HABER MERKEZİ(20.03.2019)-Proleter devrimcilerin toplumsal sisteme dair nihai yönelimi, sınırların-sınıfların-sömürünün ortadan kalktığı, varılan bu koşullarla birlikte devlet makinesinin gereksizleşerek sönümlendiği büyük özgürlükler süreciyle tek dünya toplumu olan Komünist Toplum ütopyasıyla sınırlıdır. Proletaryanın bu tarihsel yürüyüşü verili toplumsal tarihi şartlarda, dünya devriminin halkalarından olan tek ülke devrimlerinin gerçekleştirilmesi somut göreviyle siyasi iktidar mücadelesinde biçimlenir. Ve bu devrim süreci, Yeni Demokratik Devrim ile kurulan toplumsal siyasi sistem olarak yeni Demokratik Toplum/Halk Demokrasisi, sosyalist devrim ile kurulacak olan (ve bir ara toplum olan) Sosyalizm/Sosyalist toplum aşamalarında henüz sınıfların, sınırların ve esasen sömürünün ortadan tam olarak kalkmadığı bir dönemi ifade eder.
Stratejik ve somut mücadele ya da görevlerde biçimlenen yukarıda işaret ettiğimiz genel ve somut siyasi yönelim, istisnasız olarak belli başlı temel ilkelere yaslanır. Siyasi iktidar mücadelesinde anlam bulan devrim aşaması da, bu devrimin, devrimler süreciyle dünya devrimi evresine sıçrayarak büyük tarihsel yürüyüşe ilerleme aşaması da, söz konusu temel ilkelerle mümkün olacaktır. Bu temel ilkeler; 1-devrimin zora dayalı gelişmesi-gerçekleştirilmesi veya devrimin zor metoduyla gerçekleşeceğinin kabulü ve savunulması, 2-proletarya diktatörlüğü/devletinin(proletarya ve emekçiler devletinin) savunulması ya da hedeflenmesi, 3-devrim ve devlette proletarya partisi(Komünist Parti) önderliğinin kabul edilmesi-savunulması ve 4-devrimin sosyalizm koşullarında sürdürülmesi veya Proleter Kültür Devrimleriyle devrim sürecinin sürdürülmesinin kabul edilmesi-savunulması şeklinde özetlenebilir ilkelerdir. Bu ilkeleri reddeden bir siyasi hareket veya siyasi parti ne kadar mücadeleci, ne kadar savaşçı ve ne kadar güçlü olursa olsun proleter devrimci nitelikte olamaz, Marksist Leninist Maoist hiç olamaz. Bu ilkeler bir rastlantı sonucu değil, bilakis objektif gerekçelerle ortaya çıkmış ve mantığa dayalı bilimsel ölçülere oturan zorunlu ilkelerdir.
Şayet devlet aygıtı ve iktidarı elinde bulunduran gerici sınıflar, sınıf karakterlerinden kaynaklanan bencil çıkarlar ve iktidar imtiyazlarını gerici zora dayalı olarak korumamış olsaydı ve egemenliklerini baskı aracı olan devlet aygıtının gerici zoru ile sürdürmemiş olup, devlet ve iktidarın ilerici sınıflar tarafından demokratik yollarla ele geçirilmesine olanak tanımış olsalardı, kuşkusuz ki siyasi iktidarın ele geçirilmesi için devrimci zor ilkesi zorunlu ve hatta gerekli olmazdı…
Şayet gerici sınıflara karşı uzlaşmaz sınıf çelişkileri zemininde ve tarihin en köklü düşmanlığı temelinde verilen amansız-çetin sınıf mücadelesi süreci, en ilerici sınıf olan proletaryanın ideolojisini benimseyen Komünist Parti önderliği dışında, başka bir sınıf önderliğinde gerçekleşmesi mümkün olsaydı, kuşkusuz ki, Komünist Partinin devrimdeki önderliğinin zorunluluğu temel bir ilke olarak saptanmazdı. Komünist Parti; proletaryanın ideolojisini benimsediği gibi, proletaryanın seçkin unsurlarından teşekkül olan en devrimci, diyalektik ve tarihi materyalizm felsefesini özümseyerek, bilimsel sosyalizm teorisiyle donanmış özellikleriyle proletarya ile burjuvazi arasındaki keskin sınıf savaşımına önderlik yapacak nitelikte tek parti niteliğidir… (Proletaryadan önceki ilerici sınıf burjuvaziydi ve şimdi proletarya gericileşmiş olan bu burjuvaziye karşı mücadele etmektedir. Dolayısıyla burjuvaziye karşı mücadeleyi omuzlayacak proletaryadan gayrı bir sınıf yoktur. Bu bağlamda proletaryanın ideolojisinden ileri bir ideoloji ve bu ideoloji ile donanmış olan Komünist Partiden daha ileri bir parti ve ideoloji-bilim olmadığı için, proletaryanın ideolojisini temsil eden Komünist partinin devrime önderlik yapması bir zorunluluk ve temel bir ilke meselesidir.)
