Çorum’un tarlalarından, bağlarından ve tozlu yollarından Ankara’ya uzayan ve Türkiye- Kuzey Kürdistan coğrafyasına kızıl bir güneş gibi doğan gencecik bir ömürden söz ediyoruz. Yüzünü üniversite gençliğinin isyanlarına, fabrikada ki işçi sınıfının grevlerine, tarlada ki köylünün toprak işgallerine dönen ve karanlığın üzerine tereddütsüz yürüyen komünist bir önderin, coğrafyamız proleter devrimine dair tayin ettiği o kızıl güzergâhın mimarının ölümsüzlük yıl dönümündeyiz. Ne mutlu ki, karanlığı delen o kızıl şafağın ardılları ve devamcılarıyız…

Her ölümsüzlük yıl dönümünde olduğu gibi, bu yılda, yalın ayak karlı-buzlu Dersim’in Vartinik patikalarından, Diyarbekir’in kanlı küf kokan zindan hücrelerine uzanan ve aylarca süren işkenceli günlerden sonra, katledilişinin 51. yıl dönümünde O’ndan devraldığımız isyan ruhuyla bir kez daha saygıyla anıyoruz komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı.

Türkiye–Kuzey Kürdistan proletaryası ve ezilen halklarının komünist önderi Kaypakkaya’yı anmak demek, sınıf kavgasını aralıksız sürdürmek ve iktidara yürümek demektir. Onu anmak, başta komünistler olmak üzere kitlelerle birleşerek kazanmak demektir. Onu anmak, dogmatizmden sıyrılıp, her türden oportünist ve revizyonist sapmalarla, akımlarla ideolojik ve siyasi kavgada O’nu izlemek, O’nun bizlere devrettiği MLM güzergâhta sebat etmek demektir. O’nu anmak, somut şartların somut tahlili ilkesinden hareketle, içinde bulunulan tarihsel koşulların Marksizm’in diyalektik süzgecinden geçirilerek, her türden gelişmenin çözüm odağı olmak demektir. O’nu anmak ve anlamak, olguları ve dünyayı sadece yorumlamak değil, değiştirmek demektir.

Kaypakkaya’nın ve tüm komünist önderlerin izini sürmek, bilimsel bir pencereden bakmak demektir

Dünyayı ve tabi ki ülkemiz gerçeklerini sadece yorumlamayı değil, değiştirmeyi esas alan Kaypakkaya ve yoldaşları, 24 Nisan 1972’de Malatya’nın Kürecik ilçesinin dağlarında TKP(ML)’yi kurdular. Türkiye–Kuzey Kürdistan proletaryası ve ezilen halklarının kurtuluşunun yol haritası, 11 ilke ve beş temel belgeyle şekillendi. Gelinen aşamada, yaşanan toplumsal, ekonomik ve siyasal gelişmelerden kaynaklı, bir kısım nitel ve nicel değişikliklere ilişkin süreci yeniden değerlendirmek, kimilerinin iddia ettiği gibi “Kaypakkaya’yı ve düşüncelerini reddetmek” değil, tam aksine O’nun ve tüm enternasyonal proleter önderlerin öğrettikleri bilimsel yolda ilerlemektir. Hiçbir şey bulunduğu yere çakılıp kalmayacağına göre, her şey hareket halinde olduğuna göre, Kaypakkaya’nın da o koşullarda doğru olarak ileri sürdüğü ekonomik, siyasal ve toplumsal olguların yerinde saymayacakları ve saymadıkları diyalektik bir gerçeğin ifadesidir. Aslında bunları görmemek, bu bilimsel gelişmelere gözlerini kapatmak ve Kaypakkaya’yı dondurmak, O’nu anlamamak ve O’na ihanet olurdu.

