Kapitalizm (mevcut aşamasıyla emperyalizm), dünya çapında sadece insanlığı değil, insanlığın “uygarlaşma” yolunda üzerinde kendisini inşa ettiği doğayı da sıra dışı yıkıma uğrattığı tarihsel bir süreçten geçmekteyiz. Bu sıra dışı koşulları tarihsel-güncel muhtevası ile birlikte analiz etmek, neden ve sonuç diyalektiğini doğru kurmak, sorunlar kapsamında ortaya konan sentezlerin bilimselliği açısından ilk adımdır. İkinci adım ise, sorunların çözümüne ilişkin ortaya konulacak genel siyaset ve özgün durumlarda izlenen pratik-politik çizgi meselesidir. Bu genel doğrudan hareketle, Ekolojik krize ilişkin çalışmamızda, ilk elden sorunun kaynağı üzerinde bazı analizler yapmaya çalıştık.
Kapitalist sermaye birikim modelleri, insan ve doğa üzerinde aşırı kar hırsına göre tahkim edilmiş sömürü, sermayenin yayılma-büyüme hedefleri, tekelleşme, rekabet, emperyalist savaşlar ve bunun insan ve doğaya yıkıcı geri dönüşü konusunda, yazı dizimizin ilk bölümlerinde önemli vurgular yaptığımız kanaatindeyiz. Yıkım ve talan denkleminin yarattığı sosyal, iktisadi, ekolojik krizler sarmalında, özünden kapitalizm, sınıfsal karakterine ihanet ederek insanlığa farklı bir dünya arayışı dayatmaktadır. Bunu burjuvazinin iradi bir tutumu olarak değil, kapitalizmin yarattığı derin krizlerin kitlelerde yarattığı arayış olarak ifade ediyoruz. Yoksa krizler sarmalında kendini “üreten” kapitalizm, her krizden kendisi yaralanmaktadır. Burjuvazinin nemalandığı kriz ortamı devrimci değil, karşı devrimci sonuçlar yaratır. Kapitalist krizleri devrimci dönüşümlere dönüştürecek olan temel özne, proletaryanın siyasal eylemidir. Yani, ekolojik, ekonomik ve siyasal krizlerin iç içe geçtiği, yıkım-sömürü ile gelişen koşulları birbirinden ayırmadan, ama kapitalizmin yarattığı krizlerin özgün yanlarını da yadsımadan, tüm bu olguları devrimci bir sistematik içinde ele almak ve devrimci ilerlemede birbirini besleyen-büyüten niteliğiyle, teorik, örgütsel, siyasal ve somut pratik-politik alanda temsil etmek, devrimci sentez ve devrimci eylem arasındaki diyalektik ilişkinin rolüdür. Bu rol, sınıf bilinçli proletarya öncüsünün omuzlarındadır.
İndirgemeci yaklaşımlardan kaçınmak ve doğru yönelim
Kapitalizmin ürettiği, toplumda ve doğada yıkım olarak icra olan her krizin bilimsel teorik sentezi, sınıfsal niteliği, Marksizm’ in diyalektik-tarihsel materyalist metoduyla açığa çıkarılır. Bu bilimsel metot çerçevesinde, insan doğa ilişkisi ve kapitalist sistemde aldığı biçim konusunda analizler yaparak, ekolojik krizin kapitalizmin krizi olduğunu, bir önceki bölümlerde ortaya koymaya çalıştık. Bunun yanında yazı dizimizde, ekolojik krizin sorumlusu olarak ortaya koyduğu üretimci mantığın devamcısı olarak, Marksizm’ i burjuva düşünceyle aynılaştıran, Marksizm ile ekoloji arasında köprüler kurma iddiası taşıyan, ya da Marksizm’ i direk karşısına alarak teorik-pratik politika üreten, birçok ekolojik hareket ve düşünürün fikirlerine, Marksist pencereden eleştiriler yürüttük. Felsefi temelleri ile Marksizm’ in ekoloji anlayışı, iktisadi temelleri ile ekolojik kriz ve bunun kapitalizmde aldığı yıkıcı düzey, siyasal sınıf perspektifi ile ekolojik krizin çözümünde proletaryanın sınıf bilinci ve çözümün sınıfsal dinamiğini temel referans alarak birçok ekolojik anlayışa ve bu anlayışlara önderlik eden düşünürlere karşı bazı eleştiriler yürütürken, kaba, indirgemeci genellemelere denk düşen sonuçlara düşülmemesi konusunda bir uyarı yapmayı gerekli görmekteyiz. Şöyle ki;
Somut olarak yaşanan ekolojik kriz, kapitalist sistemin krizidir ve bu sorun ancak ki kapitalizm yıkılarak aşılır. Yani proletaryanın önderliğinde sosyalist devrim, ekolojik krize dair çözüm perspektifimizdir. Bunu böyle ifade ederken, iki biçimli indirgemeci yaklaşımdan kopmak gerekir. Birincisi, ekolojik sorunun, proletaryanın sınıf mücadelesi ile kapitalizmin yıkılmasıyla çözüleceğini ifade etmek, kapitalizm koşullarında ekolojik mücadele verilmeyeceği anlamına gelmez, nasıl olsa proleter devrimle çözülür genellemesiyle ötelenemez. Yani, toplumda sınıfsal-sosyal-ulusal bir yığın sorun varken, ekolojik sorunu gündem yapmak asıl sorunlar merkezli mücadeleyi gölgede bırakır yaklaşımı ne kadar yanlış bir yaklaşım ise, ekolojik sorun ile sınıf mücadelesi arasındaki bağı görmeyip buna uygun proleter sınıf siyaseti üretmemekte, bir o kadar yanlıştır.
