Kamusal Alanın Fethi: Onur Haftası

LGBTİ hareketi hem politik zeminden yükselen bir hareket hem de bulunduğumuz coğrafyada yaşanan sorunların birbiri ile bağlantısı olduğunu gören bir diyalektiğe sahip. Dolayısıyla demokrasi güçlerinin bileşenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu konumlanış beraberinde saldırıları da getiriyor. LGBTİ hareketin politik konumlanması böyle bir yerde dururken toplumsal muhalefette ise homofobik ve transfobik bir ittifak söz konusu. Bu sebeple LGBTİ’lere yönelen herhangi bir saldırıda toplumsal muhalefeti bir araya getirmek, güçlü bir karşı koyuş sergilemek ise zor bir yerde duruyor

HABER MERKEZİ (07.07.2016) – Gazetemizin 125.Sayısında yayınlanan ‘Kamusal Alanın Fethi: Onur Haftası’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

7 Haziran seçimleri sonrası yaratılan atmosfer topyekûn bir savaş sürecini beraberinde getirdi. Suruç katliamı ile başlayan bu süreci Amed, Ankara katliamları ve peşi sıra Gever, Sûr, Nisebîn’de yaşanan katliamlar izledi. İktidarın ayrıcalıklı konumunu koruma ve bu konumu daimi hale getirme isteği; şehirlerin abluka altına alındığı, gözaltında kayıpların çoğaldığı, vahşet bodrumlarında yüzlerce insanın yakıldığı, demokratik hak ve taleplerin tümden askıya alındığı, faşist, ırkçı, tekçi anlayışın tüm topluma yayılmaya çalışıldığı, bir arada yaşam umuduna karşılık öfke, kin ve nefretin yayıldığı bir ülke yarattı.

Tek devlet, tek millet, tek din söylemleri eşliğinde işledikleri suçların hesabını vermek istemeyen muktedirler ellerindeki tüm araçlarla şiddetin dozunu arttırmış, toplumsal muhalefeti yok etmek için korku iklimini hâkim hale getirmiştir. Son 1 yılda neredeyse her ay bombalar patlatılmış, ilçeler şehir savaş uçakları ile bombalanmış, ülke açık bir mezarlığa çevrilmiştir.

Tüm bu saldırılarla toplumsal muhalefetin kazandığı mevziler hedef alınarak bir arada durduğumuz alanlar dağıtılmaya çalışılmıştır.

İktidarın başlattığı bu topyekûn savaş genişleyerek içine akademisyenleri, gazetecileri, inanç gruplarını, göçmenleri de alarak palazlanmış, nefret kültürü körüklenmiştir.

Bu saldırıların son örneği ise 7. Trans Onur Haftası ve 14. LGBTİ Onur Haftası’nın örgütlenme sürecinde görüldü. “Ramazan ayı,” “Kutsal aylar,” “İslami hassasiyet,” “İslam’a hakaret” gibi söylemlerle Onur Haftaları manipüle edilmiş, Valilik ve devlet erkânından gelen açıklamalarla yürüyüş yasaklanmıştır.  

Sendikaların dahi alan kaybettiği bir dönemde LGBTİ’lerin alan ısrarı toplumsal muhalefet açısından önemli bir yerde durmaktadır. Müslüman Anadolu Gençlik, Alperen Ocakları gibi selefi, paramiliter güçlerin dâhil olduğu, 3 IŞİD çetesinin saldırı hazırlığında yakalandığı, valiliğin yasak koyarak engellemeye çalıştığı iki haftada tarihine yaraşır bir şekilde gerçekleştirildi.

Trans Onur Haftası Komisyonu’nun Valiliğin yasak kararı ile ilgili  “Vali’nin kararını tanımıyoruz,” “İzin istemedik ki” minvalindeki açıklamaları Stonewall direnişine yakışan bir noktada dururken LGBTİ Onur Haftası’nın “Yürüyüşü iptal ediyoruz. İstiklal’in ara sokaklarına dağılıyoruz” açıklaması ertesinde bütün Taksim’i direniş alanına çeviren iradesi yaratıcılığın önemini bizlere göstermektedir. 

Peki, neden yıllardır müdahale edilmeyen Onur Yürüyüşleri son iki yıldır engelleniyor? 

LGBTİ hareketi hem politik zeminden yükselen bir hareket hem de bulunduğumuz coğrafyada yaşanan sorunların birbiri ile bağlantısı olduğunu gören bir diyalektiğe sahip. Dolayısıyla demokrasi güçlerinin bileşenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu konumlanış beraberinde saldırıları da getiriyor. LGBTİ hareketin politik konumlanması böyle bir yerde dururken toplumsal muhalefette ise homofobik ve transfobik bir ittifak söz konusu. Bu sebeple LGBTİ’lere yönelen herhangi bir saldırıda toplumsal muhalefeti bir araya getirmek, güçlü bir karşı koyuş sergilemek ise zor bir yerde duruyor. Nefret cinayetleri, homofobi, transfobi ya da başka herhangi bir konuda duyarlı olduğunu iddia eden politik kitle örgütleri ya eylemlere hiç teşrif etmez ya da bir temsilci yollayarak bu sorumluluğun altından kalkmaya çalışır. Bunun en berrak örneğini Orlando katliamında görüldü.  Bazı alternatif hareketler açıklama yapmazken bazıları ise katliamın yöneldiği LGBTİ’leri görmezden geldi. Açıklamalarında bu durumdan bahsetmediler bile. Bu homofobik ve transfobik ittifak dünyanın birçok yerinde aynı hattı izledi. Orlando şahsında bu ittifakın evrenselliğini bir kez daha görmüş olduk.

Tüm bu açık ya da bilinçsiz ittifakların ortasında sisteme kafa tutan, anayasal haklarını kullanmakta hiçbir sakınca görmeyen LGBTİ’ler, Taksim ısrarı ile kurulan bu ablukaya açık cevap oldu. Egemenlerin, cihatçıların ve paramiliter grupların tehdidi karşısında kamusal alanı terk etmeyerek tarihe not düştü. Şimdi sıra toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinde. Ya homofobi ve transfobi illetiyle yok olup gitmeye ya da hep birlikte özgürleşmeye! 

Önceki İçerikSürecin doğru okunması ve devrim üzerine
Sonraki İçerikFaşizme karşı gençliğin birleşik mücadelesini örelim