Şayet proletarya burjuvaziye karşı iktidar savaşıyla gerçekleştirdiği devrim ile kesin bir zafer sağlamış olabilseydi, ya da bu devrim aşamasında hangi sınıfın kazanacağı tamamen karara bağlanmış olsaydı, dolayısıyla da iktidardan alaşağı edilen burjuvazi yenilgisine rağmen varlığını sürdürmemiş olup, yeniden iktidarı ele geçirmek için bir sınıf savaşımına girmemiş olsaydı veya bu savaşa girme olasılığı olmamış olsaydı, proletaryanın elinde burjuvaziye karşı bir baskı aracı olan proletarya devleti-iktidarı-diktatörlüğüne gerek olmazdı. Ne yazık ki, yenilgisine karşın, bu yenilgiyi kabul etmeyerek iktidar ve sömürü imtiyazlarını yeniden ele geçirmek için amansız biçimde proletaryaya karşı savaşmaktadır bu devrik burjuvazi. Dolayısıyla gerici sınıfları veya burjuvaziyi baskı altında tutmak ve yeniden iktidara gelmelerini engellemek için, devlet denilen devasa baskı örgütüne ihtiyaç vardır. Bu devletin adı proletarya ve emekçiler devletidir. İşte proletarya devleti-diktatörlüğünün benimsenip savunulması ilkesi bu ihtiyaç ve zorunluluktan doğmaktadır. Ki proleter devlet son tahlilde kendisini de ortadan kaldırmayı hedefleyen/kendisine de düşman olan bir devlet biçimidir. Böyle olmasına karşın tarihsel ve toplumsal şartlarda, bu devleti kurmak ve savunmak zorunludur. Aksi halde proletaryanın burjuvaziye karşı savaşı gerçek başarıya taşınamaz…
Ve şayet Proletarya Devleti(Sosyalizm) şartlarında devrik burjuvazinin yeniden iktidara gelme hayaliyle giriştiği gerici mücadeleye ve buna koşut emperyalist kuşatma, kışkırtma, komplo, tehdit ve saldırganlığa karşı sınıf savaşımı verilmez ise, en önemlisi de bizzat Komünist Partinin(iktidarın) içinde veya Proleter Devletin bağrında doğan ‘’Kapitalist Yolcu’’ yeni burjuvaziye karşı devrime-proleter Kültür Devrim-lerine başvurulmaz ise, Sosyalist devleti koruyup sürdürmek olanaklı olmadığı gibi, Komünizme varmak da imkansızlaşır. Sosyalist toplum koşullarında henüz kimin yeneceği karara bağlanmamışken, Komünist Partinin-iktidarın yozlaşarak burjuvalaşması da (Yeni Burjuvazinin doğması da) tamamen mümkün ve hatta tecrübeyle sabittir.