Kapitalizmin yarattığı tüm sınıfsal-sosyal sorunlar gibi, ekolojik yıkım da sınıf mücadelesinin bir alanı olarak ele alınır ve ekolojik alanın kendi içinde var olan özgünlüklerine göre politika üretilerek, buna uygun örgütsel araçlar yaratılır, yaratılmalıdır. Komünist hareket, çelişkinin özgünlüğünü ve bu çelişkinin toplumsal dinamiğini kriter alarak, bazı alanlara ilişkin özgün örgütlenmeler yaratmakla ve pratik politik sahada bunu, sınıf mücadelesinin bir parçası olarak ele almakla, toplumsal-ekolojik çelişkilere devrimci cevap olabilir. Yani nasıl olsa devrimle çözülür kaba indirgemeci mantıkla, bugünden bazı özgün çelişkilere dair, sınıf eksenli kapsayıcı bir politika oluşturmamak, sadece kapsamlı çelişkileri niteliğine uygun ele almamak değil, aynı zamanda politikasızlıktır. Ekolojik mücadelenin de özgün bir niteliği ve daha geniş toplumsal kesimleri kapsadığı için, bu alana ilişkin bir politika ve örgütlenme sahası yaratmak ihtiyaçtır.
İkinci olarak, ekoloji sorununu, sadece kapitalizm sınırlarına hapsedilemez. Kapitalist sistemde yaşanan yıkıcı düzeyi ve bunu yaratan iktisadi temel ortadan kalksa da “insan-doğa” ilişkisi, emek faaliyeti ile insanın doğayı ihtiyaçları için biçimlendirme eylemi, doğal kaynakların kullanım ve korunma konusu sosyalist toplumda da aktüel bir sorundur. Tam da bu eksende, sosyalistlerin iktidar süreçlerinde, ekoloji konusundaki politikaları tayin edicidir. Yani proletaryanın sınıf iktidarı, proletaryanın burjuvaziye karşı ideolojik-siyasal egemenliği olduğu kadar, kadın, ekoloji, ulus ve azınlıklar meselesinde, burjuva sınıf çizgisinden cepheden kopuş değerleri üzerinden inşa olmaktadır. Tarihsel süreç gerekçesi ya da koşullar, sanayi kalkınma hamleleri, üretici güçleri geliştirme teorileri baz alınarak, insan-doğa ilişkisinde, MLM bakış açısını yadsıyan her politik konsensüs, sosyalizmin ilkelerinden uzaklaşmış demektir.
Tarihsel bir hafızanın kısaca izahatı olarak, insanlık toplumsal yaşamının varlık koşullarını emek süreciyle oluşturmaya başladığı ve bu sürecin emek ve doğa sömürüsüyle palazlanan özel mülkiyet sistemini oluşturması evrelerine kadar, doğa ile ilişkisi gerilimli olmuştur. Bu gerilim tekil olarak insan ile doğa arasında değil, emek süreciyle toplumsallaşan üretim biçimi ve ilişkileriyle doğa arasındaki gerilimdir. Genel anlamda özel mülkiyet dünyası ve özel olarak kapitalizm, bu gerilimin en yıkıcı halidir. Oysa, emek süreciyle insanın kolektif yaşamını toplumsal ilişkilerde örgütleme tarzı, insan-doğa ilişkisini birbirine paralel ve birbirine indirgemeden düzenler. Sosyalist toplumsal örgütlenme, insanı ve doğayı karşı karşıya getiren bir iktisadi-siyasal kurumsallaşma değil, aksine insanın ve doğanın evrimi arasında uyum sağlama anlayışıdır. Kapitalizmin yıkıcı-talancı tahribatına son verilse de sosyalist toplumun kendine özgü iktisadi yapısı içinde de ekolojik dengeyi koruma, başlı başına sosyalist inşa sorunudur. Bunu göz ardı eden bir programın sosyalist niteliği tartışmalıdır.
