Coğrafyamız emekçi halkları zor ve sancılı bir sürecin içerisinden geçiyor, yaşanan ekonomik krizin ve sosyo-ekonomik bunalımın tüm yükünü sırtlamakla beraber üstüne birde faşist saldırı dalgasının artışından payına düşeni fazlasıyla alıyor. Emeklisinden işçisine, memurundan çiftçisine, öğrencisinden genç emekçisine, kadınlardan LGBTİ+’lara değin “derin” yoksulluğu, faşist saldırıları, hak gasplarını, adaletsizliği, her gün yaşayarak deneyimliyor. Yetmiyor medyasından eğitim kurumlarına, cemaatlerinden tarikatlarına kadar iktidarın ideolojik bombardımanına uğruyor. “Güçlü ve Yeni Türkiye’nin” ne demek olduğunu iktidarın yarattığı yıkımdan bizzat öğreniyor.
“TC” devletinin kuruluşundan bugüne kadarki ırkçı, tekçi gerici birikimine yaslanan ve önceki faşist iktidarlardan devraldığı 22 yıllık hükümdarlığını manipülasyon, din tüccarlığı, baskı, katliam üzerinden bugünlere getiren AKP’nin kendisinin derinleştirerek yarattığı bu yıkımı gizleyebilmesi mümkün görünmüyor, tüm pislikleri, çürümüşlüğü üstü örtülemez biçimde her geçen gün daha da fazla büyüyor.
Ekonomik kriz derinleştikçe faşist iktidarın krizi de büyüyor. Ekonomik kriz siyasi, toplumsal, kültürel, sosyal birçok cephede yaşanan krizlerle birleşince faşizm artık eskisi gibi yönetemiyor. Bir taraftan baskı, şiddet ve savaşı tırmandırırken, diğer taraftan dünya görüşüne uygun bir toplumsal yapı inşa etmek, yaptığı tüm politikalara kafa sallayan itaatkâr, dindar nesiller yetiştirmek doğrultusunda ideolojik hegemonyasını çok boyutlu olarak sürdürüyor. Yönetenler eskisi gibi yönetemiyor ama (yeni biçimlerle veya eski biçimleri güncele uyarlayarak) toplumu sürekli artan oranda uygulanan baskı ve şiddetle kuşatarak/kontrol altında tutarak iktidarlarını sürdürmeye çabalıyorlar.
Gerici toplumsal sistemlerin turnusolü; kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı
Bir toplumun-sistemin ne olduğuna anlamak için o toplumdaki kadın ve çocukların durumuna bakmak gerektiği gerçekliği bugün açısından daha çok doğrulanmış durumda. Kadınlara yaşam hakkı tanımayan, şiddeti sıradanlaştıran ve erkeğe bir hakmış gibi sunan iktidar, sistemin temel dayanağı olan aileyi kadın ve çocukların köleliği üzerinden şekillendiriyor. “Güçlü aile, güçlü Türkiye’nin” bir prototipi adeta, küçük resimden büyük resim gayet net görünüyor. Kadın ve çocuklar AKP’nin aileyi güçlendirme hedefinin feda edilmesi gereken tarafları. Dünya görüşüne uygun inşa etmeyi amaçladığı muhafazakâr toplumsal yapı için toplumun temeli olan aileden başlaması şaşırtıcı değil elbette, yine aileyle birlikte kadın, çocuk ve gençler ilk ehlileştirilmesi gerekenlerin başında geliyor. Yeni eğitim sistemi, burjuva medyası ve dinsel kurumları bu hedefin en önemli bileşenleri durumundadır.
Bunların tümü birlikte kadın ve çocuklara yönelik saldırılarda ortak bir hareket planı oluşturup, koordine olmuş durumdadırlar. Şiddet, istismar, katliam kadın ve çocukların yaşamının her alanına nüfuz etmiş halde. Eğitim sistemi bizzat iktidar eliyle yapboza dönüşmüş, yine cemaat ve tarikatlar iktidarın sınırsız alan açması ve teşvik etmesiyle birer aparat rolü görmektedirler. Burjuva medyanın tek elden yönetilmesi ve direk saraya bağlı olması da oynadığı ve oynayacağı rolü açıklamaya yeter kanıttadır.
İktidarın hedeflediği toplumsal yapının şekillendirilmesinde birbirinden ayrı ve bağımsız değil bu kurumlar. Bir diğer şey de kadın ve çocuklara yönelik saldırılarda ve geliştirilen politikalarda bu kurumların ortaklığının çok özel bir yerde duruyor oluşu, tabi devletin daha birçok temel aygıtı saldırı planlarının önemli parçalarıdır. Devletin zor aygıtları (ordu, polis, koruyucu, yargı, paramiliter birimler, çeteler vb.) toplumu baskın altına alma ve sindirmede önemli rol aldığı bir gerçekken, ama biz asıl yazımızın konusu olan devletin ideolojik hegemonyası üzerinde duracağız.