Bu, Sosyalizm şartlarında sınıfların varlığı kadar, antagonist sınıf çelişkilerinin varlığı ve bu zeminde sınıflar mücadelesinin daha da keskinleşerek sürdüğü-süreceğini gösterir. Sınıfların, sınıf çelişkisi ve mücadelesinin(daha da keskinleşen bir mücadeleden söz edebiliriz) geçerli olduğu Sosyalist toplum/Sosyalist devlet koşullarında devrimlerin benimsenmesi ve bu devrimlerin sürdürülmesi Sosyalizmin korunması için şartken, Sosyalizmin Komünizme doğru ilerlemesi için bu koşullarda Proleter Kültür Devrimlerini gerçekleştirilmesi zorunlu ve şarttır. Sınıflar devrimle birlikte ortadan kalkmış, sınıf çelişkisi ve mücadeleleri ortadan kalkmış ve Komünist Partilerin içinde burjuvazinin doğması mümkün olmamış olsaydı, Sosyalizm şartlarında devrimden, Proleter Kültür Devrimlerinden söz edilmezdi. Ancak tüm gerçekler(teorik doğru ve pratik deneyler) Sosyalizmin korunup sürdürülmesi ve özellikle de Komünizme doğru ilerletilmesi için, Sosyalist toplum şartlarında gündeme gelen Yeni Burjuvaziye karşı Kültür Devrimlerinin gerçekleştirilmesi vazgeçilmezdir…
Yukarıda çok kısa özetleriyle açıklamaya çalıştığımız nedenler, Komünist çizgi ile reformist-revizyonist çizgi arasında en temel ayrımlar durumundaki temel ilkelerin dayandığı mantığı açıklamaktadır. Sosyalist toplum ve oradan Komünist toplum yürüyüşünde tutarlı bilimsel çizgi ve pratik yönelime sahip olanların, bu ilkeleri temel ilke olarak saptaması gerektiği inkar edilemez. O halde bu ilkeleri reddedenlerin Komünist olamayacağı savı sübjektif değil, isabetlidir.
Temel ilkelerden bağımsız bir strateji, taktik ve siyaset tasavvur edilemez!
Komünist devrimci çizginin temel aldığı bu ilkelerin, bir dizi başka ilkeyi de koşulladığı söylenmelidir ki, bu alt ilkeler tamamen temel ilkelere uygun olarak biçimlenir, var olur ve temel ilkelerin mantık tutarlılığında ortaya çıkarlar. Ancak temel ilkelerde sağlam-sıkı durulmadan ve bunlarda berrak bir kafa yapısına sahip olmadan, alt ilkeler dediğimiz temel ilkelerin devrimci mantık diyalektiğini takip eden diğer ilkelerin sağlam olarak savunulması da mümkün olmaz. Yani temel ilkelerde sağlam durulduğunda diğer(alt)ilkelerde de sağlam durulacağı, ama temel ilkelerde kırılma ve aşınmalar yaşandığında ise diğer (alt) ilkelerde de mutlak biçimde yozlaşma ve aşınmaların yaşanacağı neredeyse kesin bir gerçektir. Temel ilkelerde defolu ama alt ilkelerde sıkı olma gibi bir denklem iddiası sübjektif zorlamadan başka bir şey olamaz. Elbette bu bağıntıyı tersten işletmek de mümkün. Yani, alt ilkelerde esasta yoz ve gevşek zeminde olmak, ama temel ilkelerde son derece sağlam ve muntazam olmak gibi bir durum da tasavvur edilemez. Şayet temel ilkelerde sıkı ve sağlamsak, buna uygun olarak alt ilkelerde de asgari ölçüde sağlam ve sıkı oluruz. Dolayısıyla, alt ilkelerde sağlam ve sıkıysak bunu koşullayan temel ilkelerde sağlam ve sıkı olmamızdır. Yani, alt ilkelerde esasta negatif portre ortaya koyuluyorsa, bu temel ilkelerde de esasta güçlü-pozitif bir duruş ortaya konulmadığını gösterir; temel ilkelerde negatif olunduğundan alt ilkelerde de negatif duruma düşülmüştür…
