İçinde bulunduğumuz tarihsel anın nesnel koşullarına dair pek çok anlayış ve yaklaşım biçimleri ile yüzleşebilmekteyiz. Her sınıf ve sınıfın temsilcileri kendi pencerelerinden bu tarihsel süreci değerlendirmekte ve tutum ortaya koymaktadırlar. Biz de bu süreçte proleter demokrasinin görevlerine uygun düşecek bir eylem programı ortaya koymak durumundayız. Aslında bu program, partimizin var olan asgari programıdır. Buna göre, bir yandan mevcut somut durum üzerinden hareketle, toplumsal ve ekonomik ilişkiler zemininde halkın çıkar ve menfaatleri için gerçekleştirilebilir bir eylem programı ve buradan elde edilecek kazanımlarla yola devam ederek, sosyalizme ve komünizme ulaşmaya dönük azami programımızdır. Azami programımızı gerçekleştirmek için, asgari programlar gerekli ve kaçınılmazdır. Bunlar, kısa ve orta vadeli politik eylem programları olarak düşünülüp ele alınabilecek programlardır.

Asgari programlarımız, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel gelişmelerle kopmaz bağ içinde olan nesnel ve özel koşullara göre şekillenmek durumundadır. Daha da önemlisi, kitlelerin sınıf bilinci ve örgütlülüğü ile de doğrudan ilintili bir mesele olarak kavranmalıdır. “Kitleler tüm burjuvaziye karşı açık sınıf mücadelesiyle hazırlanmadan ve eğitilmeden, sosyalist devrimden söz edilemez” derken Lenin, tam da asgari programların öneminin altını çiziyordu. Bizler somut duruma ilişkin, somut programlar hayata geçirmenin gerekliliğine uygun hareket etmeye çalışırken, kimilerinin “eleştiri”leriyle karşı karşıya kalmamız gayet doğaldır. Tıpkı Lenin, “Geçici Devrimci Hükümet”te yer almanın gerekliliğini, burada sosyalist devrimin ön hazırlıklarının yapılmasını savunurken; Anarşistlerin, Bolşeviklerin sosyalist devrimden vazgeçtikleri “eleştiri”sinde bulundukları gibi. Anarşistlerin eleştirisine cevaben aynen şunları der Lenin: “Ve anarşistlerin, sosyalist devrimi sözüm ona ertelediğimiz yolundaki itirazlarına karşılık şunu söylüyoruz: Biz sosyalist devrimi ertelemiyoruz, tam tersine mümkün olan biricik tarzda ve biricik doğru yoldan, yani demokratik cumhuriyet yolundan sosyalist devrime doğru ilk adımı atıyoruz.” (Demokratik Devrimde Sosyalist- Demokrasinin İki Taktiği / s.25)

Buradan da anlaşılıyor ki, ancak kara cahiller, asgari programlar olmadan, azami programların gerçekleşebileceğine inanırlar. Her kim ki, bu gerçeği reddeder veya görmezlikten gelir, sosyalizmin zaferine değil, mevcut sistemin devamına hizmet eder. Komünistleri azami programlarından “uzaklaşmak”la sözüm ona eleştirenler için, Lenin’in şu sözlerini hatırlatmak gerekir. “Şu ya da bu işçi bize, uygun bir zamanda, neden azami programımızı gerçekleştirmediğimizi soracak olursa, buna demokratik fikirli halk kitlelerinin sosyalizme henüz ne kadar yabancı olduklarına, sınıf karşıtlıklarının hala ne kadar az gelişmiş olduğuna, proleterlerin hala ne kadar örgütsüz olduklarına işaret ederek yanıt vereceğiz.” (age. S./ 25)

Lenin’in, o günün koşullarında Rusya için yaptığı nesnel değerlendirmenin, günümüz Türkiye- K. Kürdistan nesnelliğiyle ne denli örtüştüğünü veya benzerlikler taşıdığını görmemek için kör olmak gerekir. Mesela, geniş kitlelerin henüz sosyalizme uzak duruşu, proletaryanın çok büyük bir bölümünün örgütsüz oluşu, devrimin sübjektif güçlerinin alabildiğine zayıf ve dağınık duruşu, bizleri, cafcaflı içi boş “sol” söylem ve anarşistçe palavralarla yetinilemeyeceğine dair düşündürmek durumundadır. Bu, kesinlikle şu anlama gelmez. Bütün işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sosyalist bilinçle donanması ve örgütlenmesi anlamını taşımaz. Sosyalist devrim için en azından proletaryanın ve emekçi kitlelerin önemli bir kısmının sosyalist bilinçle yüzleşmesi veya sosyalizm için örgütlenmiş olması gerekli ve zorunludur. Bunun olabilmesi için, kitlelerin demokratik taleplerinin gerçekleşmesi adına, asgari program çerçevesinde bir mücadelenin yürütülmesi gerekli ve kaçınılmazdır.

Bunu belirttiğimiz için, “sol”cularımızın “silahlarını” kuşanıp karşımıza dikileceklerinden emin olduğumuz için, hemen Lenin’e dönmekte fayda var: “O zaman derhal, bu örgütlenmenin (örgütsüzlüğün örgütlülüğe dönüştürülmesi için bn.) gerçekleştirilmesinin, bu sosyalist bilinçlendirmenin genişlemesinin, demokratik dönüşümlerin mümkün olduğunca tam gerçekleştirilmesine bağlı olduğunu göreceksiniz.” Buna kimsenin itiraz etme şansının olduğunu düşünmüyoruz. Çünkü üzerinde demagoji yapacak kadar en ufak bir açık kapı aralığı dahi yok.

Komünistler, “sol” söylemlere boyun eğmeden, sağ tasfiyeciliğe meyil etmeden, cesur ve cüretli olmalıdırlar

Asgari program, tıpkı azami program gibi bir taktik eylem biçimiyle sınırlı bir program değildir, olamaz da. Pek çok eylem biçimini kendi içinde barındır ve en önemlisi de kitlelerin lehine demokratik dönüşümlerin gerçekleşmesini amaçlar. Tam da bu noktada, proletaryanın zora dayalı amacı, asgari program çerçevesinde kazanılan devrimci kazanımları savunmak, sağlamlaştırmak ve genişletmektir. Bu, azami programın köşe taşlarını döşemek, sosyalist devrimin yolu üzerindeki engelleri kaldırmak demektir. Bir anlamıyla devrimin zor yolu ile gerçekleştirileceğinin ifadesidir. Ya da uzun erimli bir mücadelenin yol haritasıdır.

Daha açık ifade edelim, yürütülmekte ve yürütülecek olan demokratik, ekonomik ve akademik tüm mücadele biçimleri proletarya partisinin nüfuz alanı içinde olmalı ve onun azami programına dahil edilmelidirler. Yani, bir yandan asgari programımız dahilinde taktik mücadelelerle demokratik kazanımlar elde ederken, diğer yandan zoru devre dışı bırakmaksızın, zor yoluyla bu kazanımları korumak, kollamak ve geliştirmek gibi ikili bir mücadele perspektifi ile iktidar yürüyüşümüzü sürdürmek durumundayız. Mücadelemizin yol haritasını sağlıklı bir şekilde çizmek için, ülkenin içinde bulunduğu nesnel duruma ve subjektif güçlerin konumlanışına bakmak gerekir. Bu iki durumun gerçekliğini doğru tahlil etmeden, sınıf mücadelesini nihayete erdirmek mümkün değildir.

Devrimci durumun varlığı-yokluğu üzerinde bir tartışma yürütmeyeceğiz, çünkü bu veya şu seviyede devrimci durum veya devrimin objektif koşulları zaten mevcuttur. Bu tek başına devrim için yeterli midir? Elbette ki hayır. Bizim de sorunumuz o eksik yanı bulup kaynağına inerek, o kaynağı kurutmak olmalıdır. Bugün, kitle hareketlerindeki ivmenin yükselmeye doğru olduğunu görüyoruz. Bu meselenin bir yanı. Ancak bu yükselişin esas taleplerini doğru algılayamazsak yanlış yaparız. Evet, taleplerin kısmen politik yanları var, ancak esas olan ekonomik ve demokratik taleplerdir. Böyle olmasının nedeni tartışma götürmeyecek kadar açık ve nettir. Emperyalist sistemin yarattığı ekonomik ve siyasi krizin yükü, ülkemizde çok daha ağır sonuçlar yaratmış durumdadır. Bu yükün ağırlığı da tamamen ezilen halkımızın omuzlarına yüklenmiştir. Bunun sonucu olarak, açlık, yokluk, yoksulluk, işsizlik ve buna paralel olarak adaletsizlik, faşist devlet terörü gibi halka yaşatılan gayri insani durumlardan kaynaklı, kitlelerin ekonomik ve demokratik yönlü taleplerinin kitleler açısından esas olması anlaşılırdır.

