm de aynı şekilde burjuvadır, metafiziktir.
İktidarı elbette gerekli olan komünist ideolojik -politik bir önderlikte birleşmiş olan başta proletarya olmak üzere halk kitlelerinin icra etmesiyle sağlayacağız. Zorunlulukları onları fethederek devrimci temelde dönüştürme meselesi olarak görüyoruz.
İlk olarak ifade edelim ki sosyalist iktidarda, söz-yetki-karar-yürütme mekanizmaları olarak doğrudan proletarya ve emekçilerin olacaktır. Komün, Sovyetler, Halk Konseyleri ve Halk Komünleri şeklinde doğrudan kitlelerin olacaktır.
Proletarya ve emekçilerin yerine komünist partinin ikame edilmesi, niyet ne ve nasıl olursa olsun geçmiş süreçlerde de görüldüğü gibi burjuva devletin yeniden üretimine götürecektir, götürdü de.
Maddi temel tarihsel gerçekliğin en somut yansımasıdır
Yaşanan sosyalizm deneylerinde ne yazık ki kitleler adına komünist partisinin rolü sadece abartılmamış, parti tekeli ve parti iktidarı gibi uygulamalar da söz konusu olmuştur. Zorunluluklar bir teori haline getirilmemelidir. Bu noktada komünist partisinin zorunluluğu gibi uygulamalar elbette belirli tarihsel koşulların ve objektif verili durumların ihtiyacı sonucu önemli ve temel araçlar-hem de stratejik önem- olarak kullanılacaktır. Fakat bu durum, komünist partisinin idealize edilmesi ve sürekli kalıcılaştırılarak mutlaklaştırılması yönlü girişimler, anlayış ve pratik politikalar komünizme götürmez. O halde komünist partisi ve önderlik bugünden geleceği doğru ve bilimsel temelde komünizme doğru biçimlemek ve ele almak durumundadır. Önderlik, kendini tüm partinin yerine geçiren bir kurum ya da organ değildir.
Komünist partisi, devrim öncesinde de canlı organizmadır ve tekçi (monolitik) bir mekanizma ve bürokratik bir hiyerarşi silsilesi ve sistemine oturtulamaz.
Kitleler ve komünist partisi içerisinde düşünce hayatı hiçbir şekilde yasaklanamaz, fikirler üzerinde ambargolar kabul edilemez, yeni bir resmi düşünce ve tarih kitlelere zorla ve mecburen uyacakları bir sistem olarak empoze edilemez. Şimdiden düşünceye herhangi bir zincir vurmak açık ki kuracağımız gelecek toplum projesi -sosyalizmin de kötü habercisidir.
Proletarya ve emekçiler açısından bir demokrasi, onlar için tam bir sosyalist demokrasiyi gerektirir. Ayrıcalıklı memur, sürekli ordu, sürekli bürokrasi gibi kurumlar yerine bizzat halk kitlelerinin çoğunluğunun bütün işlevleri, başından sonuna kadar bütün görev ve sorumlulukları doğrudan kendisi yerine getirerek ya da bu yönelim-perspektifle komünizme doğru gidilecektir.
Bizim sosyalist devlet sistemimizde iller, bölgeler, yöreler vs tamamıyla yerel alanda seçilmiş denetlenebilir, göreve getirilebilir, görevden alınabilir ve görevlilerin konseyler biçimindeki merkezileşmiş ama aynı zamanda tam bir yönetim özerkliğini kapsar. Bu bilinçle tepeden bir elit tarafından atanmış ve bütün yerel ve bölgesel tüm bürokrasi lağvedilir. Burjuva parlamenterizmi ve temsiliyet sistemi, köleliğin yurttaşlık kavramıyla yeniden üretimidir.
