Türk-İslam gerici-tekçi-faşist anlayışı üzerine inşa edilen Türk devlet gerçekliği Osmanlıdan devraldığı soykırım-katliam geleneğini, daha sinsi bir şekilde, aynen koruyup devam ettirmiştir. Komünistlere, devrimcilere, Ermenilere, Kürtlere, Alevilere, Hristiyanlara…vs. diğer bütün farklı ulus, milliyet ve inançlara karşı gerçekleştirilen baskılar, uygulanan zulüm ve yapılan katliamlar sayılamayacak kadar fazladır. Ki bu katliam ve zulüm gerçekliği bugün en sinsi politikalarla olduğu gibi devam ettirilmektedir. Beyazıt, Gazi, Kobanê, Gezi, Roboskî, Hrant Dink Katliamı… Yaşanan katliamların her biri bahsini ettiğimiz mazlum kesimleri, komünist, devrimci ve ilericileri hedef almaktadır.

Ezen, sömüren, gasp eden her devletin iç yapısında ayrıca yasa dışı yapılanmalar mevcuttur. Devletlerin organik birer parçası olan bu yapılanmalar devrimci, komünist yurtsever ve muhalif güçleri bastırmak, geriletmek, kayıplar verdirmek, moral ve motivasyonu bozmak hedefiyle kurulan ve yasadışı misyon ve roller üstlenen örgütlenmelerdir. Bu örgütlenmeler, değişik ülkelerde ve değişik zaman dilimlerinde farklı muhteva ve biçimler alsa da devletlerin karakterlerinin bir parçası olan yapılardır.

Halepçe, Beyazıt, Gazi katliamları

Kürt ulusu, Ortadoğu’da en büyük acıları yaşayan bir ulustur. Tarihsel haksızlık, dört parçaya bölünerek bölge ülkelerinin egemenliklerine girmesiyle sınırlı değil. “TC”, İran, Irak, Suriye devlet egemenliklerinin, Kürt ulusuna uyguladığı zulüm ve katliamlar, bu tarihsel acıları daha da derinleştirdi. Yıllarca Kürt ulusuna kan kusturan bölge gericiliği diktatör Saddam Hüseyin’in imzasıyla, 16 Mart 1998’de, vahşi bir katliam daha gerçekleştirmiştir. Halepçe Katliamı, dönemin zorba, gerici bölge egemenliği olan Saddam diktatörlüğünün yarattığı, tarihin kanlı bir yüzü ve utancıdır. Net sayı bilinmese de 5 bin’ in üzerinde insanın katledildiği biliniyor. Katliamda kullanılan kimyasal gazlar, bu katliamın bir soykırım hedeflediği bilinen bir gerçektir. Binlerce Kürt insanının katledildiği bu vahşet, sadece Saddam diktatörlüğüyle açıklanacak bir vahşet değildir. ABD’nin başını çektiği, emperyalist bölge siyaseti, bu vahşetin yaratıcısı ve uygulayıcısıdır. Tetiği kimin çektiği meselesi sadece sonuçtur. ABD ve AB Emperyalist ülkeleri bu katliamda büyük pay sahibidirler.

2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası dönemde Varşova Paktı ile ABD’nin başını çektiği Batı Avrupalı devletlerinin oluşturduğu emperyalist pakt, yani NATO arasında başlayan “Soğuk Savaş” sürecinde bu gayri resmi güçler, Pentagon koordinatörlüğünde, uluslararası oluşumlar karakteri kazanır. NATO’nun bütün cephe gerisi operasyonlarının gayri resmi adı” olarak kimi yerde Gladio veya Süper Nato, ”TC” Devleti’nde “Özel Harp Dairesi” veya “Kontrgerilla”, Gladio, Türk İntikam Tugayı (TİT) Teşkilat-ı Mahsusa, JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele), Esedullah Timleri ile mafya çeteleri gibi yasa dışı ve zor kullanan örgütlenmeler devletten ayrı, onun bilgisi ve kontrolü dışında değil aksine tamda devletin karakterinin bir gereği olarak oluşturulmuş ve faaliyete sokulmuşlardır. Ve bunlarla ilişkili çete-mafya ilişkileri patlayan irin misali teker teker kamuoyuna yansıdı. Bilinen bu gizli oluşumların temel kuruluş gerekçesini genel olarak muhaliflerin ve ama özel olarak da sosyalist ve komünistlerin mücadelelerini bastırmak ve iktidara gelmelerini engellemek ve keza olası Varşova Paktı saldırısı karşısında, o ülkelerin cephe gerisinde kontrgerilla faaliyetleri organize edip, yürütmektir.