Marks ve Engels’ in, Alman İdeolojisi adlı eserlerinde ifade ettiği gibi, “Her şeyden önce şunu belirtmekte fayda var, insanın bilinçli faaliyetleriyle doğayı değiştirmesi, her üretim tarzında farklı etkilere, sonuçlara neden olabileceği gibi farklı nedenlerden kaynaklanabilir”. Marks ve Engels yoldaşların işaret ettiği gibi, insan-doğa ilişkisindeki yarılma, ekolojik sorunlar, insanın doğayı kendi ihtiyaçları için değiştirme, kendini üretme ve üretirken toplumsal uzvu olan emeği nasıl yeniden üretebileceğine dair gerçekleşen faaliyetler ortamında filizlenir. Kapitalist sistemin yağmacı iktisadi ilişkilerinde ekolojik kriz, hep derinleşerek yol alırken, ekoloji sorunu sadece kapitalizmin nesnelliğiyle açıklanıp daraltılamaz. Demek ki, ekolojik kriz ve ekoloji sorununa yanıt ararken, kapitalizmin yıkıcı ilişkilerinin güncel karşılığını analiz eden bir sınırlılıkla değil, kapitalizm koşullarında verilen ekolojik mücadelenin sosyalist siyasette niteliğe dönüşecek tecrübeyi biriktiren bir politikayla ele almak gerekir. Sosyalist iktidarın kendini kurma faaliyeti, ideolojik, siyasal, iktisadi, kültürel, örgütsel (proletarya devleti dahil), MLM ilkeler üzerinden olsa da bu ilkeler, proletaryanın tüm mücadele süreçlerinde elde ettiği birikimler nazarında daha ileri düzeyde temsil edilir. Özetle, kapitalist üretim tarzının yarattığı “ekolojik krizi” gündemli mücadele, sosyalist toplumun ekolojik planlamalarını kendi içinde taşır. Her üretim tarzında, insan ve doğa ilişkisinde yarılma olacaktır, bu yarılmayı insan-doğa ilişkisinin uyumunda, birbirine besleyen muhtevada örgütlemek, üretim tarzının yanında, bir siyaset sorunudur.
Lenin ve Bolşeviklerin tecrübesinden bir örnek, konumuz açısından faydalı olacaktır. Çarlık Rusya’nın yıkıntıları, savaş koşullarının enkazından, sanayileşme, iktisadi kalkınma, toplumsal yaraları sarma ortamında, Lenin, tüm bu ihtiyaçları, doğanın korunması ile dengeleyerek ele aldı. Sosyalist pratik bağlamında bir deneyime sahip olunmamasına karşın, teorik olarak Marks’ın “insan-doğa ve metabolik ilişkisi” (yazı dizimizin ikinci ve üçüncü bölümünde bu konuyu ele almıştık) bilimsel görüşünü esas alan Lenin, sosyalist toplumun sadece insan sömürüsünü değil, aynı paralelde doğa sömürüsünü de ortadan kaldırma sürecinin inşası olarak ele aldılar. Ekim devriminin yaratıcıları olan Lenin önderliğindeki Bolşevikler, somut olarak kapitalizmin doğa üzerindeki yıkıcı etkilerini, iktisadi-siyasal temelde açığa çıkardılar ve sosyalist sanayileşme sürecinde, ekolojik dengenin korunmasını, üretici güçlerin gelişiminin ve iktisadi kalkınmanın bir parçası olarak ele aldılar. Marks ve Engels’ in temel fikirlerini, Rusya’ da sosyalizmin inşasında temel referans alarak, devrimci pratikte geliştiren Lenin’e rağmen, sonraki süreçler ekoloji konusunda önemli hataların yaşandığı yıllar olmuştur.
Lenin ve Stalin sonrası, proletarya iktidarı önderlik kurmayı parti içinde gelişen revizyonist-burjuva çizginin payını ortaya koymak sorunun bir yanıdır. Ama diğer yanı, sosyalist sanayileşmede, sosyalizmin doğa ile uyumlu üretim modeli çizgisinde, koşullar adına yaşanan önemli sapmaların da payını görmek gerekir. Yani, Sovyet ekolojisinin temeli bilimsel ve politik adımlarla şekillenip ilerleme sürecinde, ekoloji konusunda çok ileri bir düzeyi temsil ederken, Sovyetler birliğinde oluşan çevre bilincinde bir sıçrama yaratırken, sonraki yıllarda gerek sosyalist sanayileşmenin ana ilkelerinden savrulmadan kaynaklı ve gerekse de devrimin önder gücü içinde yaşanan burjuva savruluştan kaynaklı, önemli tarihsel hataların oluştuğu bir “deneyim” olmuştur. Bu tarihsel referansı şunun için veriyoruz. Kapitalizmi tarihin çöplüğüne gömmek, proletaryanın siyasal zaferi açısından ve insanlığın ilerleyişi açısından, nitel bir düzeydir. Ve sosyalizm, kapitalizmin tüm kötülüklerini çözmenin devrimci iktidarıdır. Ama bu sosyalist inşanın kendi içindeki çelişkili süreçlerine devrimci müdahalelerin bittiği bir tarihsel evre olduğu anlamı taşımaz.
