HABER MERKEZİ (18.08.2016)-15 Temmuz tarihinde hâkim sınıf klikleri arasında uzun süredir cereyan eden çelişkilerin fiili bir çatışmaya dönüşmesi neticesinde yaşanan darbe girişimi, ülke siyasetinin ana gündemi olmaya devam ediyor. Gülen Cemaati tarafından organize edildiği iddia edilen darbe girişimi sonrası AKP tarafından, darbe bahanesiyle başta işçi ve emekçiler olmak üzere, Türkiye-Kuzey Kürdistan halkına dönük kapsamlı saldırılar devam ediyor. AKP faşizminin 14 yıllık iktidarı döneminde hayata geçirmekte zorlandığı ne kadar düzenleme varsa, darbe bahanesiyle ilan edilen OHAL sürecinde birer birer yaşamsallaştırılıyor. Meselenin siyasi ve askeri yönünün merkeze alınması, gündemin sürekli bu tür haberlerle meşgul olması, bir yanılsama yaratmamalıdır. OHAL kapsamında çıkartılan Kanun Hükmünde Kararname(KHK)’lerle asıl saldırı furyası işçi-emekçilere dönük gerçekleştiriliyor.
15 Temmuz sonrası, AKP faşizminin “FETÖ terör örgütü tarafından yapılan darbe girişimi” vesilesiyle, yaşamın her alanında tam bir “temizlik” operasyonu yaptığını söylesek yeridir. 15 Temmuz bahanesiyle, uzun yıllar verilen mücadeleler neticesinde kazanılan birçok hakkın birer birer geri alındığına, yine OHAL bahanesiyle işçi direnişlerine saldırılıp, bitirilmeye çalışıldığına tanık oluyoruz. Söz konusu politika ve düzenlemelere itiraz eden, karşı duran hemen herkesin “FETÖ”cü şeklinde damgalanıp, tutuklanması ise işin cabası. 15 Temmuz sonrası hiçbir maskeye ihtiyaç duymadan açık faşist bir yönetim mekanizmasını bütün yönleriyle hayata geçiren AKP, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe girişimine dönük ifade ettiği “Allah’ın bir lütfu” sözünü doğrularcasına, tıpkı 12 Eylül AFC’si döneminde hayata geçirilen 24 Ocak Kararları’na benzer bir süreci işletiyor. Hatırlanırsa 12 Eylül AFC’si de 24 Ocak Kararları ile ülkenin yeraltı-yerüstü bütün zenginliklerinin sınırsızca kapitalizme peşkeş çekildiği, neo-liberal politikaların önündeki bütün engellerin kaldırıldığı bir sürece imza atmıştı. AKP-Erdoğan faşizmi de bir yandan devleti baştan aşağı kendi gerici çıkarları ekseninde yeniden organize ederken, aynı zamanda işçi-emekçilere dönükte kapsamlı saldırı politikalarını hayata geçiriyor.
KHK’ların asıl amacı
15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL ile birlikte, peşi sıra KHK’lar yayınlanmaya başlandı. Normal şartlarda “güvenlik” eksenli ilan edilen OHAL sürecinde, AKP’nin kendisine payanda yaptığı “FETÖ”cülere karşı, çeşitli güvenlik ve yaptırımları hayata geçirmesi bekleniyordu. Ki normal şartlarda OHAL’in amaç ve sınırları bellidir. Lakin AKP-Erdoğan faşizmi kendi gerici yasalarına dahi riayet etmeyerek, yayınlanan KHK’larla birlikte eğitimden-yargıya-güvenlikten-çalışma hayatına dek geniş bir yelpazede birçok yeni düzenlemeyi yasalaştırdı. Aslında AKP’nin ajandasında olan, lakin uzun süredir yasalaştırmaktan çekindiği ne kadar düzenleme varsa hepsi birer birer KHK’larla yasalaştırılıyor. 15 Temmuz sonrası yapılan operasyonlar neticesinde, başta TSK’da olmak üzere on binlerce kişi gözaltına alınıp, tutuklanırken, on binlercesi görevlerinden alındı. Onlarca vakıf, üniversite, sendika, işyeri devlet tarafından el konularak, kapatıldı. Tüm bu operasyonlar neticesinde işsiz kalan on binlerce kişinin ise alacakları ödenmeyecek.