Proletarya ve emekçilerin, yok olup gidecek bir sosyalist devlete ihtiyacı vardır. Zira Marks’ dan itibaren aslında tam anlamıyla devlet olmayan devlet şeklinde sosyalist devlet tasavvur ediliyordu. Bütün stratejik ya da taktiksel araçlar, amaca yani komünizme uygun olmalıdır veya komünizme götürecek ya da ona hizmet edecek bir biçim ve içerikte ele alınmalıdır. Amacı aşındıran, onu yiyip bitiren hiçbir zafer amaca hizmet etmez. Nasıl olursa olsun zafer değil, bizi amaçlarımıza yakınlaştıracak ve ona götürecek bir zafere kilitlenmeliyiz.
Gerekli kadroya sahip değiliz diye çeşitli gerekçelerle proletarya ve emekçi kitleler öznelikten çıkarılmış, bürokrasiyi aşmak bir yana ondan medet umulmuş ve hatta bürokrasi şişirilmiş, kitlelerin öz yönetim organları ve örgütleri emir komuta zincirine hapsedilmiş, her şey genel sekreter, başkan, merkezi kontrol komisyonları, merkez komiteleri ve siyasi büro otoritelerine havale edilmiştir.
Devlet erkini ve onun zorunlu -içerisinden geçilmesi gereken örgütlenme mekanizmalarını ya da kullanmak zorunda olduğumuz araçları, topluma yayma ve böylelikle onları toplumun soğurması yerine, bir elit tekelin elinde toplamak kitlelerin kurtuluşunun koşullarını yaratmaz. Eskinin hazır ve nazır parti ve devlet organlarının, bürokrasisinin, memurlar ve daimi ordusunun devam ettirildiği bir sınıf egemenliği, mevcut olanı monarşik bir egemenlik haline getirir. Sosyalizm, kurumsallaşmış bürokratizm, totalitarizm, militarizm ve azınlık yönetimi değildir, bütün bunları kökten aşma yürüyüşüdür.
Kapitalist ulus devletler, ‘sosyalist’ markalı parti ve devlet tekeli anlayışı ve uygulamaları, komünizme ait değildir. Ne yazık ki hala ‘proletarya devleti parti tarafından yürütülür ve proletarya partisi, proletarya devletinde başkalarının varlığına müsade etmeyecek yegane güçtür’ vb anlayışıyla parti tekelini savunmaktadırlar. Oysa Lenin yoldaş 1918’lerde “işçiler kendi partilerinden memnun değillerse başka bir partiyi tercih edebilirler, hükümeti değiştirebilirler” demiştir. Ekim Devrimi sonrası, Sosyalist Devrimciler, Sovyetlerin bir bileşeniydiler, birçok bakanlığı da ellerinde bulunduruyorlardı. Çin’de de proletaryanın diğer müttefiklerle bir iktidar ortaklığı vardı. Bütün bunlar proletarya ve emekçilerin sosyalist devletiyle çelişmez, aksine sosyalist demokrasisiyle uyumluluk gösterir ve onunla örtüşür.
Temel mesele, devletin sınıf içeriğinin sosyalist olması, komünizme yönelmesi ve bu doğrultuda devrimi sürdürmesidir. Diğerleri yani bileşim vb tamamıyla içerisinden geçilen objektif verili koşullara bağlı olarak çeşitlilikler gösterecektir, nitekim gösterdi de.
Çok partililik anlayışı, demokratik halk iktidarı ve sosyalizmin de objektif bir gerçekliğidir. Bu geçiş toplumlarında, insanları nasıl yekpare düşünür ve tasavvur edebilirsiniz? Kaldı ki yekpare ve monolitik bölünmez bir entegrasyon, hiçbir zaman da mümkün değildir. Komünist ideolojimizin anlattığı budur. Gerçeklere karşın toplumu tekleştirenler, halk üzerinde bir baskı mekanizmasının ötesine geçemezler. Yıkmaya aday oldukları devletin bir başka türünü üretmenin aracı haline dönüşürler ve dönüştüler de. Çok partililik, nasıl ki devrim öncesi halkın birleşik cephesi temelinde halk kitlelerinin devrime katılması şeklinde bir yönelimle ele alınıyorsa, iktidarda da proletarya ve emekçilerin ittifakı şarttır. Ve iktidarın da birlikte yürütülmesini içermektedir. Aynı zamanda bu, tartışmayı kesinlikle yadsımaz, keskin ve amansız bir ideolojik mücadeleyi de gerekli kılar. Bu, sosyalist demokrasinin gereğidir.
