“TC” siyasal iktidarı AKP-MHP kliği, anayasal niteliğini dahi hiçe sayan siyasal-hukuki uygulamalara yenilerini ekleyerek, sermaye sınıfının çıkarlarını icra etme konusunda kuralsızca hareket ediyor. Kendi yasalarında dahi “meşruluğu” tanımayan bir düzlemde, doğa ve tüm canlı yaşamını sermayeye kaynak haline getirmek, sermayeye kar sağlamayan toplumun ve doğanın her değerini tasfiye etmek, faşist rejimin temel siyasetini tayin etmektedir. Bu kuralsızlık, bireysel ve bir sosyal grubun niyeti değil, temsil edilen gerici sınıfın tutumudur. Hukuki ve siyasal saldırılarda, burjuva yasalar dahil, hiçbir “meşruluk” gözetmemesi, bu sınıf tutumunun, faşizmle karakterize olmuş iktidar niteliğinin dışa vurumudur.

Komprador tekelci işbirlikçi burjuvazinin iktidarı cephesi açısından sürecin nasıl “yönetileceği” nettir. Sermayenin çıkarlarını icra etmede, hukuksal ve siyasal olarak engel teşkil eden tüm “duvarlar” yıkılacaktır. Burjuva muhalefetin itirazları bir yandan sistem içinde eritilecek, iktisadi-siyasal çıkarların niteliğini verdiği “uyuşmayan” çatışmalar, iktidar olma olanaklarıyla tasfiye edilecektir. Toplumsal muhalif dinamiklere karşı geliştirilen saldırıda hız kesmeyen faşizm, polisiye ve askeri operasyonlarla içerde ve dışarda savaş sürdürmektedir. Örgütlü-örgütsüz, tepkilerini söze döken her türlü eylem yasaklamalar ve tutuklamalarla karşılık bulmakta, işçi, köylü, çevre örgütlerinin itirazları, ağır askeri-hukuki saldırılarla bastırılmaya çalışılmaktadır. Kürt ulusuna yönelik baskı, içte ve dışta sürdürülen askeri savaş politikalarıyla sınırlı kalmamakta, türküler eşliğinde halay çekme dahi “terör” kapsamında karşılık bulmaktadır. Faşist “TC” iktidarının ekonomik panoraması ise, ezilen ve sömürülen halk için bir başka kara tabloyu ifade etmektedir. Yoksulluk ve işsizlik sürekli büyürken, artan enflasyon altında geniş yığınlar açlık sınırında yaşamak zorunda bırakılmıştır. Geniş halk kitlelerinin temel gıda ihtiyaçlarına dahi ulaşamadığı koşullarda, faşist iktidar, toplumsal tüketimi baskı altına alıp ihracatı “canlandırmayı”, düşük asgari ücret ve emekli maaşı gibi kemer sıkma politikalarıyla sermayeye devasa kaynak aktarımını, “Güçlü Ekonomi ve Refah toplumu” politikası olarak pazarlamaktadır.

AKP-MHP iktidarı, siyasal ve iktisadi politikalarla, sermayenin genişleme hedefine engel teşkil eden, mali, finansal ve yapısal engelleri, çeşitli “hukuksal” düzenlemelerle ortadan kaldırırken, itiraz eden, fiili direniş gösteren işçi sınıfı ve toplumsal dinamikleri de saldırı- şiddet politikası ile sindirmeye çalışmaktadır. Din ve imanın kıblesinde sermayenin genişleme hedeflerini kutsayan iktidar, ezilen geniş halk yığınlarına “şükür” namazı kıldırmayı öğütlemekte ve bu öğütlerin arka planında, kıyıları, limanları, maden rezervlerini, ormanlık ve tarım sahalarını, hazine eliyle gasp ettiği köy meralarını sermaye gruplarına rant alanı olarak açmaktadır. Siyasal paydaşları ve sermaye grupları arasındaki paylaşımla mülk edindiği tüm bu doğal kaynakları, inşaat ve hizmet sektörü başta olmak üzere, “yatırım” adı altındaki projelerle, emek ve doğa sömürüsünü derinleştiren iktidar, burjuva “muhalefete” de pastadan belirli paylar vererek, “muhalefet” tarzını dizayn etmekte, “devlet bekası ve otoritesi” gücü altında siyasal inisiyatifini örgütleyerek, ezilen ve sömürülen yığınlara karşı pervasızlaşmaktadır.