Temel ilkeler alt ilkelere doğrudan nüfuz edip, onlar üzerinde belirleyici olduğu gibi, aynı temel ilkeler bütün siyaset ve taktik konulara da tesir eder. Temel ilkelerden bağımsız bir strateji, bir siyaset, bir taktik tasavvur edilemez. İlkelere dayanmayan ve onlardan komut almayan bir strateji veya siyasetin kaynağı da, ucu da (en azından varacağı yer) kesinlikle belirsizdir. Ancak temel ilkelerden feyiz alan ve onlara bağlı olan bir siyaset, bir taktik politika esasta güçlü ve komünist doğrultuya sahip demektir. Bu, söz konusu siyaset veya taktik politikanın mutlak biçimde doğru olduğu, hatasız olduğu vb. anlamına gelmez. Temel ilkelere rağmen, bir özgülde veya bir meselede ortaya konulan siyaset ve taktik politikanın hatalı-yanlış olması mümkündür. Lakin siyaset ve taktik politikadaki bu yanlışlık, temel ilkeleri ve bu ilkeler doğrultusunda saptanan strateji, genel doğrultu ya da genel siyasi çizginin yanlış olduğunu göstermez-kanıtlamaz. Ancak temel ilkelerin olmadığı ya da hatalı olduğu koşullarda, siyaset ve taktiğin de genel olarak yanlış biçimleneceği söylenebilir. Fakat bu da mutlak bir kural değildir. Temel ilkelerde ciddi sorunlar olmasına karşın siyaset ve taktikte isabetli politikaların izlenmesi mümkündür. Ki bu, sınıflar mücadelesi pratiğinde sıklıkla rastlanan bir durumdur. Temel ilkeler bakımından oportünist (reformist vb. vs.) çizgide değerlendirilen veya çizgi olarak küçük-burjuva devrimcisi biçiminde değerlendirilen birçok siyasi yapı-hareketin, göreli de olsa, mücadelenin belli aşamalarında bir çok siyaset ve mücadele evresinde son derece başarılı, militan, direngen ve hatta ağır bedelleri göğüsleyen, kararlı bir mücadele pratiği sergilediğine, dahası komünistlikle hiç alakası olmayan demokratik veya devrimci nitelikteki bazı hareketlerin son derece büyük bir savaş pratiği sergilediğini vb. vs. izlemekte, tanıklık yapmaktayız…
Sorun siyaset ve taktik politikalardaki duruş veya durum değil, ilke, strateji veya temel ilkelerde taşınan niteliktir.
Gerçek kalıcı kazanımları sağlayan; MLM ideoloji, bilimsel teori, felsefe ve bunlara bağlı temel ilkelerdir!
Yukarıda ifade ettiklerimizden şu sonuçları çıkarmak doğru olacaktır. Siyaset veya taktik politika, gücü açığa çıkarır veya gücü gösterir. Ancak bu güç verili bir süreç için ve verili bir güçtür. Kalıcı değil, geçicidir, anlık durumdaki güçlülük veya verili siyasi konuya has bir güçlülüktür. Kalıcı ve bu anlamda gerçek güç ya da güçlülük, dönemsel-süreli siyaset veya taktik politika özgülünde sergilenen değil, ilkeler-temel ilkelerde saklı olan güçtür. Ve eğer belirli siyaset ve taktik politika bu temel ilkelerden beslenmez, gücünü oradan almazsa, söz konusu güç-güçlülük geçici olup anlık kazanımlar sağlamakla sınırlı kalmaya mahkumdur. Bunun aksine ilkelerden beslenen siyaset ve taktiğin barındırdığı güç kalıcı olmakla birlikte, gerçek kazanımları sağlayan ve bu kazanımları süreklileştiren bir dinamizmi temsil eder. Uzun vadeli ve ağır bir süreç olan siyasi iktidar mücadelesinde aslolan güncel veya verili siyaset değil, MLM ideoloji, bilimsel teori ve felsefe ile bunlara bağışık oluşan temel ilkelerdir. Belirleyici olan günlük siyaset ve verili durumda ne durumda olunduğu değil, temel ilkeler, bilimsel ideoloji, teori ve genel doğrultu olarak ne durumda-hangi zeminde olunduğudur. Altını belirgin olarak çizelim ki, burada çıkardığımız bu sonuçlar asla siyaset ve taktik politikanın önemsizleştirilmesi maksadını taşımaz, bunu kast etmez. Dahası bu sonuçlar, taktik politika ve güncel siyasette taşıdığımız zayıflıkları anlaşılır