Kahrolsun “faşizm”, yaşasın “faşizm”

Dün Kemalizm hayranlığı ekseninde CHP’nin peşine takılan, faşist Türk ordusundan devrimci kalkışma bekleyen zihniyet ile bugün CHP’den demokrasi bekleyen zihniyet arasında ideolojik-siyasal-örgütsel bağlar oldukça güçlüdür. Hakim sınıf klikleri arasında cereyan eden gerici çelişki ve çatışmalarda komünist-devrimcilerin herhangi bir gerici kamptan yana taraf olma, pozisyon alma tavrı olamaz. Böylesine bir tavır içerisine girenler, bütün cilalı söylemlerine rağmen, objektif olarak taraf oldukları gerici kampın çıkarlarına hizmet ederler. Bugün Birleşik Haziran Hareketi(BHH) şahsında temsil edilen, “cumhuriyetçi-medeniyetçi-modernist” reformizm-revizyonizmin Kemalizme olan hayranlığı biliniyor. AKP-Erdoğan iktidarının gerici-faşist politikaları ve kuşatması karşısında başka bir faşist odak olan CHP ile yan yana yürümek, CHP’yi demokrasi bloğunda değerlendirmek, ahmaklık değilse nedir? Tutarlı proleter bir sınıf tavrından öte, AKP-dini gericilik karşıtlığıyla siyaset örme zihniyetinin buralara savrulması kaçınılmazdı, böyle de oldu. Çeşitli ulus, milliyet ve inançtan Türkiye-Kuzey Kürdistan halkına karşı 90 yıldır her türlü sömürü, baskı, zulüm ve katliamı reva görüp, uygulayan, faşist niteliği tarihsel olarak defalarca ispatlanmış, Kemalizm ve faşist siyasal organizasyonu olan CHP’den hala halkın çıkarına bir şeyler beklemek izahatta zorlandığımız bir durum

HABER MERKEZİ (10.08.2016) – Gazetemizin 127’nci sayısında yer alan “Kahrolsun ‘faşizm, yaşasın ‘faşizm’ başlıklı makaleyi okuyucularımızla paylaşıyoruz.

TSK içerisinde bir grubun, 15 Temmuz gecesi gerçekleştirdiği başarısız darbe girişimi, birçok soru işaretiyle beraber tartışılmaya devam ediliyor. Kuşkusuz hem 15 Temmuz’da yaşanan gelişmeleri hem de öncesi-sonrasıyla siyaset arenasında yaşanan-yaşanacakları devrimci sınıf cephesinden en doğru şekilde analiz edip doğru-devrimci bir konumlanma içerisinde olmak birincil görevimizdir. Bu gerçekliği unutmadan, komünist-devrimci bir direniş cephesi örme ihtiyacı ve görevini bir an dahi akıldan çıkartıp ertelemeden sürece dair fikirlerimizi paylaşmayı önemsiyoruz. Böylesine karmaşık-karanlık bir gerçeklik içerisinde, adeta “At izi ile it izinin birbirine karıştığı” bir konjonktürde, bağımsız-devrimci bir siyasetin ihtiyacına cevap olmak adına da, doğru-bilimsel analiz ve pratik duruşun acil olarak yerine getirilmesi gereken görevlerden olduğunu düşünüyoruz. Bundandır ki, bu makalemizde, 15 Temmuz olayı sonrası bir bütün sol cephede yaşanan gelişmeler, özellikle CHP’nin Taksim Mitingi etrafında şekillenen ayrışma ve tartışmalara dair fikirlerimizi ifade edeceğiz.