Kaypakkaya’nın ardılları ve O’nun kurduğu TKP(ML)’nin devamcısı olan MKP, Marksist diyalektik ve tarihi materyalizmin bilimsel yol göstericiliğini rehber alarak, ülkemizdeki toplumsal, ekonomik ve siyasal gelişmeleri baz alarak, sürece müdahale ederek dondurulmak istenen Kaypakkaya’nın bilimsel dünya görüşünü, somut gelişmelerle buluşturma cesaretini göstermiştir. Kaypakkaya’yı savunmak, Marksist bilimsel değerlere inanmak, somut gelişmelere açık olmak ve bu gelişmelere çözüm üretmekle mümkündür. Örneğin; Kaypakkaya’nın, o dönem için haklı ve doğru olarak ülkenin ekonomik ve sosyal yapılanmasını, “yarı- feodal, yarı sömürge” olarak tespit etmesinden sonra gelinen aşamada, ülkede, o dönem var olan yarı feodal üretim ilişkilerinin önemli derecede çözülmesi ve kapitalist üretim ilişkilerinin ülke ekonomisinde birincil derecede rol oynayarak esas hale gelmiş olmasına elbette ki komünistler seyirci kalamazlardı. Bu gerçeği görmek ve buna göre devrimci atılımda yeniden şekillenmek, kesinlikle Kaypakkaya’yı reddetmek değildir, aksine O’nun ve tüm komünist önderlerin izini sürmek, bilimsel bir pencereden bakmak demektir. Bu Marksist bir ilke ve öğretidir. Bunun tersini iddia etmek, aslında diyalektik materyalizmden uzaklaşıp gerçek anlamda reddiyeye şapka çıkartmak anlamına gelir. Şunu açıkça ifade edelim: “Kim daha çok Kaypakkayacı” gibi bir yarışa, kaba materyalist bir anlayışa girmeye hiç ama hiç niyetimiz yok. Ancak, Kaypakkaya’nın ve öğrencisi olduğu Marksizm’in yaratıcısı ustaların izinde kimlerin gidip gitmediği konusunu tartışmak gibi bir hakkımızın olduğunun altını çizelim. TİİKP revizyonizmine karşı, yürüttüğü ideolojik ve siyasi mücadelelerle bu konuda örnektir Kaypakkaya yoldaş hepimize.

TKP(ML)’nin kuruluşunda belirleyici rol oynayan Kaypakkaya, farklı millet ve milliyetlerden oluşan, Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryası ve ezilen halklarının ilerici bütün yanlarını sahiplenirken, sınıf hareketi içerisinde o dönem önemli bir yer tutan parlamentarizme, sosyal şovenizme, reformizme ve revizyonizme karşı amansız bir mücadele yürüttü. Örgütsel olarak kendisinin de içinde yer aldığı TİİKP programının eleştirisi başta olmak üzere, kendilerini “komünist”, devrimci olarak lanse eden kimi küçük- burjuva aydınlarının şoven, Kemalist, parlamentarist yüzlerini açığa çıkartarak maskelerini indirmekte tereddüt etmedi. TKP(ML)’yi Mustafa Suphi TKP’sinin mirasçısı ve devamcısı ilan etti. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Kemalistlerce katledildikten sonra, partinin başına çöreklenen Şefik Hüsnü ve şürekâsının, esas olarak proletaryanın çıkarlarını değil, milli burjuvazinin “sol” kanadının temsilciliğini yaptıklarını, Kemalizm’den siyasi ve ideolojik olarak kopmadıklarını, ulusal meselede tam bir şovenist politika izlediklerini, sonradan Rus Sosyal Emperyalizminin beşinci kolu görevini gördüklerini bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi.