Şu çok açıktır ki, proletarya diktatörlüğü asla parti diktatörlüğü şeklinde ele alınamaz. Ne yazık ki parti diktatörlüğünün dün de bugün de savunucuları vardır. Bu kesinlikle reddedilmelidir. ‘Proletarya diktatörlüğü yerine proletarya ve emekçilerin yeni devleti’ tanımı her tür burjuva diktatörlük anlayışından daha keskin bir ayrışımı içermesi anlamında daha sağlam ve doğru bir kavram olacağı düşüncesindeyiz. Buna ‘proletarya ve emekçilerin demokrasisi’ de denilebilir. Paris Komünü, Sovyetler, Kır ve Kent Konseylerinin Birliği bunları içermektedir.
Halkın esas gücü hedefe varmada belirleyici olandır
Komünist partisiyle birlikte halkın saflarındaki bütün diğer parti ve örgütlenmeler, tamamıyla özgür düşünme, örgütlenme, ajitasyon ve propaganda serbestliğinden istifade edeceklerdir. Komünist partisi de dahil hiçbir partinin, hiçbir özel ve kanuni ayrıcalığı olmayacaktır. Proletarya önderliğinde emekçi kitleler, doğru ve yanlışın ayrıştırılmasında, tüm parti ve örgütlenmelerin konseptlerini özgürce yargılayabilecek ve inisiyatiflerini kitleler doğrudan kendileri kullanma durumunda olacaklardır. Teknolojinin ve iletişimin günümüz koşullarındaki kolaylığı ve sağladığı olanaklar, proletarya ve emekçilerin doğrudan söz- yetki ve karar sahibi olmalarına oldukça geniş imkanlar sunuyor ve mümkün kılıyor.
Komünist parti ve önderliğini kutsayan, onları hata yapmaz otoriteler şeklinde kavrayan ve yine canlı bir organizma olan kolektifin bir parçası değil de, onun üzerine roller biçerek özel bir imtiyaza dönüştüren tüm anlayış ve uygulamaları, Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD)’nin ürünü olarak ortaya çıkan hareketimizin ilk çıkışıyla birlikte günümüze kadar gelen tarihsel sürecimiz ve özellikle de Parti 1. 2. ve 3. Kongrelerimiz eleştirmektedir.
Kendini adeta tanrı, kutsal bir abide olarak fakat kitleleri ve aktivistlerini mürid gören anlayışlar, komünizm ve kültür devriminin asla özü ve ruhu değillerdir.
Bu bilinçle tecrübelerimiz, eksiklik ve yanılgılarımızdan kesinlikle öğrenebilir ve ilerleyebiliriz. Ya barbarlık ya sosyalizm, bugün de insanlığın ve doğanın geleceğine ilişkin temel bir sorundur. Sosyalizm, komünizme gidişte insanlığın özgürleşme eyleminin sınıfsız toplum perspektifiyle proletarya ve emekçilerin kurtuluşu için sınıf mücadelesini sürdürmenin ve cinsiyetçi egemenliğe karşı tüm zincirlerin parçalanması ve ekolojik bir toplumun yaratılmasının bayrağıdır. Bu bayrak altındaki yürüyüşte insanlık, proletarya ve emekçiler olarak Paris Komünarları, Büyük Ekim Devrimi, Çin ve BPKD ile muazzam kazanımlar yarattı. Kitlelerin kaderlerini ellerine alabilecekleri ve sömürüyü def edebilecekleri bizzat pratik tarafından ispatlanmıştır. Biz böylesi bir tarihsel mirasa dayanıyoruz. Nedamet ve tasfiyecilik bayrağına sarılanlara karşı bu tarihsel mirasın BPKD ile yeniden yaratılması yolunda nitel ilerlemeler ihtiyacının bilincinde olarak yürüyoruz, yürüyeceğiz. Sosyalizm ve komünizm, günümüz dünya halkları, ezilen ulusları ve insanlık için bugün de gelecek ve kazanacaktır. Bu temelde tıpkı Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao yoldaşların teorik önerme ve yönelimlerinde olduğu gibi ‘bütün iktidar proletarya ve emekçilerindir’ yönelimiyle yürüyüşümüzü sürdürmeliyiz.
