İstanbul İslam işbirliği toplantısı ve Kudüs sorunu

Filistin meselesi ciddi ve haklı bir davadır. Mazlum bir ulusun davasıdır. Özgür bir Filistin her devrimcinin-komünistin savunacağı ve arka çıkacağı meşru davadır. Mazlum ulusun bu meşru ve haklı davasının hayat bulması ne emperyalist dünya gericiliğinin ne de Türk, Fars, Arap gibi yerel gerici devlet ve güçlerin çözüme kavuşturabilecekleri dava değildir. Her bir gerici gücün kendi iç ve dış çıkarlarına alet etmeye çalışmaları yoksul Filistin halkına ihanettir. Hem yerel hem de uluslararası gericilik Filistin halkının düşmanıdırlar. Emperyalizm ve tüm dünya gericiliğini teşhir etmek önemli devrimci bir görevdir. Savaş ve sömürü üzerine kurulu gerici ideolojilerin dünya halklarını getirdikleri nokta geniş kitlelere anlatılmalıdır

HABER MERKEZİ(16.12.2017)-Kısa süre önce ABD başkanı Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etti. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabulü esasında öteden beri ABD’nin bir planı olmakla beraber bu plan Trump yönetimi ile beraber yürürlüğe konulmuş oldu. Alınan kararın elbette sonuçları olacaktır. Zira bu karar öyle kolay kabul edilecek cinsten değildir. Bu karar, yangına benzinle gitmekten daha hafif sayılmaz. İsrail ile Filistin arasında olsun ya da bölge barışı için olsun temel meselelerden biri olan Filistin için kabul edilebilir bir çözüm olmadan durumun normalleşmesi beklenemez. Şurası çok açıktır. Barış ve çözüm İsrail’in hiçbir zaman hedefinde olmamıştır. Bu karar ile lafta da olsa burjuva mana da bile çözüm umudu tamamen ortadan kalkmıştır. ABD ve İsrail için adı olacak ama kendisi pek görünür olmayacak bir Filistin stratejisine geçildiği artık söylenebilir. Zaten eğer Doğu Kudüs başkent yapılacaksa tüm Filistinlilerin buradan atılması gerekmektedir.Rakamlara bakılırsa vatandaşlığı olmayan üç bin Filistinli var ve Müslüman inançlarının bir gereği olarak hızlı bir nüfus artışı olması İsrail’i ciddi ciddi korkutmaktadır.Türk hakim sınıflarının  artan Kürt nüfusundan duydukları korkunun benzerini İsrail yaşıyor. İlginçtir, birini Kürdistan’ın doğuşu diğerini ise Filistin’in giderek dünya çapında kabul görmesi durumu hoplatmaktadır.

Bu aşamaya nasıl gelindi? Kısaca da olsa bu noktaya değinmekte fayda var.  Bir süre önce ABD ile Suudi Arabistan arasında önemli bazı kararlar alındığı biliniyor. Yüz milyon dolarlık silah anlaşmasının yanı sıra bazı çok daha önemli kararlarda var. Ve bu anlaşmaların bir yansıması olarak Suudi içinde gözaltılar ve tutuklanmalar yaşandı. Rüşvet ve yiyiciliğe karşı önlemler olarak açıklansa da, işin çok daha derin sebeplerinin olduğu görüldü. Konuyla ilgili yazılarımız yayınladığı için üzerinde genişçe durmayacağız. Bunun arkasında Suudi Arabistan yönetiminin kendi içinde reform girişimlerine başladıklarını ve hemen arkasında karşıt oldukları diğer İslam ülke yönetimlerine tehditler ve yaptırımlar ileri sürdüklerini biliyoruz. Tüm bu gelişmeler ABD’nin attığı Kudüs adımıyla doğrudan alakalı olduğu görülmektedir.

Görüşümüzce, öncesi olmakla beraber, ABD ve Suudi yönetimi arasında alınan kararlar arasında Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması da var. ABD ve Suudi yönetimlerinin aldıkları kararlar İslam ülkelerinin arasında öteden beri var olan çelişkileri neredeyse koparma noktasına getirmişti. Suudi yönetiminin İstanbul’da Kudüs gündemli toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına en alt düzeyde son anda katılmış olması tesadüfü olabilir mi? Son anda gönderdiği Filistin lehinde mesajı işin özünü değiştirmiyor. Şimdi İslam ülkeleri arasında bilinen ve yaşanan derin parçalanma ve hatta kopan ilişki gerçekliğinde, ABD’nin İsrail lehine attığı adıma karşı ortak bir tutum almak ve bu tutumun arkasında duracağını düşünmek mümkün müdür? Duracağını düşünmek öyle kolay gözükmüyor. Evet, “Kudüs Filistin’in başkentidir” kararı İstanbul İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında karar olarak çıktı. Ancak İslam ülkeleri arasından yaşanan çıkar çatışmaları, birçok İslam ülkesi içinde yaşanan iç dağınıklık, savaş ve istikrarsızlık gibi kaynaklı sebeplerden dolayı alınan kararların pratiğe dökülmesi neredeyse imkânsız gibidir. Zira her İslam ülkesinin ilişki sürdürdüğü, çıkarlarını başkasında bulduğu ve iç iktidar dengelerini sağladığı politikaları farklı farklıdır. Oldukça karmaşık ilişki ve çelişkiler yumağında bulunmaktadırlar. Bağımlı oldukları, uşaklık yaptıkları ve imza koymak zorunda oldukları anlaşmalar değişiklik göstermektedirler. Böylesi bir çıkar ilişkileri gerçekliği içinde aldıkları İstanbul kararın arkasında durmaları biraz zor görünüyor. Hatta durum öyle gösteriyor ki Suudi yönetimi ve çevresinde onunla hareket eden ülkeler, Filistin davasına çoktan sırt döndüklerini ve deyim yerinde ise sattıklarını söylemek abartı olmayacaktır. Önceden ABD ile yapılan anlaşmalar içinde Kudüs belli bir karara bağlanması nedeniyle bu böyledir. Yorumcuların çok güçlü olduğunu söyledikleri İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) İstanbul toplantısının yarattığı havanın bir müddet sonra söneceği görülecektir. 48 ülkenin katıldığı İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) kararlarına ne BM Konseyi ne Avrupa Birliği ve nede başka güçlerin çok itibar edecekleri gözükmüyor. Belli cılız sesler, karşı çıkışlar ve zamansız bir çıkış olarak görülse de çok etkili karşı tavırlar gelişmeyeceği bellidir. ABD’nin aldığı bu kararın kendisinin çıkarları doğrultusunda doğru mu değil mi, zamanlı mı zamansız mı sorusu onları ilgilendirmekle beraber, ABD bu kararından geri adım atmadıkça İİT İstanbul kararlarının fazlaca siyasi bir hükmü olmayacaktır.