Kadın ve çocukları hedef alan saldırıların daha öncesi olmakla birlikte özellikle son yıllarda çok daha özel biçimlerde sürdürülüyor. Kadına yönelik şiddet, erkek egemen sistemin erkekleri koruyarak önünü açması sonucu artan kadın cinayetleri, çocuklara yönelik istismar, cinayet, kaybetme durumları yaygınlaşıyor. Rakamlara da yansıyan şiddet ve cinayetin görünürlüğü artık gizlenemez boyutta. Saldırının diğer ayağı olan ideolojik hegemonyanın tesisi için yürütülen saldırılar ise çok daha incelikli, özel biçimlerde sürdürülüp, aile kurumu, eğitim sistemi, din ve medyanın eş güdümü ile ilerliyor. Bu dört alan, kadın ve çocukların hapsedilmek istendikleri zindanın koşullarını ve zeminini hazırlamada çok büyük rol üstleniyorlar. O nedenle bu kurumların gerçek niteliklerini açığa çıkarmak ve mücadelenin esasını hepsinin birleştiği ve yöneltildiği yer olan gerici siyasal iktidara, erkek egemen kapitalist sisteme karşı yöneltmek gerektiği bilince çıkartılmalıdır. Bu kurumlar aslında geniş kitleler ve kadınlar nezdinde zaten teşhir olmuştur. Fakat kitleler bu köklü ve güçlü kurumlara karşı alternatifin ve o alternatif için verilecek mücadelenin farkındalığına yeterince sahip olmadıklarından, aktif mücadeleye katılımları sınırlı kalmaktadır.
Erkek egemenliğinin ve kapitalist sistemin temel kurumlarından olan ve erkek egemenliği ile kapitalizmi yeniden üreten heteroseksüel aile, kadınların ve çocukların ezilmesi- sömürülmesinin en yoğun yaşandığı alanların başında gelmeye devam ediyor. Kadının emeği, bedeni, doğurganlığı, cinselliği üzerindeki erkek denetimini meşrulaştıran kurum olma özelliğiyle aile kadın köleliğinin en yoğun yaşandığı alan oluyor. AKP döneminde ise aile iktidarın politikalarının ana gündemlerinden birisi oldu, olmaya devam ediyor, her fırsatta “aile elden gidiyor” diyerek aslında kadınların yeri ve görevlerinin ne olduğunu hatırlatıyor, kadının aileye ve erkeğe kölece bağlı bir yaşama mahkûm olması gerektiğini belirtiyor. Kadının bedenini, emeğini ve yaşamını gasp etmenin yolunu aileyi güçlendirmekte buluyor. Kadını iyi bir eş ve anne olarak tanımlamayı sürdürüp bu görevlerine uygun davranması bekleniyor.
Kadın ve Aile Bakanlığı’nın, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesi, İstanbul sözleşmesinden çekinilmesi, nafaka ve 6284’ ün tartışmaya açılması, en az “3 çocuk” söylemi, LGBTİ+’ları yok sayması ve yaşam hakkı tanımaması, evlilik kredisi, kürtaj ve boşanmanın engellenmesi gibi politikaların hepsi de aile denen kurumun güçlendirilmesi, kadının ezilmesinin güncellenen adımları oldular. Özellikle son yıllarda büyüyen ekonomik krizin yol açtığı yoksulluğun en ağır yükünün kadınlara yüklenmesinde iktidar kadının annelik görevlerini hatırlatıp, güçlü aile söylemlerini yoğunlaştırdı. Oysa ailenin kadın için şiddet, baskı, istismar, sömürü olduğu gerçeğini kadınlar kendi yaşamlarından çok iyi biliyor ve bugün bu “kutsal aile” bağlarını sorguluyor, bu bağları yıkmakta o nedenle tereddüt etmiyor, zaten kadına yönelik şiddet ve katliamların bu denli artmasının önemli bir sebebi de kadınların bu başkaldırısı oluyor.
Kadınların ve çocukların kurtuluşu militan bir mücadeleden geçiyor!