Türkiye Kuzey Kürdistan kanlı tarihine baktığımızda Özel Harp örgütlenmelerinin kuruluşundan itibaren ve dahada geriye giderek Osmanlı’dan devralınan geleneklerle sürdürüldüğü ve yeniden yapılandırıldığı görülecektir. Türk hâkim sınıfları, daha 1923 öncesi henüz “TC” devleti kurulmadan böylesi yasa dışı harp örgütlenmesine gitmiştir. Yasal ve yasal olmayan bu kurumlar iç içe geçmiş ve birbirlerine hizmet eden bir rol oynamışlardır.

Bu karşı-devrimci, gizli, çete-mafya örgütlenmesi Türkiye’de yeniden yapılandırılarak dönemin tehdit unsuru güçlerin üzerine salınmıştır. Dönemin Genel kurmay başkanı Semih Sancar Özel Harp Dairesini finanse etmek için Başbakan Ecevit’e başvurduğunu Ecevit’in kendisi anlatmaktadır. 1952’de NATO’ya üye olan Türkiye’de, aynı tarihte başkenti Ankara’da, Amerikan Askeri Yardım binasında yasadışı kontr-gerilla örgütlenmesi oluşturulmuştur. Temelleri CIA tarafından atılan kontr-gerilla örgütlenmesi giderek ülke çapında öne çıkarılmıştır. Yasal statüsü olmayan bu örgütlenme ile faşist unsurlar kayıt dışı örgütlenmiş, gizli silah depoları oluşturulmuş, askeri olarak ülkücülerin eğitildiği komando kampları oluşturulmuş, kontr-gerilla için paramiliter üyeler yetiştirilmiştir. Gladio’nun Türk kolu olan Seferberlik Tetkik Kurulu’yla beraber kontr-gerilla 6-7 Eylül 1955’de İstanbul’da Rumlara ve Ermenilere saldırmıştır. Saldırı ile Rumlar ve Ermenilerin evleri, işyerleri, mal varlıkları, okulları, kiliseleri hedef alınmıştır. Onlarca Rum katledilmiş, yüzlerce Rum yaralanmıştır. Rumlar kitlesel olarak göçe zorlanmış, mal varlıklarına el konulmuştur.

Devrimci mücadelenin geliştiği dönemlerde kontr-gerilla saldırıları daha da tırmanmıştır. Kontr-gerillanın 1 Mayıs 1977 saldırısında 35 emekçi katledilmiştir. 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü girişinde öğrenci gençliğe yönelik gerçekleştirilen bombalı saldırı ve katledilen 7 öğrenci, ‘70 yıllarda yükselen devrimci mücadele ve toplumsal sosyal muhalefete bir gözdağıdır. Sınıf hareketi, emekçi halk yığınlarının gelişen toplumsal muhalefeti ve bu devrimci kabarışın öğrenci gençlikle birleşen devrimci mücadelesi, faşist diktatörlük için ciddi tehlike idi ve en barbar yöntemlerle bu toplumsal muhalefet bastırılmalıydı. Faşist çete ve kontra güçlerin, devletin faşist resmi militarize güçleriyle harekete geçirilerek, kitlesel katliamlarla toplumsal muhalefetin sindirilmesi ve devrimci hareketle buluşmasının engellenmesi, gerici savaş stratejilerinin ana ayaklarını oluşturmaktaydı. Beyazıt Katliamı bu gerici devlet egemenlik siyasetinin, kontra yönelimidir. Katliamda kullanılan bombanın, Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’in temin etmesi, katliamdan sonra devletin kolluk güçlerine alandan çekilme talimatı veren Reşat Altay’ın (devletin kontra örgütlenmesinin önemli elemanı olan bu faşist, Hrant Dink’in katledilmesinde de rol almıştır) devlet apoletleriyle ödüllendirilmesi, tetikçi Zülküf İsot’un Alparslan Türkeş tarafından direk örgütlenmesi, bu katliamın faşist devletin, faşist kontra çeteler eliyle gerçekleştirildiğine dair somut verilerdir.

Katliam adım adım planlandı!

Katliamın fitili yine bir devlet klasiği olarak kontra-güçler tarafından ateşlendi. İsmet Paşa Caddesi’nde bulunan ve Alevilere ait kahvehanelerden Yavuz, Doğu ve Dostlar isimli kahvehaneler 12 Mart günü kontra-güçler tarafından tarandı. Açılan ateş sonucu Doğu Kahvehanesi’nde Alevi dedesi Halil Kaya yaşamını yitirdi. Kahvehaneleri tarayan eli kanlı faşistler gasp ettikleri taksinin şoförünü öldürüp, alandan uzaklaştılar. Alevi dedesinin ölümü ve kahvehanelerin taranması büyük bir öfkeyle karşılandı. Gazili emekçiler hesap sormak için sokağa çıktı.

Katliamda oğlunu yitiren ve o günlere tanık olan Mahmut Engin o akşam ve ertesi gün yaşananları şöyle dile getirdi: “Televizyonda, Alevi dedenin öldürüldüğüne dair altyazı geçti. Bunu duyan herkes olay yerine akın etti. Buraya toplanan kitle, dedenin öldürülmesine ilişkin protestolar yaptı ve dağıldı. İnsanların dağıldığı sırada polis panzerinden halk tarandı. Burada Mehmet Gündüz polis kurşunuyla öldürüldü ve olaylar bundan sonra başladı.” Mehmet Gündüz’ün katledilmesi halk tarafından protesto edilecek ve bu seferki hedef katillerin ini olan karakol olacaktı. Kitlenin karakola yaklaşmasıyla birlikte polisler bir kez daha ateş açacak ve burada da 5 kişi yaşamını yitirecekti. Bu olayla birlikte Gazi Mahallesi bir katliama, diğer yandan da muazzam bir direnişe tanık olacaktı. Devlet polisi, askeri, sivil faşistleriyle mahalleyi abluka altına alacak, sokağa çıkma yasağı ilan edecekti. Tüm bu baskılar karşısında emekçilerin öfkesi dinmedi aksine daha da alevlendi. Ağır silahlara, panzerlere karşı emekçiler ve devrimciler tarafından sokak sokak direniş örgütlendi. Panzerlere taşlarla karşı koyuldu, sokakların her birinden ayrı bir barikat yükseldi. 14 Mart’a gelindiğinde emekçiler devlete 4 maddeden oluşan taleplerini ilettiler. Cenazelerin teslim edilmesi, sokağa çıkma yasağının kaldırılması, asker ve polisin mahalleden çekilmesi ve gözaltına alınanların serbest bırakılmasıydı bu talepler.

Elbette talepler devlet tarafından ret cevabıyla karşılandı. Gazili emekçiler ise talepleri karşılanıncaya kadar sokağı terk etmemekte kararlıydı. Üstelik yalnızca burada değil, Gazi’de yakılan direniş ateşi ülkenin başka semtlerine de sıçradı. Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde sokağa çıkan kitlenin üzerine ateş açıldı ve burada da 5 kişi katledildi. Yine Ankara’da sokağa çıkanlara yönelik polis saldırısında 36 kişi yaralandı. Gazi’deki bu 3 günlük direnişin ardından katil devlet kana doymadığını gösterecekti. Aynı günlerde direnişe etkin olarak katılan Hasan Ocak polisler tarafından kaçırıldı ve işkencede katledilmişti.