kılma, önemsiz gösterme veya içinde bulunduğumuz yetersiz durumu kotarma ve eksikliklerimizi kılıflayarak gizleme anlamına hiç gelmez. Bilakis, temel ilkelerde berrak, sağlam ve kafa açıklığına sahip olsak da, güncel siyaset ve taktik politikalarda bu sağlam temelimize denk gelen durumda değil, oldukça gerisinde ve zayıf durumdayız. Bu durumun temel ilkelerdeki sağlamlık gerekçesiyle es geçilmesi veya basitleştirilmesi düşünülemez. Siyaset ve taktik politikalarda, örgütsel pratik ve politikalarda içinde bulunduğumuz zayıflık mutlak suretle aşılması ve stratejik olarak durduğumuz pozitif çıtaya çıkarılması şarttır. Bu görevler hiçbir sebep ve hiçbir gerekçeyle ötelenemez. Dolayısıyla da hiçbir teorik doğru, mevcut durumumuzu anlaşılır kılmaya yetmez. Temel ilke ve stratejide olduğu gibi, güncel siyaset ve pratik ve bu kapsamdaki görevlerde de daha dinamik ve güçlü pozisyona ulaşmamız şarttır. Bunun için daha özverili, fedakar, kararlı ve militan bir çizginin örgütsel politika-pratiğe dökülmesi gerekmektedir. Bunlarda bir tereddüt yoktur…
Evet, sınıf mücadelesinin görevleri bağlamında, daha güçlü devrimci bir güncel pratik-siyaset ve mücadele pratiğinin sergilenmesi hem gerekli, hem de elzemdir. Bu ihtiyaç ters yönde gerekçeler açıklanarak teorize edilemeyecek kadar nesnel, reel gerçeği değiştirme yönelimi itibarıyla devrimcidir. Toplumsal kitleleri ırkçı-milliyetçilik zehriyle manipüle eden, emekçi halk kitlelerini azgın baskı yönetimiyle korku kuşatmasına alarak sindiren, faşist saldırganlık ve buna bağlı geliştirilen pervasız baskı ve keyfiyetçi, hukuksuz tek adam sultasının OHAL şartları ve KHK’lar yönetimiyle meşrulaştırmaya çalışan bu koyu faşist süreci, edilgenliği aşmış devrimci mücadele ve eylem pratiğiyle yanıtlamak, reddedilemez devrimci görev ve yönelimdir. Bunda kuşkuya yer yoktur. Ne var ki, bunun nasıl hayata geçirileceği, bu pratiğin nasıl sergileneceği, sergilenmesinin koşullarının ne olduğu, bunu sergileyecek örgütsel kuvvetlerin hazır ve yeterli olup olmadığı gibi sorular tabiatıyla yanıtlanması-açıklanması gereken konulardır. Aksi halde soyut sorumsuz sloganlar ve karşılıksız kalan çağrılar yapmaktan ileri gidilemez. Zira devrim salt bir kahramanlık ve bir irade belirleme meselesine indirgenemeyecek kadar bütünlüklü bilimsel bir sistematiğe sahip bir plan ve bu planın yeterli önderlik altında uygulanmasının siyasi-örgütsel kuvvetlere sahip olması ile devrimin tabanına hitap eden bir örgütlenme düzeyini gerektirir. İstemlerimizle gerçek arasında, objektif olan ile sübjektif olan arasında, olması gereken ile somut durumda olabilir olan arasında ve kuşkusuz ki somut gerçek ile bu gerçeği değiştirme görevi arasında doğru bağıntıyı kurmak reddedilemez bir gereksinimdir. Gerçekliği görmezden gelemeyiz, ama gerçeği değiştirmek için yola çıktığımızı da unutamayız. Gerçeği değiştirmek devrimciliğin temel spesifiklerindendir. Gerçeği değiştireceğiz, gerçeği inkar etmeyeceğiz ve gerçeği değiştirmek için hem gerçekçi hem de devrimci olacağız… Elimizde iktidarı alma kuvveti, bu iktidarı almak için yeterli örgütlenme ve gerekli olan diğer temel hazırlıklar vb. vs. olmadan, kitleleri iktidarı almaya dönük somut şiarlarla harekete geçiremeyiz. Lenin’in ‘’Ayaklanmayla oynanamayacağı’’ öğüdü öylesine bir söz olmadığı gibi, derin tecrübe ve birikime dayanmaktadır.