Bu ve benzer eleştirileri yürütürken, bir yandan da o dönem ülkenin somut koşullarına denk düşen kurmayı düşündüğü Komünist Partisinin programını hazırlıyordu. Yukarda da belirttiğimiz gibi bu program, beş temel belge ve 11 ilke üzerinde şekilleniyordu. Faşist “TC” tarihinde ilk kez, devletin resmi ideolojisi olan Kemalizm, hak ettiği karşı devrimin sanık sandalyesine oturtuldu. Aynı şekilde Kürt ulusunun reddi üzerine kurulu ve tekçi faşist devlet politikalarının teşhirini yaparak, Kürt Ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin hakkını savunarak, tüm şoven, milliyetçi anlayışları tarihin çöplüğüne gömdü. O dönem ülkenin sosyo-ekonomik yapısını doğru tahlil ederek ve buna uygun olan, devrimin yol haritasını çizdi. Uluslararası enternasyonalist meselede, Moskova–Pekin arasındaki ideolojik ve siyasi mücadelede, Stalin sonrası iktidarı ele geçiren revizyonistlere karşı, Mao Zedung’un komünist düşünceleri ve Çin’de ki kapitalist yolculara karşı yürütülen Kültür Devrimi’nin yürütücüleri ile aynı saflarda yerini alarak, Türkiye- Kuzey Kürdistan kolu olarak üzerine düşen ideolojik ve siyasi mücadele görevlerini yerine getirdi.

Hem “sol” cenahda- hem de devlete karşı ideolojik ve siyasi mücadele, faşist “TC” tarihinde o güne kadar görülmemiş biçimde sürerken; öte yandan Türkiye- Kuzey Kürdistan’ın ezilen yoksul halkları ve proletaryası üzerine örtülen 50 yıllık “ölü toprağı” da kaldırılıp atılıyordu. İhtilalci devrimci çıkışın önemine vurgu yaparken, bunda önemli payı olan Denizlerin, Mahirlerin devrimci kavgalarının altını çizmek ve bu siper yoldaşlarımızın onurlu kavgaları ve anıları önünde saygıyla eğildiğimizi belirtmek gerekir.

Yükselen Türkiye devrimci hareketinin yanlış veya doğrularını burada tartışmadan, ama ilk kez teorik savunuların, pratik eylem çizgisiyle buluştuğu bir süreç yaşanıyordu. İktidar telaşına düşen faşist devlet, kudurmuşçasına saldırılara başladı. Denizlerin idam edilmeleri, Mahirlerin Kızıldere’de katledilişlerinin öncesi ve sonrasında devrimci harekete önemli örgütsel darbeler vuruldu. Komünist Önder Kaypakkaya önderliğinde yeni kurulmuş olan TKP(ML) de bu saldırıların öncelikli hedefleri arasındaydı.

Saldırıların alabildiğine yoğunlaştığı, devrimci örgütlerin peş peşe önemli darbeler aldığı ve saldırıların yönünün açıkça TKP(ML)’ye çevrildiği bütün çıplaklığıyla orta yerde dururken ve üstüne üstlük sübjektif bir tespitle “halkın önemli bir kesiminin devrime inandığı veya devrimi istediği” şeklindeki anlayış, Kaypakkaya ve yoldaşlarını itinalı davranıp hareket etmelerinden çok, daha radikal eylem çizgisine itmiştir. Ayrıca o dönem için ileri sürülen söz konusu tespit subjektifti, çünkü kitlelerin önemli bir kesimi iktidarı ele geçirmeye falan ne örgütsel olarak ne de siyasi ve ideolojik olarak hazır değildi. Evet, kırsal kesimlerde yer yer toprak işgalleri oluyordu, fabrikalarda 15-16 Haziran gibi büyük işçi grevleri ve üniversitelerde boykotlar ve öğrenci hareketleri gerçekten “TC” tarihinde, devrimci mücadele olarak görülmemiş görüntüler veriyordu. Ancak bunlar, iktidar talepli eylemlerden ziyade, ekonomik, demokratik ve akademik ağırlıklı taleplerdi. Daha da önemlisi, kitlelere önderlik edecek, kitleler içinde kök salmış bir komünist partisinden söz etmek için çok erkendi.