Sosyalist toplumda, (emek faaliyeti ve üretim ilişkisi ana halka alınarak) tıpkı sınıfların varlığı gibi, insanın toplumsal emek faaliyetinin doğa ile arasında çelişkili durum varlığını korumaktadır. Bunu komünist topluma ulaşma hedefiyle aşma, bir siyaset sorunudur, iktisadi bir politika sorunudur. Proletaryanın bilimsel dünya görüşünden uzaklaşarak inşa olacak bir siyaset, kapıyı kapitalist dünyanın yıkıcı niteliğine açar. Proletaryanın bilimsel siyasetinde ilerleyiş, insan ve doğa ilişkisinin diyalektik uyumunda nitelik kazanan özgürlükler dünyasına kapıyı açar. Bugün kapitalist dünyanın insan-doğa sömürüsünde kriz hali almış ekolojik krize karşı mücadele ederken, bu sınıf perspektifi ile sadece bugünün sorununa cevap aramakla sınırlı değil, gelecek toplum ütopyamızın sorunlarına cevap arama anlayışı ile sürece dahil olmak durumundayız. Çünkü mücadele sürecindeki her tecrübe, proletarya iktidarında ileri bir niteliği tarif eder.
Ekolojik mücadele, kapitalizme karşı verilen mücadelenin bir parçasıdır
Bugün pek çok ekolojik anlayış, tarihsel anlamda önderlik çizgi ayrışımı yapmadan, yaşanmış “sosyalizm” deneyimleri üzerinden toptancı bir eleştiri yaparak, ekoloji merkezli bir dünya görüşü tasavvuf etmektedirler. Marksizm’e, sosyalizme karşı tutumları, bu toptancı anti bilimsel yöntemden beslenmekte, burjuva liberal aydınlanmacı çizgilerini bura üzerinden savunuya dönüştürmektedirler. Ve son tahlilde, pratik-politik olarak özünde kapitalist sistem içi (önemli oranda ekolojik hareketlerin kapitalizm eleştirilerine karşın) “çözüm” arayışları bu teorik savunular üzerinden şekillenmektedir. Komünistler, ekolojik krizin temel nedenini, kapitalist iktisadi yapı olarak ortaya koyarken, ekolojik mücadeleyi, kapitalizme karşı verilecek siyasal mücadelenin bir parçası olarak telaki ederler. Bu konuda her türlü fikir bulanıklığına karşı tutumları, proletaryanın sınıf tavrı ekseninde nettir. Ama özünde kapitalist çevrimsel döngüler içinde bazı “çözümler” arayan, kapitalizmi sorunun kaynağı olarak “gören” fakat onu tarihe gömecek olan yegâne sınıf proletarya ve onun bilimsel dünya görüşü ile arasına mesafe koyan ekolojik anlayışlarla (bu ekolojik anlayışlar yek fikir değildir ve birçok farklı çizgilerde temsil edilmektedirler.) mücadele meselesi başka bir muhteva taşırken, “ekolojik kriz” olarak dünya çapında ciddi bir sorun ile mücadele başka bir muhteva içermektedir.
Ekolojik mücadele, kapitalizme karşı verilen mücadelenin bir parçasıdır ve siyasaldır. Fakat komünistler, teorik-ideolojik çizgi ve siyasal çizgi kapsamında ekolojik hareketlerle, anlayış çerçevesinde bir mücadele yürütürler ve özünde ekolojik hareketi, sınıf hareketinin perspektifinde konumlandırmaya çalışırlar. Yani, teorik, ideolojik, pratik-politik sahada sürdürülen bu mücadele, ekolojik hareketlerle komünist hareket arasına duvarlar örme mantığı ile değil, ekolojik hareketlerle proletaryanın sınıf hareketi arasında bir bağ kurma perspektifi ile ele alınmaktadır. Komünist hareketin, teorik, ideolojik, siyasal, pratik politik kapsamda ekolojik hareketlere önemli temel eleştiriler yürütmesi, ekolojik hareketlerle (direk burjuvazi tarafından kurulan ve finanse edilen hareketleri tartışma dışında tutuyoruz), birçok çevre sorununda yan yana gelmeyeceği anlamına gelmez. Komünistlerin bilimsel eleştirisi ve tutumu, birleşebileceği güçlerle daha ileri ve nitelikli düzeyde, mücadelenin muhtevasına uygun araçlarla birleşmeye hizmet eder.