Faşizmin restorasyonunda “sol”un rolü

15 Temmuz Darbe Girişimi, uzun süredir büyük bir gerilim hattı üzerinden yürütülen “TC” siyasetinin patlama anlarından birini temsil etmektedir. AKP-Erdoğan iktidarının, hükümete geldikleri andan Gezi-Haziran ayaklanmasına kadar, bir şekilde kontrol edip, yönetmeyi başardığı ülke siyaseti Gezi sonrası, normal sınırlar içerisinde (buradan kastımız faşizmin kendisini parlamento maskesiyle devam ettirme halidir) bir yönetme durumu ortadan kalkmıştır. Ki sonrasında iç ve dış siyasette yaşanan gelişmelerin hepsi, yönetebilmek için sürekli şiddet politikasını devreye koymuştur. Dış siyasette –özellikle Suriye- büyük bir çıkmaza girip, ABD gibi emperyalist efendileriyle dahi önemli çelişkiler yaşayan AKP, içte ise hem Kürt Ulusal Hareketi’nin direnişi ve hem de hakim sınıflar içerisindeki diğer güçlerle yaşadığı çıkar çatışmaları ekseninde büyük bir sıkışmışlık hali içerisindeydi. Gerilimin toplumsal bir patlama ve sol cepheden bir kalkışmaya dönüşme riski, egemen güçleri her zaman tedirgin eden bir tehlike olarak var olagelmiştir. Söz konusu sıkışmışlık ve gerilim halinin, sistem karşıtı tehlikeli bir kalkışmaya dönme riski ve AKP-Erdoğan’ın mevcut şekilde iktidarı daha fazla devam ettirememe halinden kaynaklı, öncelikli olarak dış politikada, halkın deyimiyle “tükürdüğünü yalama” politikası hayata geçirilerek önce Rusya’dan özür dileme, İsrail ile ilişkileri düzeltip yeni bir anlaşma imzalama ve Mısır ile görüşmelere başlama hamleleri geliştirildi. Suriye politikasında da ABD-Rusya eksenli sürece tam riayet açıklamaları yapılarak U dönüşü sinyalleri verildi. Dış politikada attığı bu adımlarla elini biraz daha güçlendirip, soluklanma fırsatı yakalayan AKP-Erdoğan iktidarı, iç siyasette ise 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrası, büyük bir tasfiye ve devleti restore çalışmalarına başlamış durumda. Özellikle ordu ve yargı eksenli yapılan tasfiyeler ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle(KHK), OHAL yetkilerine dayanılarak yapılan düzenlemeler neticesinde Türk ordusunun baştan aşağı yeniden yapılandırılması süreci başlatılmıştır. Söz konusu düzenlemelerin, yeni-acil olarak karar altına alınan meseleler olmadığını da ifade etmek gerekiyor. Esas olarak Pentagon Modeli isimlendirmesiyle anılan yeni model ile Türk Ordusu’nun, ABD’deki gibi bir dizaynıdır söz konusu olan. 15 Temmuz sonrası yaşananların tümü ise tek bir şeye işaret ediyor; AKP öncülüğünde CHP-MHP-ve hatta HDP’nin de dahil edildiği ve sözde “darbelere karşı demokrasi” sloganı eşliğinde Faşist Türk Devleti’nin, parlamenter maskeli burjuva dizaynının gerçekleştirilmesidir. Bu dizayn sürecinde AKP-MHP arasında 7 Haziran seçimleri sonrası iyice ayyuka çıkan işbirliği durumu, 15 Temmuz sonrası CHP’nin katılımıyla önemli bir eşiği geçmiş bulunuyor.

24 Temmuz Taksim Mitingi ve reformizmin sefaleti

15 Temmuz darbe girişimi sonrası, muhtemelen en çok kullanılan kelimelerin başında “Demokrasi” geliyordur. Gerçekleştirdiği katliamlar, gerici politika ve ayyuka çıkan hırsızlık-yolsuzluk gibi bütün pisliklerine rağmen AKP-Erdoğan’ın “demokrasi şampiyonu” ilan edildiği bir süreçten söz ediyoruz. Kuşkusuz gerici-faşist güçlerin başları her sıkıştığında, özellikle halkın desteğini almak için “demokrasi-özgürlük-insan hakları” gibi argümanları pervasızca kullandıklarına çokça tanığız. Hele ki AKP-Erdoğan’ın 14 yıllık iktidarları döneminde de bu yönde nasıl sinsi-riyakâr pratiklere imza attıkları hafızalardadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilen-emekçilerinin AKP-Erdoğan ya da diğer gerici-faşist güçlerden kendi lehlerine herhangi bir adımın atılmayacağını kendi yaşam pratikleriyle onlarca kez deneyimledikleri biliniyor. 15 Temmuz sonrası AKP-Erdoğan’a karşı sarf ettikleri bütün söylem ve iddiaları bir kenara bırakarak, AKP ile demokrasi şampiyonluğu yarışına giren CHP de ibretlik bir fotoğraf sergilemektedir. Daha önce “Saraya ancak soytarılar gider” şeklinde iddialı sözler sarf eden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın daveti üzerine koşa koşa Saray’a gidip “Krala soytarılık yapması” tarihte ender rastlanacak gösterilerden biridir. Aynı şekilde daha önce “Saraya giden ihanet etmiş olur” diyen MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de Kılıçdaroğlu ile beraber “büyük bir ihanet” gerçekleştirmesi demokrasi için olsa gerek.