“Normalleşme-yumuşama” söylemi ile CHP’nin önünü açtığı, Erdoğan’ın, itirazları iktidarı zor duruma düşürmeyecek şekilde sürdürülmesi sözü ile tamamladığı “uyumun” özeti, CHP’nin başını çektiği bol gürültülü “muhalefet” ile AKP-MHP iktidarının istediklerini yapması olmuştur. Şimşek başkanlığında planlanan ekonomik politikalar, iç ve dış sahada geliştirilen savaş konsepti, doğa yıkımının ve canlı katliamının dayanağı olan “yasal” düzenlemeler, Can Atalay gündemli meclis toplantısında TİP milletvekillerine yapılan fiili faşist saldırılar akabinde işçi sınıfının çalışma ve örgütlenme haklarını gasp etmeye yönelik planlanan burjuva hukuksal düzenlemeler, CHP’nin başını çektiği burjuva “muhalefetin” bol gürültülü “itirazları” ortamında gerçekleşti- gerçekleşecektir.

Sokağın ve emek alanlarının itirazlarını, eylemlerini, tepkilerini, siyasal süreçlerine araç yapmalarının dışında, bastırmakta ortaklaşan bu zihniyetin beslendiği kaynak, gerici sınıfsal niteliklerindeki ortak paydadır. Bu anlamıyla, faşist siyasal iktidarın örgütlediği her saldırı dalgası, “burjuva muhalefetin” siyasal olarak kendisini üretme sınırı kadar itiraz nedenidir. Bunun dışında, burjuva “muhalefet”, ezilen ve sömürülen toplumsal güçlerin önünde duran ve yıkılıp aşılması gereken bir duvardır. Toplumsal muhalefet açısından, ana yönelim iktidar kliğidir, ama mücadele çizgisi, burjuva “muhalefetin” toplumun kollarına taktığı kelepçeyi söküp atacak olan, proletaryanın sınıf çizgisidir. Sokakta yaşayan köpeklere, gericiliğin yasa koyucu erkiyle katletme fermanı çıkaran, aynı zamanda doğayı talan edendir, insan emeğini sömüren ve kanını emendir. Çelişkilerin kapsamı doğa ve topluma yaygınlık niteliğiyle kapsamlıdır ve tüm bu çelişkilerin rengini verdiği çatışmanın mahiyeti sınıfsaldır. Ezilenlerin karşı koyuşu bu sınıfsal mahiyetten niteliğini aldığı oranda, sistemi geriletecek pozisyonda devrimci süreci örgütleyebilirler.

Bu genel durum özetinden sonra, faşist iktidarın “düzenlemeler”, “reformlar”, “önümüzdeki kışı bahara çevirecek ekonomik programlar” olarak ifade ettiği saldırıları analiz edebiliriz.

Neo liberal iktisadi politikalara göre siyasal ve “hukuksal” düzenlemeler, AKP-MHP iktidar bloğunun ezilenlere ve doğaya karşı saldırılarının özetidir!

Sokakta yaşayan köpekleri katletmeyi burjuva hukukta “yasal” prosedür haline getiren değişiklik, insan ve doğa yaşamına karşı iktidarın cinayet ve katliamlardan beslenen niteliğinin en yalın ifadesidir. Sokakta yaşayan köpekleri, “sokak hayvanı”, “sahibi olmayan hayvanlar” gibi küçültücü kavramlarla katliamı meşrulaştırmaya çalışan iktidar kliği, “ötenazi hakkı”, “uyutma” gibi yöntem kullanımı açıklamalarıyla, köpek katliamına hukuksal zemin yaratmaya çalışmıştır. Ötenazi nedir, tarihsel arka planında günümüzde ele alınışının insani, hukuksal, kültürel niteliği nasıl ele alınmalıdır tartışması, yeni bir konu başlığını zorunlu kılar. Ama cinayeti burjuva hukukta “yasal” güvenceye kavuşturan tartışmalar içinde kavram kargaşası yaratarak “ötenazi” denmesi, iktidar ve kurumlarının cehaleti değil, sınıfsal bir tercihidir. Geri yığınların “cehaletine” pozitif bir çağrışım uyandıran bu kavramla, katliama “yasal meşruluk” kazandırmak için seçilmiş bir kelimedir. “Kişinin yaşama hakkından vazgeçme rızası” olarak günümüz tıp hukukunda yer alan ötenazi hakkını, sokakta yaşayan köpeklere hangi dilde anlatıldığı ve rızasının nasıl alındığı sorusu, zaten konunun trajikomik yanı.