Toplumsal cinsiyet rollerinin öğretildiği, cinsiyet eşitsizliğinin pekiştirildiği alanlardan birisi olan eğitim sistemi bugün iktidar eliyle dindar nesil yaratmanın karargâhlarından birisi durumunda. Eğitim sistemindeki birçok sorunun varlığının yeni olmadığı biliniyor, kapitalist sömürü sisteminden kaynaklı birer ticarethaneye dönüşen eğitim kurumları, milyonlarca çocuk ve gencin eğitim hakkından faydalanmamasına yol açıyor. Fakat son yıllarda bu hakka zor koşullar altında ulaşabilen çocuk ve gençlerde AKP’nin yeni nesli yaratma yolunda feda ediliyorlar, eğitim sistemi tamamen cemaat ve tarikatların inisiyatifine terkedilmiş, bilimsellikten uzak gericiliğin ve cinsiyetçiliğin türetildiği merkezler haline gelmiştir. Buralardaki çocuk ve gençler AKP ve tarikatların amaçları doğrultusunda eğitime tabi tutulmakta, hedeflenen toplumun itaatkâr üyeleri haline getirilmeye çalışılmaktadırlar.
Din, AKP iktidarı döneminde kitleleri manipüle etmede kullanılan araçların başında gelmiştir hep. İktidar, cemaat ve tarikatlara sınırsız alan açmış, buralara devasa miktarlarda para akıtmış ve işledikleri suçları bir bir örtmüştür. Bu ortamlarda yaşanan çocuk istismarları, şiddet cezasız bırakılarak yeni suçların önü açılmış ve normalleştirilmiştir. Birçok bakanlığın bütçesinden daha fazla bütçeye sahip olan diyanetin icraatları gizli değil herkesin malumu, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin meşrulaştırıldığı, çocuk yaşta evliliklerin teşvik edildiği, Erdoğan’ın ağzından çıkan her cümleye onay veren niteliğiyle bu kurumun kadın ve çocuk düşmanlığı bariz bir hal almıştır.
Medya, iktidarın toplum üzerindeki ideolojik hegemonyasının çok önemli ve özel bir ayağı durumundadır. Bizzat saray tarafından tek elden yönetilen medya, yaşanan kadın katliamlarını, çocuk istismarlarını, artan şiddeti sanki sıradan bir olaymış gibi yansıtıp, mağdurları suçlu durumuna koymakta sınır tanımamaktadır. Son olarak 8 yaşındaki Narin’in katledilmesinde görüldüğü gibi katliamı yalnızca aile içi bir mesele gibi ele alıp, devlet ve Hizbul- kontranın katliamdaki rolünü görmezden gelerek, katliamı magazinleştirme çabasında oldu burjuva medya. Saray neye ihtiyaç duyuyor, kitlelerin neyi-nasıl düşünmesini, sorunlara nereden bakmasını istiyorsa, kitleleri neye yönlendirmek istiyorsa tekelci burjuva medya haberlerin ele alınış ve sunuluş biçimleriyle, mantar gibi türeyen ‘uzmanlarıyla’ bu görevi en iyi biçimde yerine getirme telaşına düşüyor. Günümüzde burjuva medya bir afyon görevi görmekte, algıları yönlendirip, kitleleri uyuşturmaya çalışmaktadır.
Bu saldırıların Kuzey Kürdistan’da uygulanan özel savaş yöntemiyle daha da ağırlaştığını belirtmek gerekiyor. Kuzey Kürdistan’da ve Türk devleti tarafından işgal edilen Kürdistan’ın diğer parçalarında özel savaşın en çok hedef aldığı kesimin başında kadınlar, çocuk ve gençler geliyor. Faşist iktidar buralarda kontra örgütlenmeleriyle, HüdaPar’ıyla, çeteleriyle, korucuları ve bizzat resmi güçleriyle hareket ediyor. İşsizlik, uyuşturucu ve fuhuş gibi yöntemlerle Kürt kadın ve gençlerini kimliklerinden uzaklaştırıp, savaşla bitiremediği Kürt ulusal mücadelesini bu yöntemlerle tasfiye etmeyi amaçlıyor.
Kadınlar ve çocuklar için daha fazla katlanılamaz olan bu yaşamın temelleri kökünden sökülüp atılmadıkça gerçek kurtuluş imkânsızdır. Erkek egemen kapitalist sistem tüm kurumlarıyla teşhir olmuş, çürüme artık saklanamaz boyuta ulaşmıştır. Bu sistemi tüm kurumlarıyla birlikte tarihin çöplüğüne göndermek kadın ve çocuklar başta olmak üzere tüm toplumun kurtuluşu için zaruridir. Rosa Luxemburg’un dediği gibi “ya barbarlık ya sosyalizm” bugün hiç olmadığı kadar daha yakıcı bir gerçektir. Bu nedenle kadınların, LGBTİ+ların ve gençlerin özne olarak daha da öne çıkacakları devrimci militan mücadeleyi yükseltmek kaçınılmaz olup, devrim ve sosyalizm tek kurtuluş yoludur.