15 Temmuz sonrası darbe girişiminin başarısız olacağını anlayan CHP, anında pozisyon geliştirerek yeni süreçte kendisine verilecek her türlü göreve hazır olduğunu beyan edip, peşi sıra adımlar atmaya başladı. Bu adımların en önemli ve tartışmalı olanı ise 24 Temmuz tarihinde Taksim’de gerçekleştirilen “Cumhuriyet ve Demokrasi” mitingidir. Gezi-Haziran isyanından bu yana bütün eylemlere kapatılan, ülkemiz tarihinde devrimci güçler ve sol açısından önemli-tarihsel bir yere sahip olan Taksim Meydanı’nın bir anda CHP’ye tahsil edilmesi ve AKP’nin söz konusu mitinge övgüler dizip, katılım göstermesi, kendisini “komünist-devrimci-sol” olarak ifadelendiren bazı güçlerin ise büyük bir heyecan ile CHP’nin kuyruğuna takılarak bu mitinge katılım göstermeleri, düzen cephesinde olduğu gibi sol cephede de büyük bir yarılma olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. 24 Temmuz günü gerçekleştirilen Taksim Mitingi’ne KESK, TTB, TMMOB, BHH, EMEP, Halkevleri, İKS, Kaldıraç, TÖP-G ve başka bazı sol güçlerin katılım göstermesi önemli bir tartışmayı yeniden alevlendirmiş oldu. Faşist Türk devletinin kurucu ideoloji olan Kemalizm’e dair başta TKP olmak üzere ülkemiz devrimci-sol güçlerinin sakat analiz ve ilişkilenmesi bilinen bir gerçek. Faşist niteliği tartışma götürmez olan Kemalizmin, sol, ilerici ve hatta devrimci şeklinde değerlendirilip, bu tespitlere uygun bir ilişkilenme ve beklentinin olduğu malum. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın diğer birçok meselede olduğu gibi Kemalizm meselesinde de ortaya koyduğu komünist fikirler, bütün reformist-revizyonist-küçük burjuva devrimci kesimlere karşı, ideolojik olarak göndere çekilen bir bayrak misali bütün heybeti ve geçerliliğiyle yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Dün Kemalizm hayranlığı ekseninde CHP’nin peşine takılan, faşist Türk ordusundan devrimci kalkışma bekleyen zihniyet ile bugün CHP’den demokrasi bekleyen zihniyet arasında ideolojik-siyasal-örgütsel bağlar oldukça güçlüdür. Hakim sınıf klikleri arasında cereyan eden gerici çelişki ve çatışmalarda komünist-devrimcilerin herhangi bir gerici kamptan yana taraf olma, pozisyon alma tavrı olamaz. Böylesine bir tavır içerisine girenler, bütün cilalı söylemlerine rağmen, objektif olarak taraf oldukları gerici kampın çıkarlarına hizmet ederler. Bugün Birleşik Haziran Hareketi (BHH) şahsında temsil edilen, “cumhuriyetçi-medeniyetçi-modernist” reformizm-revizyonizmin Kemalizme olan hayranlığı biliniyor. AKP-Erdoğan iktidarının gerici-faşist politikaları ve kuşatması karşısında başka bir faşist odak olan CHP ile yan yana yürümek, CHP’yi demokrasi bloğunda değerlendirmek, ahmaklık değilse nedir? Tutarlı proleter bir sınıf tavrından öte, AKP-dini gericilik karşıtlığıyla siyaset örme zihniyetinin buralara savrulması kaçınılmazdı, böyle de oldu. Çeşitli ulus, milliyet ve inançtan Türkiye-Kuzey Kürdistan halkına karşı 90 yıldır her türlü sömürü, baskı, zulüm ve katliamı reva görüp, uygulayan, faşist niteliği tarihsel olarak defalarca ispatlanmış, Kemalizm ve faşist siyasal organizasyonu olan CHP’den hala halkın çıkarına bir şeyler beklemek izahatta zorlandığımız bir durum. Ezilen-emekçi halkın kanı-canı pahasına kazandığı ve önemli-tarihsel bir mirasın sembolü olan Taksim Meydanı’nda AKP iktidarının onayı ve yönlendirmesiyle yapılan bir “şölene” komünist-devrimcilerin bırakın katılmak, teşhir etmekten başka bir tavrı söz konusu olamaz. Her tarihsel süreç ve olay çeşitli ayrışma ve saflaşmaları da beraberinde getirir. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi ve esnasında 2. Enternasyonal’in oynadığı rol ve bu duruma karşı Lenin önderliğindeki Sovyet komünistlerinin tavrı tarihsel bir tecrübe olarak hafızalardadır. Keza ülkemizde faşist-Kemalist diktatörlük tarafından Ermeni, Kürt, Alevi ulus ve inançlarına dönük gerçekleştirilen soykırım ve katliamlar sürecinde dönemin “şanlı-komünist” güçlerinin ibretlik tavırları hafızalardadır. 15 Temmuz olayı da ülkemizde yeni bir ayrışma ve saflaşmanın ilk işaretlerini vermiş durumda. Bu tarihsel akış içerisinde kuşkusuz bağımsız-devrimci bir siyasal hatta yürüyenler stratejik olarak kazanacaklardır. Güncel siyasete müdahale adı altında, pragmatizm üzerine kurulu hiçbir siyasetin stratejik olarak kazanma şansı yoktur. Faşist Türk Devleti’nin Kürt katliamları karşısında ortaya koyduğu tavırla TKP’nin alnındaki kara leke, bütün tazeliğiyle durmaktadır. Bir kez daha ve ısrarla vurgulamakta fayda var ki; “Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket, ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için, bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz. Bilir ki, hakim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir. Bu, gericiler arasında durmadan değişen güç dengesine, iktidara hangi kliğin hakim olduğuna, iktisadi ve siyasi buhranın mevcut olup olmamasına ve benzeri şartlara bağlıdır.’’