Son tahlilde, cinayet yasasını hazırlık aşamasında kullanılan ötenazi, yasal mevzuatta yerini “uyutma” yolu ile katletme biçimine bıraktı. Çünkü, “başı boş “hayvan söylemi ile, insan-doğa ve hayvana karşı toplumsal nefreti büyütmeye çalışan iktidar, rıza üretmek için her tartışmaya uygun kavram kullanmakta, esas hedefini bu kavramlarla maskelemektedir. İnsan ve doğa ilişkisinde, insan ve diğer tüm canlıların ilişkisinde, insanın (daha doğrusu kapitalist ilişkilerin hegemonyasında) olan ve olmayana göre yaşam hakkı sınırı tanıyan barbarlık, “evcilleşen” köpeklere yaşam hakkı, “sahibi olmayana” katli vacip fermanı çıkarması, kapitalist sistemin insan-doğa ilişkisine yaklaşımının sonucudur.

Bu yıkım ve talan siyasetinin, her canlı düzeyine uygulanış biçimidir. Bu uygulama, İnsanın günlük yaşamında doğa ile, diğer canlılarla yaşadığı çelişkili vaziyetin bir panoraması değil, faşist iktidarın toplumu, doğayı düşmanlaştırma, kutuplaştırma ve şiddet politikasıyla, sermayenin sömürü ve talan politikalarını göre örgütlemesidir. Sermayeye kar sağlamayan, değer üretmeyen her şey “yük” olmaktan çıkarılmalı, canlı ve doğa yaşamında, her türün yaşam hakkı buna göre dizayn edilmelidir. “Ceza hukuku”, “vergi kanununda öngörülen değişiklik”, “Yeni Anayasa Tartışmaları” ve en son tekçi iktidar sultasının Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın başkanlığında gerçekleşen “Yatırım Ortamının iyileştirilmesi Koordinasyon Kurulu” (YOİKK) toplantısında gündeme konulan “yeni iş kanunu” tartışması, iktidarın Neoliberal politikalara göre, aksayan yanlarını onarmak olarak gündeme gelen “hukuksal” düzenlemelerdir.

“Yeni İş Kanunu” tartışmaları ve neoliberal politikalar!

Sermaye, genişlemek ve büyümek için sürece uygun birikim modelleri geliştirmekte ve geliştirdiği birikim modellerine uygun siyasal erki kanalıyla “hukuksal” düzenlemeler yapmaktadır. İktisadi alanda bunun temel ayakları, mali, finansal ve yapısal politikalardır. Son seçim sürecinden sonra, “Şimşek Programı” olarak ifade edilen politikaların özü de bunlardır. Kamu harcamalarının kısıtlanması tartışmalarıyla devreye konulan, sermaye ve siyasal paydaşların lüks harcamalarına dokunmayıp, işçi-emekliye kemer sıkma politikasını dayatan, esas olarak sermayenin istek ve taleplerini devreye koyan mali “reform”, bu dönemin ilk adımıydı. Sermayenin spekülatif hareketinden devasa kaynak aktarımı yaratan (döviz kuru oynamaları, borsa endeksi, faiz oynamaları vb. gibi) finansal “reformların” ardından, şimdi yapısal “reformlar” adı altında, emeğin güvencesiz ve esnek hale getirilmesinde, var olan güvencesiz koşullar daha da derinleştirilmek istenmektedir. Neoliberal politikaların, “TC” iktisadi yapısında sermayenin sürece göre güncellenmesi olan bu “hukuksal” düzenlemeler, sermayenin kuralsız ve sorunsuz bir şekilde ilerleyişini sağlamak amaçlıdır. Emperyalist sistem ve emperyalist sermayenin uluslararası dolaşımı ilişkisinde, mali, finansal ve yapısal sürecin planlanması, doğal zenginlik kaynakları ve emeğin kuralsız sömürüsü için, uluslararası sermaye temsilcilerinin, emperyalist kredi derecelendirme kurumlarının, “TC” komprador işbirlikçi tekelci sermaye sahiplerinin “güçlü ekonomi için reform” talebinin tarifi kısaca budur.