Öte yandan, burjuva anlamda bile, devletin kurumsal olarak neredeyse hiçbir işlevselliği kalmamış durumda. Yargı, yürütme, yasama ve medya neredeyse tamamen bir diktatörün emrine verilmiş durumdadır. Bu diktatörün, ülkeyi şeriat yasalarıyla yönetme arzusu adım adım gerçekleştirilerek önemli bir yol kat edilmiş durumda iken, kitlelerin, bu gidişatın önünü kesme eğilimi ve talepleri oldukça güçlüdür. Tam da bu noktada biz komünistlerin sorunu önemsemesi ve acil olarak asgari program çerçevesine dâhil ederek acil bir eylem planı çıkartması gerekli, hatta zorunludur.

Ülkenin içinde bulunduğu bu somut durum ve kitlelerin talep ve eğilimleri, üstüne üstlük bir de örgütsüzlükleri ve sosyalist bilinçten bir hayli uzak oluşları dikkate alınarak, azami programı besleyecek, demokratik asgari bir program çıkartılamazsa, kitleler ya Kemalistlerin ya da şeriatçıların kucağına itilmiş olacaktır. Akılcı, kitlelerin lehine asgari ölçülerde de olsa çözümcü bir yol izlemek durumundadır komünistler. Bu adımları atarken, cafcaflı “sol” söylemlere boyun eğmeden, sağ tasfiyeciliğe meyil etmeden, cesur ve cüretli olmalıdırlar.

Marksist ilkeler ışığında yenilenmek, somut şartlarla uyumluluk içinde mücadeleyi yürütmek bir zorunluluktur

Proletarya partisinin sınıf mücadelesine dair perspektifi zaman zaman tökezlemelerle karşı karşıya kalsa da tartışma götürmeyecek kadar açık ve nettir. Sınıf mücadelesinin esas sorunlarını zorun çözeceğine dair en ufak bir tereddüdümüz yoktur, olamaz da. Ancak, biz biliriz ki, sınıf mücadelesi, somut şartların somut tahlilinden bağımsız olarak ele alınamaz. Ne dikensiz bir gül bahçesindeyiz ne de engelsiz bir yol yürüyüşündeyiz. Dünün koşullarıyla, bugünün koşulları bir ve aynı değildir. Dün ileri sürdüğümüz politikalar, yarattığımız mücadele araçları bugün için ya yetersiz ya da günün sorunlarına cevap olmaktan çıkmışlarsa, bugünün sorunlarına cevap olacak ve sorunların çözümünü kolaylaştıracak politikalara ve araçlara ihtiyaç var demektir. Dün emperyalizmi gerçekten tehdit eden bir sosyalist kamp varken, bugün bu mevzi geçici de olsa kaybedilmiş, dün halk hareketleri daha canlı, daha örgütlüyken, bugün bir gerilemeden, bir savruluştan söz ediyorsak Marksist ilkeler ışığında yenilenmek, somut şartlarla uyumluluk içinde mücadeleyi yürütmek bir zorunluluktur.

Dünya genelinde, dünya halkları böylesi bir durumla karşı karşıya iken, ülkemiz özgülünde de bu durum katmerli bir biçimde yaşanmaktadır. Kendi burjuva yasalarını dahi tanımayan, pozitif eğitim yerine, dini eğitimi referans alan, halkı birbirine karşı düşmanlaştıran, kadın haklarını, tüm diğer demokratik haklar gibi yok sayan, kadın cinayetlerini meşrulaştıran, halkı yoksullukla yönetmeyi ilke edinen, ülkenin bütün yeraltı-yer üstü zenginlik kaynaklarını yok pahasına emperyalistlere peşkeş çekmeyi kendisine görev edinen ve nihayetinde şeriat rejimi için bütün kapıları sonuna kadar açan Türk- İslam sentezli açık faşist bir yönetimle karşı karşıyadır halklarımız. Bütün bunların da ötesinde, tıpkı diğer İslami ülkelerinde olduğu gibi, emperyalistlerin çıkar ve menfaatleri uğruna, ülke adım adım bir haksız iç savaşa doğru sürüklenmektedir. Bütün bu gerçeklerle birlikte açlık ve sefalet gelip gırtlağa dayanmış iken, elbette ki kitlelerin talepleri birazcık refah, birazcık barış, birazcık adalet ve huzura dayalı talepler olacaktır. Bu gerçekler görünmek istenmeyince, görünmez olmuyorlar. İstendiği kadar süslü laflarla, sol söylemlerle sadece teorik söylemlerde ve vaatlerde bulunulsun, Mevcut somut duruma dair çözüm olacak bir asgari programınız, bir eylem planınız yoksa kitlelerin güvenini kazanmanız, doğal olarak onları devrim için seferber etmeniz hayalden öte bir anlam ifade etmez.