Ancak, ABD’nin Kudüs kararı selefi Sultan Tayyip için bulunmaz bir fırsat ve imdat olduğunu söyleyebiliriz. Zarrab davası, CHP’nin boyunlarına astıkları dekontlar ve diğer işledikleri suçlar neticesinde perişan düşen durumuna yetişen bir imdat oldu. Kudüs hiç değilse bir süre için sabıkalı Tayyip hükümetini rahatlatır. İçinde bulunduğu zor durumu “İslam’a saldırı var” sahtekârlığı altında liderliğe soyunarak iç ve dış ilişkilerdeki sıkışmaya bir nebzede olsa nefes aldırır. İslam liderliği pozu ile ABD’ye “koyacağı” posta ile saygı toplayıp rahatlayacaktır. Ancak yol nereye kadar gider. Yolcu nereye kadar gider. Bir Japon atasözü derki “ne tarafa dönersen dön götün arkadadır” Mevcut burjuva dünyasında kimin eli kimin cebinde olduğu belli pek değil. Karşılıklı açıkların ortalığı sardığı bir durumda yarın aleyhte yeni şeylerin patlayacağını ve patlama ihtimali ile neyi nereye götüreceği hiç belli olmaz. Besbelli ki ABD, İİT kararlarına karşı şimdi yeni hamlelerle karşılık verecektir. İçten müdahale, bazılarının imzalarını çektirme ve boyun eğdirerek etkisizleştirme gibi taktiklerin yanı sıra başka çıkışlarla sahnedeki sisi denetime alarak dağıtmaya çalışacaktır. Geçicide olsa oldukça rahatlayan sultan Tayyip, gelişme olasılığı güçlü olan yeni durum karşısında elbette sultanda yeni bir tavır belirleyecektir. Zira Tayyip’in satmadığı, sırt dönmediği kurum, değer ve kişi oldu mu? İsrail ile yaşadığı Mavi Marmara davasını hatırlatalım. Bu dava sonrası İsrail ile yapılan yirmi milyon dolar civarındaki anlaşma biliniyor. Düşürülen Rus savaş uçağını hatırlatalım. Şimdilerde yüz seksen derece ters dönerek “dostu Putin” önünde nasıl dize geldiğini biliyoruz. Söylediklerinin hangisinin arkasında durdu. İlkesi yalan ve talan üzerine kuruludur. İşine ne gelirse onu kullanır. Yeter ki iktidarını korumaya yarayasın, onu güçlendirsin. Gerisi teferruattır.    

Filistin meselesi ciddi ve haklı bir davadır. Mazlum bir ulusun davasıdır. Özgür bir Filistin her devrimcinin-komünistin savunacağı ve arka çıkacağı meşru davadır. Mazlum ulusun bu meşru ve haklı davasının hayat bulması ne emperyalist dünya gericiliğinin ne de Türk, Fars, Arap gibi yerel gerici devlet ve güçlerin çözüme kavuşturabilecekleri dava değildir. Her bir gerici gücün kendi iç ve dış çıkarlarına alet etmeye çalışmaları yoksul Filistin halkına ihanettir. Hem yerel hem de uluslararası gericilik Filistin halkının düşmanıdırlar. Emperyalizm ve tüm dünya gericiliğini teşhir etmek önemli devrimci bir görevdir. Savaş ve sömürü üzerine kurulu gerici ideolojilerin dünya halklarını getirdikleri nokta geniş kitlelere anlatılmalıdır. Kudüs meselesine gelince Sosyalist Meclisler Federasyonu bildirisinde belirttiği gibi “Kudüs farklı inanç ve milliyetlerin birlikte yaşamlarının sembolü kadim bir kenttir. Kudüs’ün geleceğini; emperyalist barbarlar, işgalci-sömürgeci devletler değil Kudüs halkı belirleyecektir. Ayrıca Kudüs gündemi üzerinden Yahudi-Musevi toplumuna yönelik oluşturulmaya çalışılan ırkçı-gerici dalgaya karşı halkların ve inançların tam hak eşitliğini ve birlikte yaşamını savunmalı, antisemitizme karşı da durulmalıdır” diyoruz.

 

         

 

Önceki İçerikToroslardan Munzurlara uzanan emekçi bir yaşam ve cüret
Sonraki İçerikYeni durum ve görevlerimiz üzerine