Bilindiği gibi, neoliberal politikalara göre, ekonomi ve iş yaşamının tasarlanması, AKP-MHP iktidar güruhunun, “yapısal reformlara” biçtiği içeriktir. Yeni sermaye birikimi olanakları ve buna uyumlu esnek-güvencesiz çalışma koşulları, 4857 sayılı İş Kanunu’yla yürürlükte olup, bu yasanın ağır uygulamalarıyla zaten işçi sınıfı ağır baskı ve sömürünün altındadır. İşçi sınıfına ve emeklilere düşük ücret uygulaması, “sosyal güvenlik” adı altında piyasaya açılan rant kalemleri, AKP iktidarının 5510 sayılı kanunla yürürlüğe koyduğu saldırılardı. İşçi sınıfının mevcut sendikalarda (ki mevcut sendikaların niteliği ihtiyaç duyulan bir başka tartışma konusudur) dahi örgütlenmesini engelleyen, ekonomik-demokratik haklar önünde büyük engeller ören 6356 sayılı Sendikalar Kanunu, hali hazırda işçi sınıfı açısından gerici hükümler içermektedir. Kısa vurgularla ifade ettiğimiz bu kanunların yanında, KİT’lerin tasfiyesi ile ezilen-sömürülen toplumsal güçlere çıkarılan ağır faturalar, taşeron sistemi, özelleştirme, düşük ücretle güvencesiz iş koşulları, kadın ve çocuk emeği sömürüsü, yapısal “reformlar” adı altında emek güçlerine karşı yürürlüğe konan başlıklardı. İşçinin sağlığı ve güvenliğinden azade, sermayenin büyümesini garanti altına alan İş sağlığı ve Güvenliği Kanunu, bu saldırıların bir başka ayağı olarak işlev görmektedir.

AKP-MHP iktidarının, “Şimşek Programı” olarak son bir yılı aşkın bir süredir “Orta Vadeli Kalkınma Planı” olarak ortaya koyduğu ekonomik politika, mevcut uygulamalarda olduğu gibi, sermayenin aşırı kâr hırsına göre yeni bir kuralsızlaştırma ve baskıya dayalı sistemi, işçi, sınıfı üzerinde derinleştirmeyi hedeflemektedir. Yani Orta Vadeli Program, aynı zamanda, öngördüğü yapısal hukuki düzenlemelerle, emek ve doğa sömürüsünde pervasızlaşmayı öngörmektedir. Ekonomiyi, sadece sermayenin çıkarları, sömürü ve rant sahası olarak gören, insan ve doğal zenginlik kaynaklarını sermayenin sınırsız kâr hırsına amade gören kapitalist sistemin siyasal bekçileri, “yapısal reformlar” adı altında bu amaçlarını icra etmektedirler.

Son YOİKK toplantısında gündeme gelen “İş Kanunu” değişikliği tartışmaları yukarda özetlediğimiz niteliğin devamı olmasına karşın, burjuva medyada bu ileriye bir hamle olarak manşetlere taşındı. Çünkü iktidar, en gerici niteliğini, burjuva hukuksal düzeyde garanti altına alırken dahi, toplumsal yanılsamalar yaratmak amacıyla, elindeki medya gücünü etkili kullanmaktadır. “İş kanunu değişiyor”, “bu bir sanayi devrimi hamlesidir”, “nitelikli iş gücü, az çalışma, çalışanların lehine tarihsel düzenlemeler”… vb. gibi manşetlerle, planlanan saldırı konsepti, toplumsal rızaya dönüştürülmek isteniyor.

Emeklilerin sefalet koşullarında yaşadığı, işçilerin, düşük ücretlerle ağır koşullarda fazla çalışmaya zorunlu bırakıldığı, sendikal örgütlenme ve ekonomik-demokratik haklarını aramanın faşist baskılarla yasaklandığı mevcut fiili durumu, daha kapsamlı düzenlemelerle “yasal” güvenceye kavuşturan saldırılar, “müjde” olarak veriliyor. Oysa planlan bir istikrar paketi. Kim için istikrar… Sermaye için istikrar. Sermayenin her istikrar paketinin, kısa, orta ve uzun vadeli ayakları vardır. Bu planların devreye konulması, ekonominin sermaye birikiminin büyütülmesi trendine göre örgütlenmesidir.

Şimşek kaptanlığında, Orta Vadeli Programının makro hedefleri, esnek çalışma biçimlerinin mevcut iş kanunu ile daha ileri düzeyde uyumlu hale getirilmesi politikası vardır. Ki bu programda, “iş dünyasının istek ve talepleri doğrultusunda, iş kanununun yeniden düzenlenmesinden” söz etmektedir. İş kanununda esneklik ve daha fazla sömürü, aynı zamanda uluslararası emperyalist sermayenin isteği. Uluslararası emperyalist sermayenin sömürü sahasını Türkiye-Kuzey Kürdistan’da genişletmeyi hedefleyen siyasal iktidar, bunun en büyük güvencesi olarak ucuz iş gücü ve doğal zenginlik kaynakları ve bu değerlerin kuralsız sömürüsü olarak vermektedir. Yabancı sermaye akışına ciddi ihtiyacı olan ve bu sayede ayakta kalabileceğini bilen “TC” ekonomisi, Şimşek programı ile esasta yabancı sermayeyi çekme üzerine planlanmıştır. Ülke ekonomisini, uluslararası emperyalist tekellerin sömürü sahasına çeviren iktidar, daha fazla sermaye akışı sağlamak için, “yapısal reformlar” adı altında işçilerin tüm ekonomik-demokratik haklarını askıya almakta, emek üzerindeki sömürüyü derinleştiren rejimi “yasal” güvenceyle kalıcılaştırmak istemektedir. Uluslararası emperyalist sistemle bağlantı içinde, Orta vadeli programın bu yapısal hedeflerinde saldırılar kapsamlıdır. “Sosyal güvencelerin” (olmayan sosyal güvenceler demek daha doğru) piyasa ekonomisine göre düzenlenmesi, emekliliğin, kıdem tazminatının ortadan kaldırılması, emeklilerin iş gücü içinde tutulması ve adım adım emeklilik yaşının yükseltilmesi, çocuk emeğini sömürmek için, “meslek eğitimi” adı altında işçiliğin okul sıralarına indirilmesi, bu yapısal “reform” sürecinin hedefleridir.