Şimdi somut durumda, karabasan gibi toplumun üstüne çöken Erdoğan sultası faşizminin azgın saldırılarına, örgütsel-siyasi güç itibarıyla dalgakıran olma kuvvetinde değiliz. Bu, olmamamız gerektiği anlamına gelmez. Bilakis dalgakıran olmak durumundayız, bu çıplak devrimci görevdir. Lakin olmak ayrı bir gerçek, olabilmek ayrı bir gerçektir. Kuşku yok ki, bütün devrimciler devrimin gelişmesini, mücadelenin güçlenerek ilerlemesini, faşist diktatörlüğün alaşağı edilmesini içtenlikle istemektedirler. Bütün yoldaşlar aynı samimiyetle partinin gelişip güçlenmesini devrimci mücadeleyi büyüterek devrime önderlik yapmasını istemektedirler. Ne tek bir devrimci, ne de tek bir yoldaş bu duygu ve istemlerin dışında tasavvur edilemez, etmiyoruz. Hepimizin ve herkesin istemi ortak olarak devrimci kaygıyı dışa vurmaktadır. Devrimci kaygıyla dile getirilen istem ve eleştiriler, mücadelenin gelişmesini, partinin güçlenmesini, devrimin büyümesi-gerçekleşmesini arzu eden ve elbette bu uğurda teorik-pratik görevlere sahip çıkan çabaları ya da iradenin dışavurumunu ifade etmektedirler. Dolayısıyla bu istem ve kaygılara dayanan hiçbir eleştiri yadırganamayacağı gibi, ciddiyetle dinlenip incelenmesi en doğru tutumdur. Eleştiri ve görüşlerin doğru ya da yanlış olması elbette ayrıştırılıp seçilmesi gerekmektedir. Ancak, önyargıdan bağımsız biçimde doğru/yanlış bütün eleştiri ve görüşlerin titizlikle incelenmesi ve hoşgörüyle karşılanması şarttır. Eleştiri ya da görüşler, kişisel hırs, hesap ve bencil maksatlardan feyiz almıyor ise, her görüş istisnasız olarak değerlendirilmesi ve dinlenmesi gerekendir. Çünkü, hatalı görüşler bile doğru görüşün saptanmasına hizmet ederler. Yanlış görüşlerden hareketle doğru görüşlerin tespit edilip geliştirilmesi tamamen mümkündür. Yeter ki, söz konusu eleştiri ve görüşler devrimci kaygıların ürünü olsun…
Gerek içinde bulunduğumuz açık faşizmin ağır şartlarına rağmen devrimci mücadelede seyreden zayıflıklar ve gerekse de partimizin bu dönemde taşıdığı yetersizlikler bağlamında esasen haklı olan(devrimci kaygı itibarıyla haklı olan) birçok eleştiri, öneri ve görüş ileri sürülmektedir. Her süreç, her plan ve her fikirde muhtemel ve mümkün olan eksiklikler gibi, bu görüş, öneri ve eleştirilerde de belli eksiklikler olduğu gibi, devrimci kaygı esasında olmak kaydıyla, esasta doğru olan ortak doğrular da bulunmaktadır. Ne var ki, doğru olan bu eleştiri, öneri ve görüşlerde negatif olan durumun aşılması için genel geçer reçetelerden öteye somut bir öneri maalesef bulunmamaktadır. Esasta, ‘’bu yapılmalıdır, böyle yapılmalıdır…’’ biçiminde yaklaşımlar ortaya konulmakta, derde deva olacak somut bir yenilik ortaya konulamamaktadır. Ki, bu, söz konusu eleştiri, öneri ve görüşleri dile getirenlerin özel bir eksikliği değil, nesnel gerçekliğin koşulladığı