THKO ve THKP/C faşist devletin saldırıları sonucu etkisizleştirildikten sonra, faşist devlet bütün gücüyle kendileri için en tehlikeli olarak gördükleri TKP(ML)’ye yöneldiler. İlk örgütsel darbeler peş peşe 1972’nin sonlarına doğru Dersim’de geldi. Çeşitli aralıklarla yaklaşık 50-60 kişilik TKP(ML) aktivisti veya taraftarı gözaltına alınıp, bir kısmı tutuklandı. Dersim ve civarındaki devrimci faaliyet önemli derecede sekteye uğratıldı. Peşi sıra TKP(ML), önemli bir faaliyet alanı olan Siverek’te de aynı sonuçla yüzleşti. 1972’nin sonları ve 1973 yılı içerisinde Dersim’den Siverek’e, oradan Maraş’a, Elbistan, Malatya’ya, daha sonra Vartinik’e kadar uzanan örgütsel darbelerin ardı arkası kesilmedi. İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerdeki örgütlülük de bu darbelerden nasibini almış ve TKP(ML) ilk örgütsel yenilgiyle yüz yüze gelmiştir.

TKP(ML)’nin ilk ölümsüzü, 21 Ocak 1973’te bir kaza kurşunuyla yaralanan ve kaldırıldığı hastanede katledilen Meral Yakar yoldaş oldu. Vartinik baskınında (24 Ocak 1973) ölümsüzleşen TİKKO komutanı Ali Haydar Yıldız ise toprağa düşen ikinci parti ölümsüzümüzdür. 19 Mart 1973’te ise, çatışma sonunda mermisi kalmayınca düşmanın eline sağlam geçmesin diye silahını kıran Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş üçüncü parti ölümsüzümüz olmuştur. Bu sürecin son ölümsüzü, aylarca işkence hanelerde direnerek, işkencecileri dize getiren ve Türkiye – Kuzey Kürdistan devriminin tarihine ser verip, sır vermeyen komünist olarak geçen, komünist önder İbrahim Kaypakkaya olmuştur. Kaypakkaya yoldaşın katledildiği tarih 18 Mayıs 1973’ü unutmadık, unutmayacağız ve unutturmayacağız.

Proletarya Partisi’nin tarihi, tüm yenilgilere rağmen mücadele de ısrarın tarihidir!

Aldığı örgütsel darbelerden sonra, kendi küllerinden yeniden doğan partimiz, o günden bu yana yüzlerce militanını, kadrosunu ve genel sekreterlerini ölümsüzler kervanına katmış, binlercesi işkencelerle ve zindanlarla yüzleşmiş, pek çok darbeler yemiş, bedeller ödemiş ve ödetmiş bir sınıf mücadelesi tarihinden süzülerek bugünlere gelmiştir. Özellikle 17’lerin şanlı direnişi ve katliamıyla MKP’nin artık “tarih sahnesine karıştığı” söylemlerine karşın, yeniden kendi küllerinden bir ateş topu olarak sınıf mücadelesinde yerini alışı elbette kolay olmamıştır. Sancılı ve zor süreçlerden geçerek bugünlere gelen proletarya partisinin bu izleri hala bünyesinde taşıdığını söylersek yanılmış olmayız. Bunca yaşanmışlıklardan sonra, her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söylersek asıl o zaman yanılmış olur, gerçeğin kendisinden uzaklaşmış oluruz.

