HABER MERKEZİ(20.10.2016)- İSİG-Meclisi’nin göçmen işçilere yönelik kamuoyuna sunmuş olduğu raporu öneminden dolayı olduğu gibi paylaşıyoruz.
”Öncelikle daha evvelki raporlarımızda açıkladığımız kavramlar üzerinden bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Türkiye’ye göç edip farklı statülerde çalışan işçiler var. Bu noktada mülteci, şartlı mülteci, göçmen, düzensiz göçmen vb. hukuki kavramlar kullanılıyor. Ancak biz İSİG Meclisi olarak raporlarımızda emek hareketinin yıllardır kullandığı ve içselleşen bir kavram olarak “göçmen işçiyi kullanıyoruz…
Diğer yandan göçmen işçilerin sadece bir kısmının hukuki statüsünü öğrenebiliyoruz. Çünkü bırakın statüsünü göçmen işçi ölümlerine bile ulaşmak o kadar zor ki!
Bu raporumuzda her zamanki gibi göçmen iş cinayetlerine dair grafiklere yer verip bir iki cümlelik yorumlar yapacağız. Ancak bu raporlarımızın temel amacı göçmen işçilerin Türkiye işçi sınıfının bir parçası olduğunu ısrarla vurgulamak ve ortak örgütlenme zeminlerini oluşturmak olduğu için konuya dair deneyimleri de paylaşmaya başlayacağız. Raporumuzun sonunda da kısaca Güney Kore göçmen işçilerinin sendikal deneyimini aktaracağız…
Türkiye uzun yıllar dışa kapalı bir toplumdu ve savaş sonucu ya da işgücü ihtiyacı nedeniyle de göç alan bir ülke değildi. 1988 Halep’çe Katliamı sonrası Kürt göçü, 1989 Bulgar Türkleri göçü, 1991 sonrası dağılan sosyalist bloktan gelen göç, 1995 sonrası Afrika ülkelerinden gelen göçmenler ile bir uğrak yeri oldu. Ancak hiçbiri 2000’li yıllardaki savaşlar ile beraber olan göç dalgası gibi değildi. Özellikle Irak ve Afganistan olmak üzere (kısmen Gürcistan ve Ukrayna da) savaşlar ülkemize bir göç dalgası yaşattı.
Ancak hiçbirisi Suriye savaşının etkisi kadar olmadı. Suriye savaşı sonrası milyonlar Avrupa’ya gitme ya da topraklarımızda yeni bir yaşam kurma gayesiyle geldiler. Bu durum tabi ki ülkemiz insanlarında da farklı tepkiler oluşturdu. Hırsızlık, fuhuş, dilencilik, ücretleri aşağı çekmek, siyasi olarak oy verdirme, savaştan kaçan vatanını savunmayan korkaklar, teröristler vb. gibi farklı eleştirilere maruz kalan Suriyeliler zaman zaman fiziksel saldırılara da uğradılar.
İnsanlarımızın bazı eleştirileri bakış açılarına göre kısmen doğrudur. Suriyelilerin varlığı ücretleri aşağı çekmek için kullanılıyor. Belki topraklarını neden korumadıkları da sorulabilir (ki biz İŞİD vahşetini bir iki bomba ile yaşadık, bu yüzden insanların neler yaşadıklarını bilemeyiz). Ya da farklı bir kültürden gelmelerinin oluşturduğu sorunlar var. Ama bu durum sonuç olarak haklı olmayı getirmiyor.
Suriye’deki savaşın en başından beri bir tarafı olduğumuzu, bugün de Türk ordusunun Suriye’de olması ve Suriye’deki savaşa müdahil olmamak için ya da emekçilere karşı yapılan uygulamalara karşı yüz binlerce kişi sokağa çıkmamamız gerçekleri eleştiri ve dışlamanın değil sorunun çözümü ve ortak bir işçi örgütlenmesi yaratmamızın bizim için zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye’deki göçmen işçi ölümlerinin milliyetlerine göre dağılımına baktığımızda bu söylediklerimize uygun bir tablo ortaya çıkmaktadır:
Fabrikalarda ve tarlalarda Türkiyeli işçilerin yanı sıra ezici çoğunluğu Suriyeli olmak üzere Afgan, Gürcü, Ukraynalı, İranlı, Özbek, Azeri, Bulgar, Çinli, Koreli, Litvanyalı, Rus, Sırp ve Türkmen işçi kardeşlerimiz de iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirdiler. Yani sermayenin daha fazla kazanması için bizler omuz omuza çalışırken milliyetlerimize bakılmaksızın birer birer öldük. İşte bu yüzden ortak mücadele etmeliyiz…
Yıllara göre göçmen işçi ölümlerinin dağılımına bakarsak:
2013 yılında 22 göçmen işçi, 2014 yılında 53 göçmen işçi, 2015 yılında 67 göçmen işçi ve 2016 yılının ilk dokuz ayında 76 göçmen işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi…
Yani göçmenler sadece Ege Denizi’nde yaşamlarını yitirmiyor, yaşamak için üç kuruşa çalıştıkları işyerlerinde de yaşamlarını yitiriyorlar…
Göçmen işçi ölümlerinin işkollarına göre dağılımına bakarsak:
Göçmen işçiler emek yoğun sektörlerde çalışırken yaşamlarını yitiriyorlar. İnşaat, tarım, taşımacılık, metal, gemi, belediye… İnşaatta 25 TL, tarlada 10 TL paraya sabahtan akşama çalışmak ve çalıştıkları yerlerde barınmak, yetersiz beslenme…
Göçmen işçi ölümlerinin nedenlerine göre dağılımına bakarsak:
İnşaatlarda yüksekten düşmeler, uygun olmayan taşıma araçlarında yollara savrulmalar, aşırı-yoğun-fazla çalışma ve yaşam koşulları nedeniyle kalp krizleri gibi nedenler öne çıkıyor.