Tarihin farklı kesitlerinde, ulusal ve sosyal toplumsal muhalefeti sindirmek ve ulusal, sosyal toplumsal uyanışı bastırmak için gerçekleştirilen bu katliamların, kendi koşullarında öne çıkan nedenleri farklı olsa da gerici faşist egemenlik çizgisinin uygulanışı ve hedefleri bağlamında, barbarlığın kendi egemenliğini, katliamlar üzerinden sürdürme çabasıdır. Günümüzde AKP-MHP Faşist bloku saldırganlığın dozunu artırmaya devam ediyor. Halk kitlelerini hareketsiz kılmaya odaklı ideolojik-politik hegemonyayı genişletmek için tüm diğer faşist klikleri de saldırı ablukasının içine almıştır. Yine güç dengelerinin değişimini engellemek için bu saldırganlığın dozunu yüksek tutmaktadır.

Özellikle 1990-1994 konseptinde gelişen sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı, Türk hâkim sınıflarının devreye koyduğu, “Düşük Yoğunluklu Savaş Stratejisi”, Kuzey Kürdistan başta olmak üzere, gerilla alanlarını insansızlaştırma, alan tutma, ağır ekonomik ambargo olarak, devletin askeri, kontra ve bürokratik mekanizmalarının gücüyle uygulanmıştı. Bunun pratik sonucu, kitlesel göç, faili meçhul cinayetler ve yaşam sahalarının yakılıp yağmalanması olmuştur. Son tahlilde, faşist Türk egemenlik sisteminin geliştirdiği kirli ve kuralsız savaş, büyük şehirlere göç yığını olarak yansımıştır ve Gazi bu göçleri en çok alan bölgelerdendi. Kürt, Alevi, emekçi sınıfına mensup potansiyelin yoğun olduğu bu bölge, somut olarak devrimci dinamikti ve toplumsal muhalefette, bulunduğu alan itibarıyla özne olmaya aday durumdaydı. Etnik bir çatışma üzerinden bu toplumsal dinamiğin dağıtılması ve bura üzerinden topluma bir mesaj verilmesi, Türk hâkim gericiliğinin, Gazi katliamındaki planıydı. Dönemin gerici savaş kurmayı olarak, kontra, özel hareket, JİTEM gibi militarize kurumların başındaki, Çiller, M. Ağar, Necdet Menzir, Hayri Kozakçıoğlu gibi eli kanlı faşistlerin olması, Gazi’deki devlet planlı katliamın niteliğini ve amacını ortaya koymaktadır. Geçtiğimiz yıllarda Sedat Peker’in ifşaatlarından anlaşıldığı üzere Binali Yıldırım’ın oğlu kokain ticaretinin merkezinde yer almaktadır. Peker’in açıklamalarıyla, Türkiye’ye gelen bu uyuşturucunun İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde Bodrum’da Mehmet Ağar’ın başkanı olduğu Yalıkavak Marina şirketine getirildiği ve oradan mafya pazarlarında paraya çevrilerek resmi güçlere aktarıldığı açığa çıkmıştır.

Emperyalistlerin Faşist Türk devletinin şimdiki temsilciliğini üstlenen AKP, göreve getirildiği günden bu yana sergilediği sinsi ve riyakâr politikalarıyla ün yapmış durumdadır. Faşist T.C. devletinin yeni savaş konseptiyle yıllardır topyekûn olarak sürdürdüğü saldırılarla işçi sınıfının, yurtsever hareketin, devrimci- komünist güçlerin, halk kitlelerinin devrimci mücadelesinin tasfiyesini amaçlıyor. Gerici faşist egemenliğin bu topyekûn kuşatmasına karşı, devrimcilerin, sosyalistlerin, demokratların ve insanım diyen her kesimin, tarihten gelen direniş ruhuyla mücadelede yer tutması, zorunlu bir görevdir.

Önceki İçerikDengesizlik Denklemindeki Ukrayna ve Ortadoğu!
Sonraki İçerikDevrimin Dönemsel Taktik Süreçlerinin Önemi ve Ne Yapmalı?