Geçmiş tarih öğretici ve geleceğin aynasıdır derler. Japon emperyalistlerinin henüz Çin’i işgal etmediği, ama Çin komünistlerinin, Çin halkı için yaratılacak bu vahşetin kaçınılmaz olduğu tespitinden sonra, bakın nasıl bir devrimci yol izlemeye başlıyorlar.

“Şensi- Kansu – Ningsia devrimci üs bölgesindeki komünistlerin önderliğindeki hükümetin adı, Çin Cumhuriyeti Özel Bölge Hükümeti olarak değiştirilecek, Kızıl ordunun da adı değiştirilecektir. Milli devrimci ordunun bir parçası haline getirilecektir. Bunlar, sırasıyla Nanking’deki Merkezi Hükümetin ve onun Askeri Konseyinin emrine gireceklerdir. Özel Bölge Hükümetine bağlı olan bölgelerde tamamen demokratik bir sistem uygulanacaktır. Guomindang’ın silahlı kuvvetle devrilmesi siyaseti terk edilecektir ve Toprak ağalarının topraklarına el konulmasından vazgeçilecektir.” (Mao Zedung/ Seçme Eserler 1/ s. 318)

Denilebilir ki, bunun mevcut ülkemizdeki durumla ne alakası var. Doğrudan, bire bir herhangi bir alakasının olmadığı doğrudur. Ancak dolaylı da olsa bir alakasının olduğunu görmek gerekir. Birincisi: Henüz Japon işgali gerçekleşmemişken, ancak, bunun kuvvetle muhtemel olduğu tespiti yapılarak, olabilecek somut duruma ilişkin olarak ortaya konulan siyaset, politika ve örgütlenme önemlidir. Geçici de olsa komünistlerin nelerden taviz verdikleri ise ortadadır. Mao, “bunlar yanlış olmadığı gibi gereklidir de” der.

İkincisi: Muhtemel bir emperyalist işgale karşı, bu işgalin kırılması, Demokratik Halk Devrimi’nin başarıya ulaştırılması için, geniş halk kitlelerinin, hatta emperyalist işgale karşı olan tüm sınıf ve katmanların birlikteliğine, ülke içinde demokrasi ve özgürlüklerin sağlanmasına, halkın yaşam şartlarının kısmen de olsa düzeltilmesine ihtiyaç vardır. Ve bu, sınıf mücadelesinin geliştirilmesiyle de tam bir uyumluluk içindedir. Yani, somut şartların, somut tahlili ve uygulaması ilkesinin öneminden söz etmiş oluyoruz.

Ülkemizde ki somut durumu uzun uzadıya anlatmaya sanırız gerek yok. Sadece başlıklar şeklinde kısa bir özetini çıkartacak olursak: Birincisi, ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz uzun süredir devam etmekte. Bundan kaynaklı olarak, özellikle büyük kent ve genel olarak kentlerde bütün emekçi kitleler inanılmaz bir açlık, sefalet ve yoksulluk içindedirler. İşsizlik almış başını gidiyor. Açlık sınırının altında ki milyonlar, midelerine bir lokma ekmeğin nasıl gireceğinin hesabını yapıyor. Nüfusun neredeyse yüzde doksanı yoksulluk sınırının altında yaşamını sürdürmeye çalışıyor. İkincisi: Burjuva anlamda bile olsa kurumları işleyen bir devletten söz etmek mümkün değil. Parlamentosu işlevsizleştirilmiş, yargı ve hukuk sistemi rafa kaldırılmış, yönetim tek adamın keyfine bırakılmış, dini referansların öne çıktığı ve giderek bir şeriat rejiminin hâkim hale getirilmeye çalışıldığı bir durumla karşı karşıyadır halkımız.