Özetle; yazı dizimizde birçok detayı ile ekolojik hareketlere karşı sürdürdüğümüz eleştiri, teorik, siyasal ve ideolojik alana ilişkindir. Pratik politik arenada, ekolojik mücadele konusunda, birçok ekolojik hareketle ortak hareket zemini yaratmak, mevcut koşullarda proletaryanın devrimci siyaseti gereğidir. Eleştirilerimizden bunun tersi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Diğer yandan, kapitalist sistemin yıkıcı-talancı niteliğinin teşhiri ve kitlelerde ekolojik mücadele konusunda önemli duyarlılıkların oluşturulmasında, ekolojik hareketlerin önemli katkıları olmuştur. Komünist-devrimci hareketin, ekoloji konusunda sistemli bir politik-pratik hat öremediği tarihsel koşullarda, ekolojik hareketlerin yaptığı katkıyı reddetmek, inkarcılıktır, komünistlerin yaklaşımı değildir. Proleter sınıf hareketi, teorik-siyasal- ideolojik kapsamda ekolojik hareketlere eleştirilerini yaparken, bunun pratik-politik alanda ekolojik hareketlerle, ekoloji ve çevre sorunlarında ortak paydada buluşmama ekseninde değil, aksine ortak paydada buluşarak, sınıf hareketi ile bağını kurmaya çalışarak ele alır, pratik politik alanda ortaya çıkan bu birikimleri sahiplenerek daha ileri düzeyde temsil etme siyaseti benimser.
Proletarya partisinin merkezi ele alışı bu konuda son derece açıktır. “Kapitalist tekellerin temeli olan özel mülkiyetçi servet biriktirme anlayışı, yaşam alanlarının yok edilmesine yol açarken, kent ve kırlarda halk kitlelerinin de direnişlerinin gelişmesini de beraberinde yaratmaktadır. Köylülerin HES’ler ve barajlara karşı yürüttüğü mücadeleler yaşam alanlarının yok edilmesine karşı ileri bir direniş kimliğini yansıtmaktadır. Bu anlamda yaşam alanı olarak doğa ve doğal kaynaklar ile daha uyumlu köy toplumunun doğanın işgal edilmesine duyduğu tepkinin kaynağı olarak yaşamlarının da işgal edildiği gerçekliğini görmeleridir. Sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşmesi yaşamın ele geçirilişinin her düzey ve bağlaşıklarda derinleşmesi, genel anlamda emekçi sınıfların kapitalist vahşete daha açık biçimde görmelerine yol açmaktadır. Bu bağlamda ekolojik direniş (köylülerin direnişi) içerik olarak anti kapitalist, anti emperyalist mücadeledir. Bu bağlamda genel bir yönelim olarak doğa sorununda düne oranla daha olumlu bir pratiğin kitleler tarafından icra edildiği gerçekliği söz konusudur. Yine buna bağlı olarak birçok çevre örgütü oluşmuş durumdadır. Nükleer karşıtından, maden kaynaklarının işgal edilerek yok edilmesi ve doğal yıkıma yol açan uygulama karşı vb. özgün duruma bağlı örgütlenmeler gelişmektedir. Bu çalışmalar olumlu ve iyi-ileri- bir durum olarak anlaşılmalıdır. Buna rağmen sorunun en temel içeriğine dair, önemli bir sorun olarak, bilinç, yani ideolojik zihniyet sorunun derinliğine anlaşılmasında eksiklerin olduğudur. Çevre örgütlerinin sadece çevreyi koruma perspektifi ile hareket etme yönelimleri ile çevre üzerindeki yıkımı teşhir edebilir ama çevreyi koruyamazlar. Çünkü bu hükmetme aynı toplumun fethedilmesi sürecinden bağımsız değildir, özel mülkiyetçi sınıflı devlet yönelimli toplumsal sistemlerinin insan üzerindeki egemenlik ve tahakküm ilişkilerinden bağımsız değildir. İnsanı sömürme, insana yabancılaşmayla beraber, doğayı sömürme ve yabancılaşmasıdır. Aynı zamanda doğaya egemenlik üstünlük yönelimi, insana egemenlik üstünlük yönelimi olduğu daha derin kavranmak durumundadır. Bu bağlamda insan-doğa ilişkisinin komünal toplumsal yönelime uyumlu ele alınması bütün fikri ve uygulamalı alanlarda kökleştirilmesi gerekmektedir. Salt çevre bağlamında kalmak tecrit bir durum olarak öz karartmasına yol açmaktadır. Bütün sorunlar toplumsaldır. Yıkılan toplumsallıktır. Yıkan özel mülkiyetçi toplumsal sistemler silsilesidir. Bu bağlamda çevre örgütlerinin perspektiflerini ilerletmeleri doğru toplumsallaşma için zaruridir” (MKP III. Kongre Belgeleri, sf. 196-197).
Marks ve Engels’ in, felsefi, iktisadi ve sınıf mücadelesi realitesi üzerinden teorik kuramsal olarak bilimsel temelini oluşturduğu ve Lenin önderliğindeki Ekim devrimiyle somut pratik bir politika olarak ele alınan ekoloji sorunu, komünist hareketin hazinesinde önemli bir tecrübe olsa da kapitalizmin yıkıcı süreçlerine karşın, bu sorun komünist hareketin gündemine, ihtiyaç boyutu ile sistemli olarak gelmemiş ve bir nevi bu boşluk, çevre-ekolojik hareketler tarafından “doldurulmuştur”. Ama bu sorunun kaynağına karşı gelişen bir mücadele çizgisinden öte, bir toplumsal duyarlılık oluşturma eksenindedir. Bu anlamıyla çevre ve ekolojik hareketlerin demokratik muhtevasını sahiplenerek, proletaryanın siyasal bilincini taşımak, sosyalistlerin, devrimcilerin omuzlarındadır.