bir sonuçtur. Yani, mücadele, parti ve devrimin sorunları üzerinde ciddi ve samimi şekilde kafa yorulup devrimci çıkış arayışları temelinde gayret gösterilse de, insan iradesinden bağımsız olarak geçici de olsa var olan nesnel durum ve şartlar daha somut, daha etkili ve yetkin çözümler ortaya koymaya elverişli olmayıp, imkan vermemektedirler. Eğer sorun bu değil de, izlenen siyaset vb. vs. sorunu olsaydı, eleştiri konusu yapılan durum bir veya bir-iki hareket için geçerli olur, diğer devrimci kuvvetler için geçerli olmazdı. Ne yazık ki, eleştiri konusu yapılan negatif durum hemen bütün devrimci hareket(örgütlü devrimci hareket) için aynılıkla geçerlidir. Bu durum sorunun genel bir sorun olduğunu göstermekle birlikte, somut bir siyaset sorunundan kaynaklanan durum olmadığını da kanıtlar.
Tam da burada belirtmekte fayda var ki, örgütlü devrimci harekette iki durumdan söz etmek mümkün ve yerindedir. İçinde bulunduğumuz açık faşizm şartlarının en ağır baskı koşullarına rağmen, örgütlü devrimci hareket bütünüyle ölü toprağına gömülmüş, iradesiz ve çabasız bir durumda değildir. Bir yanıyla ve esasen ciddi tıkanıklıklar ve yetersizlikler taşınarak ciddi bir pratik mücadele pratiği ve eylemlilik ortaya konulamamakta, ama diğer yanıyla silahlı mücadele eğilimi öne çıkarak güçlenen tarihsel bir süreç veya eğilim gelişmektedir örgütlü devrimci harekette. Dolayısıyla çok ciddi yetersizlikler vb. olsa da asla karamsar değiliz. Karamsar değiliz çünkü, silahlı militan zeminde sertleşen bir eğilim güçlenip genelleşmektedir ki, bu son derece ciddi ve olumlu bir gelişme eğilimdir. Örgütlü devrimci harekette, bütün örgütsel-siyasi güç yetersizliğine rağmen, son derece değerli ve anlamlı bir irade ve devrimci militanlaşma eğilimi gelişmektedir. Kuşkusuz ki, karamsar olmamamızın daha derin ve esaslı nedenleri, anda gösterilen olumlu eğilimden öteye, devrim iddiasının kararlı biçimde taşınması, devrimci ilkelerin benimsenmesi ve elbette ki, parti olarak ideolojik-siyasi doğrultumuzun bilimsel gücü, geçici zayıflıklara karşın stratejik olarak üstünlüklerimizin kesin, zaferimizin son tahlilde kaçınılmaz olması, buna karşın, gerici sınıf iktidarları ve düzenlerinin köhne olup, yenilgilerinin tarihsel bir zorunluluk olması gerçeğidir. Devrimci sınıfların gerici sınıfları er ya da geç tarihin karanlığına gömmesi kaçınılmazdır…
Tekrar konunun özüne dönerek özetlersek; mücadelenin, partinin ve devrimin gelişip ilerlemesi kaygısıyla dile getirilen tüm eleştiri, öneri ve görüşler saygındır. Açık faşizmin koyu baskılarına karşın, devrimci mücadeleyi ağır bedeller pahasına yürütenlerin çabası da en az, ama en az o kadar saygındır. Dikkatten kaçırılmaması gereken husus şudur; açık faşizm ve bunun pervasız baskıları anlamında yapılan tespitler anlamsız değildir! Sıradan