Bu görevi üstlenen iktidarın kurumu YOİKK, Orta Vadeli Ekonomik Program’ın, iş hayatındaki ayaklarını icra etmek için, iktidarın işçi sınıfına saldırısının startını vermiş durumdadır. İktidar eylem planını bu kurum üzerinden belirlemiştir. 2024 yılı eylem planının iş mevzuatında, “Çalışma biçimlerinde ortaya çıkan ihtiyaçların tespitine yönelik teknik çalışma yapılması” ve “uzaktan, kısmi ve geçici süreli çalışma ile platform çalışması gibi yeni nesil esnek çalışma modellerine dair mevzuat değişikliği ihtiyaçlarının iş dünyası gerekleri gözetilerek belirlenmesi” olarak ortaya konulmuştur. Manipülasyona ihtiyaç yok. Sermaye temsilcileri, sermaye çıkarlarını icra eder. Bunu “iş koşullarının düzeltilmesi” olarak propaganda etmek, mumu yadsıya kadar dahi yanmayan yalancılık hikayesinden öte değer ifade etmez.

Çünkü iddia edildiği gibi çalışma saatlerin düşürülmesi gibi bir plan yok. Dahası, işveren açısından bağlayıcı hükümleri olmayan, belirli süreli iş sözleşmeleriyle, esnek çalışma modeliyle, daha fazla çalışmanın önü açılmaktadır. Kıdem tazminatı, kırıntı olarak var olan bazı iş güvencelerinin esnek çalışma kapsamında gasp edilmesi, emeğin kuralsızca sömürülmesi, “performansa” dayalı ücret belirleme vb. başlıklar bu düzenlemenin ana ayaklarıdır. Kuşkusuz getirilmeye çalışılan yeni mevzuatı, başlıklar halinde ele almak ve saldırının kapsamını somut ortaya koymak bir ihtiyaçtır. Ama tartışma başlıklarının daha açılmadığı bu kesitte, ilk veriler üzerinden saldırının mahiyetini böyle ifade edebiliriz. Somut olan şudur. Bu iktidar, faşist niteliği ile, emek ve doğa düşmanıdır. Sermayenin en bağnaz kesiminin temsilcisi olarak, tüm hukuku, ezilen ve sömürülenleri, daha fazlı baskı altına almanın garantörüdür. İşçi ve emekçilerin, ezilen yığınların bu iktidarla kuracağı tek ilişki, bu köhnemiş düzene karşı vereceği mücadeledir.

“İstikrar” programı ile yapısal “reformlarla” planlanan sermayenin birikim politikasıdır. Emperyalist tekellerle iş birliği içinde, Türk komprador işbirlikçi kapitalistler, faşist iktidar eliyle sermaye birikim politikasını genişletiyor. Bunu esasta iki kulvar üzerinden yapıyor. Ucuz emek, esnek çalışma, örgütsüz işçi sınıfı üzerinden ve ikinci olarak, doğal zenginlik kaynaklarının kuralsız sömürüsü üzerinden… “Etkinlik” ve “verimlilik” sermayenin elinde iki kavram. İş güvencesinin olmadığı, belirli sürelerle istihdam olanağı veren, örgütlenme ve toplu sözleşme hakkının yok edildiği kuralsızlığın, kural haline getirilmesi için, iktidar yeni bir gayret içine girecektir. Bu saldırının sonucunu tayin edecek olan, işçi sınıfı başta olmak üzere, ezilenlerin mücadelesidir. Buda başka bir yazı konusudur.

Önceki İçerikDünyadaki Siyasi Durum ve Somut Çelişki-Çatışmalar…
Sonraki İçerikTürkiye Kuzey Kürdistan’daki Siyasal Durum ve Olası Gelişmeler!