Bugün küresel iklim değişikliği, kuraklık, çölleşme, türlerin yok olması, sermayenin aşırı kar hırsı ve rant ilişkisininim yıkıcılığı-talancılığı, devrimci politikanın önemli uğrak noktalarından biri konumundadır. Kapitalizmin krizi olarak ekolojik yıkım, çürümüş sistemi geniş yığınlar özgülünde teşhir etmektedir. İkincisi, “ekolojik kriz”, dünya çapında çok geniş bir toplumsal kesimi harekete geçirmektedir. Bu bir boyutu ile avantaj iken, proleter sınıf hareketi açısından bazı dezavantajları da içinde taşımaktadır. Şöyle ki, proleter sınıf hareketi ile zayıf olan ilişkilenme, çevre duyarlılığı ekseninde itiraz eden geniş kitle potansiyeli üzerinden, burjuva-liberal, demokratik anlayışların zemin bulmasına olanak sunmaktadır. Kapitalist “çözüm” projelerinden, “eko formlu” birçok toplumsal sistem teorisi, proleter sınıf hareketinden kopuk ve özünde burjuva dünya ile temaslı fikirler, bura üzerinden inşa olmaktadır. “Ekolojik politika, ekolojik demokratik toplum, ekolojik devrim” vb. gibi söz konusu kavramlardaki eleştirimiz, teorik alandan öte, siyasal alana ilişkindir.. Tartışma konumuz bu kavramlara giydirilen siyasettir. Bu siyasette sınıf mücadelesi, tarihin nostaljik hikayesi olarak okunmaktadır. Ve proletarya biliminin ezilen ve sömürülenleri devrimci mücadelede örgütleyerek, yeni bir dünyaya yürüyüşü, bu siyasetin kapsam alanı dışındadır. Yani bu kavramları teorize ederek yaratılan politik aidiyet ve siyasal çizgi, bir ilerlemeyi değil, kapitalist statükolar içinde “demokratik” alan aramadır. Kapitalizmin krizi olan ekolojik yıkımla bağ kurma adına, birçok “sosyalist” etiketli hareket, somut olarak bu savruluşu yaşamıştır. Marksizm’ i ekolojik sorunda yetersiz bulup, ekolojik düşünürlerin cenahına iltica eden “sosyalistlerden”, güncelleme adına Marksizm’i sulandıran “sosyalistlere” kadar, ekolojik mücadelenin sınıf mücadelesi olan kopmaz bağını yadsıyıp, çevreci reformizmi savunan “hatırı sayılır” bir kesim bulunmaktadır. Sosyalizm yerine eko formlu bir sistem önerisi, ezilen bağımlı ulusların kendi kaderini tayin etme yerine “ekolojik demokratik toplum” projesi, bu “şenlikli” dönemeçte duran anlayışların ortaya attığı tezler. MLM’nin, sınıfsal çelişkileri ana halka alarak, sosyal-ulusal-ekolojik çelişkileri aşma konusundaki referanslarının, “toplumsal hareketçilik” anlayışı tarafından rafa kaldırılması, burjuva ideolojik dokunun sosyalist cenahtaki bir üretimidir. Bunun etkilerini ekolojik kriz ele alışında da dışa vurmaktadır. Yani ekolojik kriz, sınıf analizi düzeyinden, toplumsal hareketlerin tartışma düzeyine kaydırılması, ideolojik-siyasal savruluşun sadece bir örneğidir.
Sorun insan değil, toplumsal tarihsel koşullardır
Ekolojik krizin analizi gibi, ekolojik mücadeleyi, sınıf çelişkileri normlarıyla pratik-politik sahada örgütlenmek, teorik düzeydeki tartışmalarla sıkışmış sorunu aşma yönünde ilk adımdır. Yani siyasal olarak, emek hareketiyle dirsek ilişkisi kurularak ekolojik mücadele ele alınırsa, neden ve sonuç diyalektik denklemi doğru kurulmuş olacaktır. Ekolojik kriz tartışmaları ve somut ekolojik krize dair kavramlaştırmalar hatalı eksende yapıldıkça, ekolojik mücadeleye ilişkin belirlenen politika da hatalı eksene kayacaktır. Mesela, kapitalist üretim biçimi ve birikim modelleri yerine, insan ile doğa arasındaki ontolojik karşıtlığın referans alınması, doğanın dışında bir gerçeklik olarak tanımlanan insanın, doğaya yabancı etkileri üzerinden ekolojik kriz ortaya konulduğunda, sorunun çözümü tüm insanlık uygarlığı olarak genelleşerek, ekolojik mücadelenin siyasal muhtevası çözümsüzlüğe havale edilmektedir. Ya doğayı korumak için insanlığı imha edeceğiz ya da insanlığın yaşamını sürdürmesi için doğayı yıkmaya devam edeceğiz. Kurulan denklemin özeti bu.
Bu konuda MLM’nin, tutumu açıktır. Ekolojik kriz ve ekolojik mücadeleyi, sınıf ekseninden savruluşun zemini haline getirmeye çalışan tüm anlayışların karşısında, MLM anlayışla durmak, soruna dair ortaya konulan siyaset ve örgütlenme araçlarına da niteliğini verecektir. Bugün ekolojik kriz olarak vuku bulan insanın toplumsal emek faaliyeti ile doğa arasında yaşanan yarılma, üretim ilişkileri ölçeğinde, özel mülkiyet üretim (kapitalizm) tarzının “eseridir”. Ve ekolojik kriz, doğadan insan sınırlarına kadar genişlemiştir. Yani ekolojik krize karşı mücadeleyi, insan faaliyeti ve doğanın cisimleştiği, toplumsal emeğin var olma ve sömürülme biçimi açığa çıkaracaktır. Bu açıdan sosyalistler, sorunun kökenine “insanı” değil, insan emeğinin biçimlendiği tarihsel-toplumsal koşulları referans alarak, yıkan- talan eden-sömüren iktisadi ilişkilere karşı, ezilen ve sömürülenlerin özne olma gücünü örgütler. Ekolojik mücadelenin kapitalizme karşı mücadele olduğu gerçeği bura üzerinden somutlanır. Ve kapitalizme karşı mücadelenin en keskin safı, proleter sınıf hareketidir. Sosyal-ekolojik tüm çelişkilerin bu keskin safta örgütlenmesi, bir niyet sorunu değil, çelişkilerin muhtevası gereğidir.
Ekolojik krize karşı mücadeleyi, proletaryanın devrimci eylem kılavuzu önderliğinde kapitalizmin ortadan kaldırılmasının alanı olarak ele almak doğru bir perspektiftir. Ama bu genel doğruyu, dar ve dogmatik olarak ele almak, politika üretmede bir tıkanıklık yaratır. Yani kapitalizmi yıkıp, sosyalizmle sorunu çözme genellemesi, somut yaşanan çelişkilerle doğru politika ve araçlarla buluşturulmadığında, doğru perspektif salt teori düzleminde kalır. Öncelikle doğanın yıkımını, emeğin toplumsal biçimleri arasındaki bağla ortaya konulup, somut politika, örgütlenme araçları ve çözüm anlayışı bütünselliği sağlanmalıdır. Doğa yıkılıyor-talan ediliyor. Bunu kim ve nasıl yapıyor. Buna karşı mücadele edecek özneler kimlerdir ve ekolojik siyaset hangi sınıfsal niteliğe göre belirlenecektir. Ekolojik krizde, bu soruların muhatapları çokludur.
Kapitalist sermaye ve bu sermayenin aktörlerini bir kenara bırakacak olursak, sermaye dışında kalan geniş halk kesimleri, ekolojik krizin mağdurlarıdır. Doğa bunun mağdurudur. Bu demektir ki, ekolojik mücadele, çok geniş kesimleri kapsamına alacak bir mücadeledir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin stratejik, demokratik örgütlenme araçları bu mücadelede önemli roller alsalar da tek başına bu araçlar, ekolojik mücadeleyi geniş sosyal dinamikleriyle örgütleyecek tek araçlar değildir. Bundan hareketle, ekolojik mücadeleyi, geniş sosyal dinamikleriyle örgütleyecek, kapsayıcı, esnek, doğrudan demokrasi kültürüyle toplumla bütünleştirecek, meşru demokratik örgütlenme araçları, somut durumun ihtiyacıdır. Böyle bir örgütsel aracın ikili rolü vardır. Bir yandan somut ekolojik yıkımı, somut politikalarla örgütlerken, diğer yandan çevre ve ekolojik hareketlerle kurduğu bağ ile, bu birikimi emek hareketi ile buluşturma iddiası taşımalıdır. Somut ekolojik yıkım tahlili ve nedenleri, somut çözüm ve somut siyaset ilişkisinde bir ekolojik programın niteliğini verdiği bu gibi örgütlenme araçları, ayrı bir çalışma konusu olduğundan, bu yazı dizimizde anlayış olarak ortaya koymakla yetineceğiz.
Devamla; doğanın sömürülerek talan edilmesi ve yıkımına karşı mücadele, somut sermaye hareketinin bazı sonuçlarıyla sınırlı bir mücadele değildir. Örneğin, köylülerinin altın madeni işletmeciliğine (Bergama ve İliç gibi), nükleer santrallere, ormanları yok eden imar ve yol projelerine, doğayla uyumlu gelişmeyen kentleşmeye, sermayenin rant ilişkisinin denetimsiz-sınırsız icrasına vb. karşı çıkmak ve bunu yaşanan somut örnekler üzerinden mücadele mevziisi haline getirmek, sorunun bir yanıdır. Kapitalist işletmelerin bu yıkıcı icraatlarına karşı mücadele, bu işletmelerde çalışan işçi ve emekçilere dönük bir perspektiften yoksun olursa, Bergama örneğinde yaşandığı gibi, direnen köylülerle, maden işletmesinde çalışan işçiler, sermayenin aklı tarafından karşı karşıya getirilir. Sosyalistler, ekolojik krizi, sadece çevre tahribatı-doğa yıkımı olarak ele almazlar. Sosyalistler açısından esas sorun, yerkürenin üzerinde ve yer küreyle uyumlu yaşamın yeniden örgütlenmesi sorunudur. Kapitalist ilerlemeci, kalkınmacı, sömürücü ekonomik niteliği ile hesaplaşarak, sosyalist ekonomi politiği, demokrasi anlayışı, komünal toplumcu özü, ekolojik mücadelenin politikası olarak ezilen ve sömürülenlere taşındıkça ve yeni bir yaşam ütopyası ortaya konuldukça, yeni yaşamın özneleri mücadele sahasında birleşir.
Ekolojik mücadele, ekolojik krizin nedeni olan kapitalizme karşı işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin bir alanı olarak siyasal muhtevaya sahipken, tekil yerel odaklı bir sorun üzerinden, genel somut sorunları birleştirme ve bunu somut taleplerle örgütleme muhtevasıyla meşru demokratik bir niteliktedir. Sermaye veya sermayenin egemenlik kurumu olan burjuva devletin bir projesinin, kapitalist üretim birimi kaynaklı (termik santrali, çimento fabrikası, taş ocağı, kimyasal atıkları olan fabrika, kimyasal maden çıkarma tekniği), yarattığı tahribattan kaynaklı (orman, kıyı, mera talanı), kirlilikten kaynaklı (hava, su, toprak kirliliği) canlı ve cansız doğaya arz ettiği risklerden kaynaklı (nükleer, kimyasal, GDO), savaşlardan kaynaklı (kullanılan kitlesel kıyım silahları, kimyasal gazlar ve bombalar) doğada yıkıcı sonuçlarına karşı mücadele, meşru demokratik araçlarla, toplumsal dinamikleri örgütler. Bu gibi zararlı çalışmaların somutluğu üzerinden verilen meşru mücadele, karşı çıkılan zararlı projedir. Ama bu zararlı projelere karşı mücadele, tekil taleplere hapsedilemez. Özellikle, ekolojik mücadelede yanlış eğilim olarak gündeme gelen siyaset üstü anlayışlarla, ekolojik mücadelenin karartılan siyasal niteliği, ekolojik mücadeleyi sorunu yaratan sermaye iktidarları için uysal hale getirmektedir. Ekolojik dengeyi yıkan-talan eden her yereldeki kapitalist proje, başka alanlardaki yıkıcı projelerin parçasıdır. Yani İliç’ ten, Bergama’ ya, canlı-cansız doğayı katleden, sömüren, sermayenin hareketidir. Buna karşı her yerel, genelle birleşme içeriği taşıyan bir mücadele çizgisi ile örgütlenerek, ezilenlerin siyasal mücadelesinin bir alanı olmak durumundadır. “Emperyalist-kapitalist sistem azami kar için dünyayı ve insanı tarihin en görülmedik yok oluş ve parçalanış biçimine girmiştir. Şimdiden doğal dengenin evrimine uygun olmayan bir hız ve biçimle bitki ve canlı türlerinin tükendiği, havada zehirli gaz moleküllerinin çoğaldığı, bir dünya gerçekliği yaratılmış durumdadır. İnsanı, insanın ve doğanın kurdu yapan bu sömürücü sistem ve onun zihniyetidir. İnsanı kurtarmak doğayı kurtarmak, özgürlüğü, etik, ahlak, bilim ve yaşamı kurtarmak, hepsinin özü komünizm ruhu ile mümkündür” (MKP III. Kongre Belgeleri sf. 198).
Sonuç olarak, yazı dizimizle, ekolojik krizin nedenlerine dair belirli analizler ortaya koyduk, ekolojik hareketlere dair bazı eleştirilerimizle, sınıf eksenli mücadele hattı üzerine bazı önermelerde bulunduk. Kuşkusuz bunu tamamlanmış bir tartışma olarak ele almıyoruz. Özellikle ekolojik mücadelenin somut politika ve somut araçlarla örgütlenmesi, kapsayıcı- esnek nitelikle toplumsal güçleri harekete geçirmesi, daha sistemli bir değerlendirme ve tartışmayı ihtiyaç olarak ortaya çıkarmaktadır. Bu gibi sonuç alıcı tartışmalara, ön açıcı olabilmişsek dahi, bu çalışmamız amacına ulaşmış demektir. Somut pratiğin ortaya çıkardığı ihtiyaçlar, bu tartışmaya daha ileri bir nitelik katacaktır.
SON…