Öte yandan, “TC” tarihi boyunca, ülkenin yer altı-yer üstü zenginlik kaynaklarının uluslararası tekellere bu denli peşkeş çekildiği görülmemiş bir tarihi süreçten geçiliyor. Türk-İslam kliği ile Kemalistler arasında ciddi bir “kavga” görüntüsü verilse de aslında iktidarıyla, muhalefetiyle bütün hâkim sınıfların, emperyalist efendilerince biçilen rolü oynadıklarına tanıklık ediyoruz. Yine halkımızın inanç, kimlik ve ırkçılık üzerinden birbirine düşman edildiği, devlet tarafından kimilerinin ötelendiği, kimilerinin “sahiplenildiği” bir süreçten geçiyoruz. Kısacası, ezilen tüm emekçiler, farklı ulusal ve inanç kimlik sahipleri devlet terörü aracılığıyla cehennem cenderesine sokulmuş durumdalar. Halkın şu andaki tek derdi bu cendereden kurtulmak, rahat bir nefes alabilmektir. Somut durum bu. Hatta daha pek çok olumsuz durumları sıralayarak, mevcut durumun daha da katmerleşmiş halini de sunabiliriz.

Bunlar nesnel durumun bir yanını oluşturuyor. Ancak, madalyanın öbür yüzü de pek iç açıcı değil. Yani bütün bu kötü gidişat karşısında, derlenip toparlanmış örgütlü bir halk muhalefetinden, sınıf bilinçli esaslı bir kitleden de söz edemiyoruz. Bu sürece doğrudan müdahale edebilecek ne güçlü bir proletarya partisi ne devrimci örgütler hatta ne de sendikalar bile mevcut değil. Doğal olarak, geniş halk kesimlerinde de güçlü bir sosyalizm talebi veya eğilimi belirgin bir biçimde ortaya çıkmış değil.

O halde ne yapmalı?

Komünistler, sürece uygun siyasi sloganlar öne sürmeli ve pratikte bunun mücadelesini yürütmelidirler. Yani, halkla bütünleşmek ve halkın güvenini kazanmak için, onların için bugün acil olan ekonomik, demokratik, siyasi ve kültürel taleplerine kulak vermeli ve asgari bir programla bu taleplere cevap olmalıdırlar. Bunları yaparken, azami programından asla taviz vermemeli, proletaryanın devrimci zorunu devre dışı bırakmaksızın, kazanılan mevzilerin korunup kollanması, daha da genişletilmesi ve iktidar yolu üzerindeki engellerin bertaraf edilmesi, mücadelenin sosyalizmle taçlandırılması için, burjuva zorun, devrimci zorla yıkılabileceği perspektifinden zerrece geri adım atmaması komünistler için vazgeçilmez bir ilkedir, devrimin olmazsa olmazıdır.

Devrimi en iyi biçimde ilerletme kuşkusuz her devrimci, her komünist parti ve örgütlerin idealleridir. Ama nasıl sorusunu sormadan edemiyor insan. Yukarıda kısaca özetlediğimiz somut durumu dikkate almadan, kitlelerin andaki taleplerini görmezlikten gelen, o talepleri karanlıkta bırakan bir anlayışla devrim ilerletile bilinir mi? Devrimin ilerletilmesi, mevcut toplumsal problemlerin adım adım çözümü, devrimci demokratik mevzilerin kazanımı, kitlelere sınıf bilincinin taşınması ve güvenlerinin kazanılmasıyla mümkündür. Kısacası, devrim zor iştir. Öyle tumturaklı söylemlerle, somut durumdan kopuk iddialarla olabilecek bir iş değildir. Devrim, mevcut duruma uygun politikalar, araçlar ister. Çünkü devrim, dogmalar yığını ile değil, eylem kılavuzu ile ilerler. Eylemse, halkın taleplerine, ihtiyaçlarına kısmen de olsa yanıt olabildiği, kitlelerin sempati duyabildikleri ölçüde bir anlam ifade edebilir.

Önceki İçerik18 Mayıs Vesilesiyle; Kaypakkaya Şahsında Tüm Parti ve Devrim Şehitlerini Saygıyla Anıyoruz!
Sonraki İçerikDevrimci Mücadeleyi Yükseltmek, Süreci Doğru Anlamaktan Geçer…