Bugüne kadar devletin önemli ve temel ayaklarından biri olarak görülen profesyonel ve sürekli ordu, sosyalizmin vazgeçilemezi değildir. Şimdiye kadar bu konuda önemli kırılmalar yaşanmış, dokunulmaz ve sürekli idealize edilerek kalıcılaştırılmaya çalışılan böylesi bir ordunun, komünist ideoloji ve teoride aslında yeri yoktur. İlke budur. Daimi ordu, polis, yargı, bürokrasi, asalak memurlar hiyerarşisi eski devletin vazgeçilmezleri ve temelidirler. Demokratik halk iktidarı ve sosyalizm koşullarında profesyonel ve sürekli orduya mutlak bir ihtiyaç yoktur. Aslında proletarya ve emekçiler iktidarında güvenlik ve savunma mekanizmaları ve örgütlenmesi, halk kitlelerinin doğrudan silahlı halk şeklinde ele alınmasıyla mümkün olacaktır. İşçi, köylü, emekçi ve asker vekillerinin sovyeti böyle ele alınmıştır. Sovyetlerin üstünde ya da ondan ayrı bir şekilde sürekli ordu ve polis ayrıcalığı teoride söz konusu değildir. Paris Komünü’nde de bu durum söz konusudur. Ancak çeşitli tarihsel koşullar özel bir ordu örgütlenmesini gerekli kılabilir. Bu tamamıyla özgün bir politik uygulamadır. Bir ilke meselesi değildir.
Herkes için ezeli, ebedi, evrensel genel geçerliliğe sahip bir hukuk, yargılama, yasama ve yürütme anlayışı yoktur. Tüm bu olgular toplum üzerinden yükseldiği üretim tarzına ve toplumsal ilişkilere bağlı olarak değişiklikler içerirler. Tüm yasalar belli bir toplumsal temele dayanır. Sosyalist toplumda, yasaların, anayasanın üstünde bir parti tasavvuru asla kabul edilemez. Mahkemeler, anayasa mahkemesi parti yönetimi tarafından atanmamalıdır. Tüm bunlar halkın doğrudan seçeceği jürilerden oluşur ve halkın denetimine tabidir. Halk bu denetimini, doğrudan iktidar organları olan Halk Konseyleri aracılığıyla gerçekleştirir. Anayasada partinin özel ayrıcalıklı bir yeri olamaz. Yargı, yürütme ve yasama parti tekelinde bulunamaz. Tüm iktidar en küçük birimlerden merkezlere kadar Konseylerin denetimindedir. Geçmişte uygulanan ve bugün halen de bazıları tarafından savunulan anayasal bürokratik ‘sosyalist devlet’ tasarımları vardır. Mesela, Amerikan Devrimci Komünist Partisi‘nde bu anlayışlar mevcuttur.
Bankalar, profesyonel ve uzman bankacıların veya memurların değil, doğrudan Halk Konseylerinin denetiminde olacaktır. Kamulaştırmaya giden yol buradan geçmektedir. Bürokrat tanrıların ve paranın imparatorluğu, kesinlikle böyle aşılacaktır.