Bunca darbelere, gerekli-gereksiz bunca ayrılıklara rağmen hala devrimde ısrarlı, sınırsız ve sınıfsız bir dünya yaratma idealimizden bir adım geri atmamışsak, bu, Kaypakkaya ve enternasyonalist komünist ustalardan aldığımız MLM ideoloji ve siyasi gıdamızdandır. Sınıflı toplumun sınıf çelişkilerini, her komünist partisi kendi bünyesinde çeşitli biçimlerde yaşar. Bundan kaçınmanın mümkün olmadığının farkında olarak, doğru ideolojik ve siyasi mücadele yöntemleriyle, yıkmadan, kırmadan mücadele etmek komünistlerin kaçınılmaz görevidir. Bu mücadelede enseyi karartmanın, umudu daraltmanın zerrece yeri yoktur. Hiçbir mücadele, başından sonuna zaferlerle taçlandırılamaz. Yengiler ve yenilgiler kavganın kuralıdır. Komünistler, bu kuralın bilinci ile hareket ederler. Umutsuzluğa ve karamsarlığa kapıyı aralamazlar. Onlar, sınıflar var oldukça, ezen ve ezilenler arasındaki kavganın boyutu hangi düzeyde olursa olsun devam ettikçe, doğrunun ve haklının mutlak bir gün yanlışı galebe çalacağını bilirler.

52 yıllık mücadele tarihinde, dünya Komünist Partileri tarihinde az rastlanır biçimde defalarca, esas olarak da gereksiz ayrılıklar yaşamış, ciddi anlamda örgütsel yenilgilerle yüzleşmiş, zaman zaman “sağ”a, zaman zaman “sol”a savrulmuş önderliklere tanık olmuş, birçok parti genel sekreterini mücadelenin en zor koşullarında ölümsüzlüğe uğurlamış, yüzlerce çok değerli kadrolarını, üyelerini ve militanlarını ölümsüzler kervanına katmış bir partinin hala dimdik ayakta duruşu ve sosyalist devrimde ki ısrarı küçümsenecek, yabana atılacak ve üzerinde tepinecek bir durum değildir. Kimi taktik hatalar, zayıflıklar, yetmezlikler 52 yıldır sürdürülen ve bundan sonra da yere daha sağlam basarak sürdürülecek olan devrimdeki ısrarımızı öteleyemez, Kaypakkaya güzergâhındaki yürüyüşümüzden alıkoyamaz. Evet, hatalarımız, zaaflarımız ve yetmezliklerimiz var, bundan sonra da olacaktır. Önemli olan bu değil. Önemli olan bunlardan arınmasını becerebilmektir. Ki bundan en ufak bir kuşkumuz yok. Dimdik ayakta duruşumuz bunun kanıtıdır.

Kaypakkaya’ya layık olmanın yolu, Marksizm’in dogma değil eylem kılavuzu olduğunu hatırda tutmaktır!

Gerek ülkemizde ve gerekse dünya genelinde sınıf mücadeleleri çok ağır koşullar altında yürütülmeye çalışılmaktadır. Bir yandan emperyalistlerin pazar dalaşları ve bunun sonucu olarak milyonlarca insanın katledilmesi, milyonlarcasının göçebe olarak kendi topraklarından uzak coğrafyalarda bir dilenci misali yaşamını sürdürmeye zorlanması, bölgesel savaşlarla yetinmeyen emperyalistler, dünya halklarını üçüncü bir dünya savaşı ile “tehdit” ediyor olması (ki bu tehdidin gerçeğe dönüşmesi hiç de ihtimal dışı değil), tek tek ülkelerdeki faşist devlet terörünün kitleleri sindiren boyutu, Komünistlerin başta işçi sınıfı olmak üzere, kitleler içinde yaygın bir örgütlülüğünün olmayışı söz konusu ağır koşulları fazlasıyla beslemektedir. Kuşkusuz daha pek çok olumsuzluk ve bunlardan payımıza düşecek olanları sıralamak mümkün. Ancak komünist Önder Kaypakkaya’yı andığımız bu makalede onca meseleyi irdelemek pek olası değildir.

Birkaç meselenin altını çizerek yazımızı sonlandırmak durumundayız. Emperyalist savaş tamtamları çalıyor. Bugün acil olarak komünistlerin önündeki görevlerinden biri, gerek bölgesel ve gerekse ihtimal dışı olmayan ve kendisini her durumda hissettiren üçüncü emperyalist paylaşım savaşını önlemek adına, sınıf işbirlikçi, şoven, milliyetçi politikaları dışlayarak, halklar arası bir barış politikasının güncellenmesi, olmuyorsa savaşların tek tek ülkelerde, proletarya önderliğinde iç savaşlara çevrilmesi politikasının izlenmesi ve dünya halklarının bu anlayış çerçevesinde örgütlendirilmesi uluslararası komünist hareketin acil görevleri arasında olmalı.

Geniş halk yığınlarının henüz sosyalist devrim için bir araya gelip örgütlenmedikleri veya örgütlendirilmedikleri bu süreçte, faşist diktatörlüğün ekonomik ve demokratik haklara yönelik yürüttüğü yoğun saldırıları karşısında, devrimin dostlarının bir araya gelmeleri ve militan bir mücadele yürütmeleri Türkiye- Kuzey Kürdistan coğrafyasında, devrimin ve halkın çıkarı için olması gereken bir tutumdur. Devrimci ittifaklar ve komünistlerin birliğine dair ısrarımız bundan ötürüdür. Yani, grup veya grupların değil, halkın ve devrimin çıkarları için ısrar. Halk düşmanlarının topyekûn saldırıları karşısında, devrimden çıkarı olanların topyekûn direnişlerini örgütlemek ve aynı zamanda proletarya partisinin kitlelere güven verebilmesi ve örgütleyebilmesi için, legal ve illegal mücadele biçimlerinin birbirleriyle ilişkilenmelerini doğru ele alıp militan bir mücadele ruhuyla omuzlarındaki tarihi sorumluluk görevini yerine getirmek durumundadır. Legal ve illegal örgütlenme meselelerini siyasi, askeri, demokratik ve ekonomik olmak üzere bu üç sacayağı üzerinde inşa edip, devrimin, devrimci zor yoluyla gerçekleşebileceği esasına göre hareket etmek durumundadır.

İşçi sınıfının dağınık ve yeterince örgütlü olmadığı, sendikaların önemli derecede işlevsiz hale getirildiği, ancak her şeye rağmen işçi sınıfının ağırlıklı olarak ekonomik ve demokratik talepli eylemlerinin her geçen gün kendisini biraz daha hissettirdiği bu süreçte, proletarya partisinin işçi sınıfı içerisinde örgütlenmesi vazgeçilmezlerimizin başında gelmektedir. Sınıfa dönük örgütlenmedeki hata ve yetmezliklerimiz mutlaka açığa çıkartılarak, meselenin önemi bilince çıkartılmak olmazsa, olmazımız olarak kavranmalıdır.

Genel olarak uluslararası komünist hareketin önemli bir sorunu haline gelen tasfiyeciliğin ve revizyonizmin, proletarya partisinde de izler bıraktığı gerçeğini görerek, içeride ve dışarıda ideolojik ve siyasi mücadeleyi, olması gereken doğru mücadele metot ve ilkeleriyle MLM ilkelere sarılarak yürütmek, her zamankinden çok daha büyük bir zaruriyet haline gelmiş durumdadır. Diğer yandan, devrimin zora dayalı araç ve yöntemlerini yaratmak ve aktif hale getirmek günümüz sınıf mücadelesinin en acil meselelerinden biri olduğu gerçeğini görmek gerekir.

Kısacası, komünist önderimizi katledilişinin 51. yıl dönümünde anarken, O’na layık olabilmek için, gelişmelere sırtımızı dönmeden, somut şartların somut tahlilini MLM ilkeler çerçevesinde yaparak, devrimin bilimsel yolunda ilerlemekle mümkün olabilir.

Önceki İçerikDP’ye Yanıt: Bütün Sorunlar Devrimcilikle Reformizm Bağlamında Tarif Edilemez 
Sonraki İçerikGelişme Süreci ve Sonuçlarıyla 2024 Yerel Seçimleri