OHAL kapsamında çıkartılan KHK’larla işten atmalar, sendikasız-güvencesiz çalışmanın önü tam olarak açılıyor. Özellikle kamuda yapılan yeni düzenlemelerle beraber taşeron ve sözleşmeli sistem yaygınlaştırılıyor. Söz konusu düzenlemelere dair herhangi bir itiraz hakkı da geçerli değil. Şayet yapılan düzenlemeler, misal kıdem tazminatının fona devri, zorunlu bireysel emeklilik, zorunlu arabuluculuk, memurların iş güvencesinin kaldırılması gibi meselelere dair KHK çıkartıldığı takdirde bunlara karşı Anayasa Mahkemesi’ne itiraz yolu kapalı. Özellikle kamu sektöründe gerçekleştirilen görevden uzaklaştırmalarla, AKP’ye muhalif birçok insanda payını almış durumda. Kuşkusuz AKP-Erdoğan iktidarı, iç ve dış siyasette yaşadığı tıkanıklık-çıkmaz durumunu aşmak, son dönemde ciddi bir hal alan ekonomik sorunları giderebilmek için, darbe sürecini fırsata çevirip, işçi ve emekçilerin sömürüsü üzerine gerici-faşist devlet düzenini yeniden dizayn etmeye çalışıyor. Gerici güçler arasında yaşanan hemen her çelişki-çatışma durumunun herhangi bir gerici kamp galip çıktığı takdirde başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçilere kesildiği-kesileceği ise tarihsel birçok süreçle beraber ispatlanmış durumda. Ki sözde devlet içerisinde kümelenen “FETÖ”cüleri temizleme amacıyla ilan edilen OHAL’in, işçi-emekçilere dönük kapsamlı saldırılara payanda yapılması işin aslına dair önemli bir göstergedir. OHAL ile birlikte bütün işçi direnişleri, hak alma mücadeleleri yasaklanmış durumda. TEDİ işçilerinin direniş örneğinde olduğu gibi, faşist devlet güçleri kendi gerici yasalarını dahi dikkate almayarak her türlü saldırıyı gerçekleştirebilmektedir. AKP-Erdoğan iktidarı ilan ettiği OHAL ile birlikte, sermaye için vergi affı başta olmak üzere birçok yasal düzenleme yaparken, zorunlu bireysel emeklilik gibi düzenlemelerle de işçi-emekçilerin cebindeki paraya göz dikmiş durumda. Benzer şekilde kamu sektöründe hayata geçirilmesi planlanan düzenlemelerle, kamu emekçilerinin uzun yılları bulan mücadeleler neticesinde elde ettiği kazanımlarda birer birer alınmak isteniyor. Kamu alanında, özellikle eğitimde kadrolu çalışma durumu adım adım tasfiye edilerek, sözleşmeli-geçici görevlendirme esas hale getiriliyor. Özellikle 15 Temmuz sonrası açığa alınan kamu çalışanlarının yerlerini doldurmak için yapılan sınavların sözlü mülakat kısmının esas alınması, AKP-Erdoğan faşizminin tüm bu alanlarda kendi kadrolarını yerleştirmelerine ön ayak oluyor. Üniversitelerde, uzun süredir devrimci-demokrat-ilerici akademisyenlere dönük gerçekleştirilen saldırılar, 15 Temmuz sonrası yeni boyut kazanmış durumda. AKP rejimine muhalefet eden, savaş karşıtı, demokrat, ilerici akademisyenler çeşitli sebeplerle birer birer görevlerinden uzaklaştırılıyor. Rektörlük seçimlerinde bırakalım birinci olan adayları, ikinci, üçüncü sıradaki adayların dahi elenerek, AKP çizgisindeki adayların rektör yapıldığına tanık oluyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, lakin bu kadarı yeterli diye düşünüyoruz. Özcesi AKP-Erdoğan faşizmi, birçok alanda tam bir gerici saldırı furyası başlatmış durumda. Siyasetten, ekonomiye oldukça geniş bir yelpazede hayata geçirilen bütün politikalar, sermaye lehine, işçi-emekçilerin aleyhine gelişiyor. Hâkim sınıf klikleri arasında cereyan eden bu çatışma durumunda, işçi-emekçiler yine kurbanlık koyun misali bıçağın önüne yatırılıyor. Kuşkusuz Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi sınıfının dağınık, örgütsüz durumu tüm bu saldırıları birkaç salon açıklaması dışında, herhangi bir direnişle karşılama, geri püskürtme realitesinden oldukça uzak. Ha keza komünist-devrimci güçlerin işçi sınıfı ile olan sorunlu ilişki tarzı, daha doğrusu ilişkisizliği de söz konusu duruma yol açan en önemli etkenlerden birisi. Tüm bu yaşananlar daha önce defalarca olduğu gibi bir kez daha bizlere göstermiştir ki, devrimci iktidar mücadelesinde sınıf içerisinde örgütlenmek, işçi sınıfını örgütleyip devrimci mücadelenin gerçek özneleri haline getirmek kaçınılmaz bir görevdir. Açıkça ifade etmek lazım ki bir hareketin sınıfla olan bağı onun genel niteliğinin en önemli ölçütlerinden biridir. Maoist komünistler olarak dünden bugüne bu meseleye dair içerisinde bulunduğumuz genel durumu kapsamlı bir şekilde analiz edip, gerekli adımların geciktirilmeksizin atılması elzemdir