Sosyalizm koşullarında gizli istihbarat teşkilat(lar)ı, kesinlikle olmayacak ve bun(lar)a ihtiyaç duyulmayacaktır. Proletarya ve emekçiler iktidarına karşın, paralel ayrı bir derin devlet olmayacaktır.
Adalet anlayışı sosyalist uygulamaların önemli çıkmazlarındandır. Partinin önderlik çekirdeği tarafından atanmış olağanüstü bir hal- sıkıyönetim misali İstiklal Mahkemelerini aratmayan, özel yetkili mahkemeler aracılığıyla düşüncelerinden ötürü- ki bunlar yanlış düşünceler olsa bile- insanların ajan, karşı- devrimci olarak damgalandıkları, itirafa zorlandıkları, baskıya maruz kaldıkları, esir kampları ve hapishanelere tıkıldıkları, izolasyona maruz bırakıldıkları, karşı- devrimi bastırma adına büyük çoğunlukla ölümle cezalandırıldıkları, ayrıca kitlelerin hak ve demokrasi taleplerinin yasaklandığı, gösterilerine, protestolarına vs aktivitelerine kurşunlamalarla cevap verildiği şeklinde uygulamalar hiç de azımsanmayacak derecededir. Komünist hareket bu yanlış hareketlerden köklü olarak kopmalıdır. Kopmamanın yoldaşları ve halkı birbirlerine karşı nasıl düşmanlaştırdığı, düellolara sürüklendiği bizzat yaşanan pratiklerde de mevcuttur. 2. Kongremizin adalet açılımı önemli bir adımdır. Bu temel üzerinden genelde Uluslararası Komünist Hareket (UKH)’in ve onun bir parçası olarak partimizin hatalarından gerekli derslerin çıkarılması bir görevdir.
Gelenekçi bakışın eş değeri öznelciliktir
Bu yürüyüşümüzde, komünist bir çizgi ve onunla birleşmiş kitleler tayin edicidir. Kitleler komünizm seviyesine çıkarılabilir. Yürütme, yasama, yargı ve ekonominin yöneticisi haline getirilebilir, getirilmelidir. Tüm bu görüşlerin temelleri, embriyonik olarak yoldaş İbrahim Kaypakkaya‘da da mevcuttur. Onun gelecek halk devleti projesinde ifade ettiği görüşler, şöyleydi ve bugün de ardıllarına bir temel sunmaktadır: “Halk devletinin anayasası, herhangi bir milletin, herhangi bir imtiyaza sahip olmasını ve milli azınlığın haklarına herhangi bir tecavüzü kesinlikle yasaklayacaktır. Her ulusa, kendi kaderini tayin etme hakkı tanınacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için, özellikle yaygın bölgesel özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendini yönetim gereklidir.”
Kadın, devrimin yedeği değil bizzat öznesidir. ‘Kadınlar yönetime kadınlar iktidara” şiarıyla komünizme kadar bütün süreçlerin doğrudan belirleyici özneleri haline gelmeleri için zihniyet devrimiyle köklü ve bütünlüklü bir seferberlik başlatıyoruz. Aynı bilinçle cinsel yönelimler içerisindeki kesimlere yönelik de bu seferberliği öngörüyoruz.
Komünizm, proletaryanın her bir yerdeki ortak evrensel amacıdır. Bu amaca ulaşmada Komünist Enternasyonal Hareket (KEH), günümüzde de stratejik bir ihtiyaçtır. Bu temelde, ideolojik mücadeleyle örgütsel mekanizmasını ertelemeksizin oluşturmalıdır.
Komünistlerin önemle üzerinde durması ve doğru bir temel üzerinden yükselmesi gereken bir mesele de şudur; materyalist-diyalektik, toplumlar tarihini ele almada ‘toplumlar mutlak dört aşamadan geçerek’ sosyalizme varabilir şeklinde, sosyalizm öncesi kapitalist bir toplumu savunmayı ve ona götürmeyi salık veren yanlış ve hatalı anlayışlar mevcuttur. TKP’nin Kemalist Cumhuriyet’i savunması, devrimci hareketin aynı çerçevede kapitalizme yönelmiş cumhuriyeti önemsemesi, bu mekanik zorunlu toplumlar silsilesi anlayışının da ürünüydü. TİP’in ilerlemeci- kalkınmacı, kapitalizmi kutsayan, kapitalizmin görevlerini tamamlamasını ve bunun desteklenmesini öngören anlayışları da bu çerçevedeydi. Toplumlar tarihinin bu kavrayışı 2. Enternasyonal’de güçlü bir şekilde söz konusuydu. Aynı şekilde bu zayıflık 3. Enternasyonal’e de bir biçimde yansıdı ve sirayet etti. Bu durum emekçiler devriminin yerine toplumların klasik gelişme trendine göre düşünülen bir devrim stratejisine yol açtı. Tüm bu yollara Kaypakkaya, aykırı bir yol olarak karşı çıktı. Geri- ilkel- barbar denilen Kürtlerin, Dersim’in, Ermenilerin, azınlık ve ezilen inançlar vd lerinin başkaldırısının ilerici yönünü ortaya koydu. Kapitalizm ve cumhuriyet mutlak yadsınamaz bir aşamadır diyen anlayışlara karşı çıktı. Kaypakkaya yoldaşın bu tarihi yorumu devraldığımız mirastır. Dolayısıyla yaşanmış sosyalizmdeki Komintern vb gibi ‘hızla demokratikleşen’ argümanıyla Kemalizm ve burjuva cumhuriyet destekçiliğine karşı ideolojik mücadele vermeliyiz. Aynı şekilde Nepal’de “burjuva demokratik devrimi, görevleri ve onun cumhuriyeti zorunlu ve geçirilmesi gereken bir aşamadır” diye stratejik ve temelden bir kırılmayı yaşayarak emperyalist dünya sisteminin bir parçası haline gelmeye karşı da bayrak yükseltmeliyiz. Bu temelde Mao yoldaş Çin gibi yoksul ülkelerde devrim ve sosyalizme ‘daha kolay geçilebilir’ derken, Avrupa merkezci ve mekanik üretici güçler teorisyencilerine karşı da önemli bir bayrak açmıştır. Geleneksel bakış açısı ise geri ülkelerde sosyalizme doğru yol alınamaz diyor ve öncelikle kapitalizme yönelinmesi gerektiğini söylemiştir.
Parti 3. Kongremiz, tüm bunlara ilişkin Partimizin 1. ve 2. Kongresinin Muhasebe-İdeoloji belgelerindeki temel üzerinden yükselerek ilerledi. Elbette bu bilimsel ilerlemenin temel kökleri ‘Partimiz Büyük Proleter Kültür Devrimi’ nin ürünüdür diyen komünist önder Kaypakkaya’da ve bu temelde eklektik ve komünist ideoloji de kırılmalara meydan okuyan 2. Konferansımız ve sonrasındaki gelişmelerdedir.
Tarih ve günümüz gelişmeleri, proletarya ve emekçiler açısından yukarıda önemle vurguladığımız ve geliştirdiğimiz hususlar üzerinden ancak bu yolla silah haline getirilebilir. Partimiz, komünist hareketin önemli tarihsel nitel ilerlemeleri ve kazanımlarıyla bugünlere kadar gelebildi. Geçmiş sosyalist tarihsel sürçlerimizin doğru teorik ve pratik tecrübeleri, son derece güçlü ve doğru temeller üzerinden yükselmemiz için katkılar sundu. Komünistler tarihlerinden öğrenirler ve içerisinden geçtiğimiz nesnel gelişmelere analık eden geçmişimizden doğru dersler çıkararak ilerler. Bizim gayretimiz de budur. Bu bilinçle sosyalizm ve komünizm kazanacaktır.