HDP’nin rol kapma çırpınışları

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, her türlü tarihsel süreç ve olay yeni ayrışma ve saflaşmaları da beraberinde getirmektedir. 15 Temmuz süreci sonrası CHP ve bu partinin kuyruğuna takılan başta TKP çizgisi olmak üzere reformist-revizyonist güçlere dair kısaca fikirlerimizi ifade ettik. Radikal demokrasi perspektifiyle siyaset yürüttüğünü ifade eden HDP’nin sürece dair ve sonrasındaki tavrı da ibretliktir. Ufku burjuva-parlamenter eksenle sınırlı olan HDP’nin de AKP-MHP-CHP ile birlikte söz konusu “demokrasi şöleni” içerisinde yer aldığını belirtelim. 15 Temmuz başarısız darbe girişimi ardından, TBMM çatısı altında AKP-MHP-CHP-HDP tarafından ortak olarak hazırlanan ve kamuoyuna deklare edilen bildirinin kendisi nasıl bir körlük ve savrulma içerisinde olunduğunun ibretlik resmidir. AKP-Erdoğan tarafından büyük bir gerici atılıma dönüştürülen tiyatro içerisinde kendisine yer edinmeye çalışan, kendisine gerekli ve yeteri roller verilmediği için mızmızlanıp, küsen bir HDP tablosuyla karşı karşıyayız. Dört partili ortak bildiride yazılanların, Faşist Türk Devleti’ni nasıl aklayıp, temize çıkarttığını net olarak görmekteyiz. Akıl ve vicdan sahibi hiçbir tutarlı demokratın dahi altına imza atmayacağı şu sözlere HDP hangi akılla imza atmıştır sormak isteriz; “Milletimiz, bütün dünyaya örnek olacak şekilde darbenin karşısında durmuş ve kanlı darbe girişimini engellemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve kurumlarını canı pahasına koruyan bu aziz millet her türlü övgü ve takdiri ziyadesiyle hak etmektedir. Bu uğurda canlarını veren şehitlerimize milletçe minnettarız ve o kahramanlarımızı da asla unutmayacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu aziz ve kahraman milletin temsilcisi olarak milletimizin verdiği yetkiyle bombaların ve kurşunların altında görevini ifa etmiş, bir kez daha milletine layık bir Meclis olduğunu göstermiştir. Unutulmamalıdır ki, TBMM, Kurtuluş Savaşı’nı yöneten, Türkiye’nin demokrasiye geçişini gerçekleştiren, demokratik parlamenter sistemi yıllar içinde geliştirmiş, bir milleti yokluk ve yoksulluktan alıp muasır medeniyet seviyesine çıkarmanın mücadelesini vermiş bir meclistir. Meclisimiz tek yürek, tek vücut olarak büyük bir cesaretle darbeye karşı haysiyetli bir duruş sergilemiştir. Darbecilere gereken cevabı, dünyaya da gereken mesajı vermiştir.”

Burjuva parlamentonun işlevi ve ülkemizdeki tarihine dair bir analize gerek yoktur sanırız. Bildiride övgülerle bahsedilen “milletimizin” ise AKP tarafından örgütlenen paramiliter-gerici güçler olduğu, sokaklarda nasıl bir vahşet ve işkenceye imza attıklarını televizyonlardan milyonlarca insan canlı olarak izlediler.

HDP’nin Erdoğan-Kılıçdaroğlu-Bahçeli üçlüsü arasında Kaç-Ak Saray’da gerçekleştirilen toplantıya davet edilmemesi vesilesiyle takındığı tavır da problemlidir. Daha düne kadar hiçbir meşruiyeti olmayan, burjuva muhalefet partileri tarafından dahi muhatap alınmayan, Saray’ın bir anda demokrasi yuvası ilan edilip, buraya gitmek için kuyruğa girilmesi, burjuva siyasetin ikiyüzlü örneklerinden sadece birisidir. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın söz konusu üçlü toplantıya dair sitemkâr şu sözleri nasıl bir yönelim ve savrulma içerisinde olduklarının kanıtı niteliğindedir:“Bir defa HDP’nin Türkiye’de siyasetten halen dışlanma girişimi ve bir ayrımcılığa girişiminin darbe harekâtı sonrası bile devam ediyor olması çiğliktir, akılsızlıktır. Darbenin sonuçlarını henüz yeterince idrak edemediklerinin göstergesidir. Türkiye’de demokrasinin anahtarı HDP’dir. HDP’nin temsil ettiği toplumsal kesimlerdir. Darbeyi tetikleyen Kürt sorununun askere, orduya havale etmiş olan anlayıştır. Şimdi bir kez daha HDP’yi dışlayarak, yokmuş gibi davranarak Türk milli mutabakatı, milli cephesi etrafında sorunları çözeceğiz diyorlarsa kendileri bilirler. Ama ben bu yaklaşımın çok yanlış ve eksik olduğunu düşünüyorum. 6 milyon oy almış bir partiyiz. Parlamentonun üçüncü büyük partisiyiz. Türkiye’nin sorunlarının çözümüne dair bizim de görüş ve önerilerimiz var. Ama bunlar devlet katında kıymeti harbiye görmüyorsa, toplum katında görüyor. Üzülürüm sadece şu an sıradan bir seçim rekabeti yaşadığımız bir dönemde değiliz. Darbe akşamı, darbeye net bir karşı duruş sergilemiş bir partiyiz. Diğer muhalefet partilerinin de bunu içine sindiriyor olması da bence çok tuhaftır. Demokrasi şöleni adı altında HDP gibi toplumun asıl sorun yaşayan kesimlerini temsil eden bir çizginin dışlanıyor olması Türkiye’de sorunların kolay kolay çözüm yoluna girmeyeceğini gösteriyor. Darbeciler; zaten bir ayrımcılık, bir etnik iç çatışma yaratmak istiyor. Bunlar da bunun ekmeğine yağ sürüyorlar.”

Devrimci proleter tavır

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da oldukça karanlık-gerici-faşist bir kuşatma süreciyle karşı karşıyayız. AKP-Erdoğan eliyle sistemin yeniden dizaynı süreci ana hatlarıyla ortaya çıkmış durumda. Bu dizayn sürecinde sağından soluna geniş bir yelpazenin rol aldığı-alacağı malum. Komünist-devrimci güçler oldukça önemli bir sınavla karşı karşıyalar. Bağımsız-devrimci siyasal hattın önemi bir kez daha kendisini dayatmakta. Biz Maoist komünistler olarak proleter devrimci bir perspektifle sürece müdahil olup, bütün gerici güçler ve dayanaklarıyla beraber Faşist Türk Devleti’ni, Sosyalist Halk Savaşı perspektifiyle alaşağı edip, sosyalist bir düzen kurma iddia ve mücadelemizi bu vesileyle bir kez daha dosta ve düşmana ifade etmek istiyoruz. Görev bizleri bekliyor.

Önceki İçerikHalkın Günlüğü 127’nci sayısı çıktı
Sonraki İçerik‘Kadınlar ve LGBTİ’ler olarak ortak mücadele hattı örmeliyiz’