şartları anlatmamaktadır. Milletvekillerinin keyfi biçimde tutuklanıp hapsedildiği, burjuva aydın ve gazetecilerin(sosyalist olanlarını bir tarafa bırakın, burjuva basın katı bir baskı altındadır…) hapsedildiği, sosyal medyada salt eleştirel paylaşımda bulunmalarından dolayı yüzlerce insanın sorgusuz-sualsiz bir şekilde hapse atıldığı, burjuva hukukun bile uygulanmadığı en kaba keyfiyetçi bir yönetimin uygulandığı, OHAL kanunları ve KHK’lar yönetiminin uygulandığı, katliamların gerçekleştirildiği, savaş saldırganlığı ve işgalci saldırganlığın yürürlükte olduğu ve daha uzatılabilecek uzun bir faşist iktidar baskı zincirinin sıralanabileceği şartlar hüküm sürmektedir. İşte örgütlü devrimci hareket, devrimci mücadele ve devrimciler bu şartlar altında mücadele vermektedirler. Eğer açık faşizmin ne olduğunu doğru anlar ve özellikle de mevcut iktidarın içinde bulunduğu pervasız saldırganlıkla katılaşan faşist baskıları düşünürsek, devrimci mücadelenin karşı karşıya olduğu şartları doğru anlamış ve mücadelede yetersiz kalmanın nedenlerini teslim etmiş olacağız. Sadece eleştiri yapma gerekçesiyle hapse atılanlar düşünüldüğünde, devrimci mücadele pratiğine girenlere yaşam hakkı tanınmayacak düzeyde daha ağır ve kesin baskılar uygulanacağı ve uygulandığı görülmek durumundadır…
Kitlelerden bağımsız, tecrit edilmiş bir siyasal yönelimin başarılı olması düşünülemez!
Küçümsenmemesi gereken bir parantez açmak şart ki, bütün bu gerçeklikler ve değerlendirmeler sadece somut durumun anlaşılması ve bu bağlamda başarısızlık veya zayıflıkların karamsarlıklara yol açmaması ve salt suçlayıcı eğilimlere neden olmaması açısından söylenmiş olarak anlaşılmalıdır. Yani, devrimci görevlerin tatil edilmesi, bedellerden sakınılması, şartlara esir olunması, mücadelenin koşullarının olmadığı, mücadelenin ebediyen geliştirilemeyeceği vb. vs. söylenmemekte, asla kast edilmemektedir. Bilakis, açık faşizm ve onun saldırılarına karşı mücadele ve direniş görevi ertelenemezdir. Mücadele iradesi ortaya konulup devrimci görevler yürütülmelidir. Tek şartla ki, daha gerçekçi, daha rasyonel, daha bilimsel yaklaşımlar ve anlayışlarla kurgulanmış bir plan temelinde bu görevler yürütülmek durumundadır.
Siyasi iktidar hedefine uzanacak olan her mücadele, kesinlikle temel ilkelere sadık kalıp, bu ilkelerin buyurduğu siyasi yönelimleri pratikleştirmek durumundadır. Bu süreç bir çatışmaya, bir siyasete, bir taktiğe ve bir döneme indirgenecek kadar sığ değil, bütünlüklü bir plan olarak uzun ve karmaşık bir mücadele serüveniyle yürütülecek bir süreçtir. Anlık ve güncel görevleri, taktik siyasetleri, politik pratikleri ve mücadeleleri yadsıyarak hiçleştiren değil, bütün bunları stratejik plan ve yönelim doğrultusuyla birleştiren kapsayıcı bir programdır devrim-devrim mücadelesi…
Halkın Günlüğü sayı 12