Diğer yandan işyerlerinde kayıtsız çalışan göçmen işçiler iş cinayetleri sonrası ya yakınını görmeye geldi ve tesadüfen düştü deniyor ya da cenazeleri sokağa bırakılıyor. Bu konuda basına birçok örnek verebiliriz…
Göçmen işçi ölümlerinin şehirlere göre dağılımına bakarsak:
İstanbul’dan Adana’ya, Elazığ’dan Konya’ya, Şanlıurfa’dan Anyalya’ya göçmen işçi ölümlerine rastlayabiliriz…
2016 yılının ilk dokuz ayında tespit edebildiğimiz en az 76 göçmen işçi ölümü 26 şehirde yaşandı: 13 ölüm İstanbul’da; 8 ölüm Konya’da; 6 ölüm Adana’da; 5 ölüm Elazığ’da; 3’er ölüm Bursa, Edirne ve Şanlıurfa’da; 2’şer ölüm Antalya, Aydın, Gaziantep, Hatay, İzmir, Kahramanmaraş, Kayseri, Kilis, Mardin, Mersin, Sakarya, Samsun ve Sivas’ta; 1’er ölüm ise Aksaray, Ankara, Batman, Denizli, Erzurum, Kocaeli, Rize, Siirt ve Zonguldak’ta…
***
Güney Kore Göçmen İşçiler Sendikası – Migrant Trade Union (MTU)
G.Kore’de 1980 sonrası neoliberal politikalar doğrultusunda ihracata yönelik sanayileşme hayata geçirildi. Aynı dönemde G.Kore işçi sınıfının mücadelesi sonucu da önemli haklar elde edildi. Bu noktada ücretlerin düşürülmesi amacıyla da göçmen işçilere ülke kapıları açıldı.
Göçmen işçiler kayıt dışı olarak ve 3D diye adlandırılan kirli, tehlikeli ve zor (dirty, dangerous and difficult) işlerde çalıştırılmışlardır. Yine yıllarca süren stajyer sistemi adı verilen; İş Kanunu’ndan yararlandırılmadıkları, sendika-grev-toplu sözleşme haklarının olmadığı ve yerli kayıt dışı işçilerin 1/3’ü oranında ücret aldıkları bir kölelik sistemi yüz binlerce göçmen işçinin yaşam koşullarını oluşturmuştur. İşte “Güney Kore mucizesi” adı verilen söylemin arka planında bu sömürü koşulları yatmaktadır.
Göçmen işçiler üzerindeki baskıyı artıran istihdam yasası üzerine 2003 ve 2004 yıllarında Aralıksız 381 gün süren oturma eylemi sonrası fiilen MTU kurulmuştur. MTU’nun amacı eşit koşullarda çalışma ve toplu sözleşmeli, grevli sendika hakkıdır. Ancak MTU’nun kuruluşu için 2005 yılında başvuru yapılmış, yıllarca süren eylemler, tutuklamalar, sınır dışı etmeler ve hukuki süreç sonunda Ağustos 2015’te yılında yasal olarak tanınmıştır.
MTU, militan bir işçi sendikası olan Kore Sendikalar Konfederasyonu (KCTU)’ya üye olmuştur. Orta Asyalılar dışında Doğu Avrupa ve Afrika’dan gelen işçiler de yasal statüsüne bakılmaksızın üyedir.
Tabi bu noktada konfederasyon olarak KCTU’nun da göçmen işçilere bakışına değinmek gerekir. KCTU hükümetin 1990’lı yılların başında Orta Asya’dan ilk işçi talebine karşı Koreli işçilerin iş güvencesini ve ücretlerini tehdit edeceği gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Ancak göçmen işçilerin mücadeleye katılması ile birlikte KCTU’da güvencesiz işçilerin mücadelesini eksenine almasına paralel olarak göçmen işçi haklarını savunmaya başlamıştır ve bünyesinde bir Göçmen İşçiler Merkezi oluşturmuştur.
Bugün yeterli nicel düzeyde olmasa bile (Ağustos 2015’te 1100 üyesi vardı) MTU’nun varlığı, yine KCTU içinde Kore işçi sınıfı mücadelesi içinde yer alması örnek alınması gereken deneyim olarak tarih sahnesindedir.”..
Yalnız Türkler değil bu topraklarda çalışan Kürt, Arap, Fars, Afgan, Gürcü, Ukraynalı, İranlı, Özbek, Azeri, Bulgar, Çinli, Koreli, Litvanyalı, Rus, Sırp ve Türkmen işçiler Türkiye işçi sınıfının bir parçasıdır…
Fabrikalarda, tarlalarda iş cinayetlerinde birlikte ölüyorsak birlikte mücadele etmeliyiz…
İletişim
http://www.facebook.com/guvenli.calisma
https://www.facebook.com/yanginkulesi
http://twitter.com/guvenlicalisma
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi