İbo’nun “eski tüfekler”le ilişkileri

Biz kendi aramızda, yaşayan eski TKP’lilere “Eski Tüfekler” derdik. Bu deyim, Melih Cevdet Anday ve yakın çevresinin, Menderes döneminin TKP’lilerine “Eski Tüfekler” demesi üzerine çıkmıştı. Mihri Belli de bu deyimi, E. Tüfekçi diye, Yön Dergisi’nde yazdığı bir makalede takma ad olarak kullanmıştı. 1966-67 ve 68’de gökyüzü oldukça berrak ve derindi. Bu berraklık içinde İbo’nun “Eski Tüfekler”e karşı merakı ve ilgisi oldukça dikkat çekiciydi. Yayın dünyasında, TKP’nin tarihini, ülkeye ve dünyaya dair teorisini, iç işleyişini, tarzını anlatan fazla bir yayın yoktu. Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurucularından Fethi Tevetoğlu’nun  “Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler” adlı kalın kitabı ile Adalet Partisi Milletvekili ve Son Havadis yazarı Tekin Erer’in “Kızıl Tehlike” adlı kalın kitabı akla ilk gelenlerdi. Solda, bu konuda, dikkati en çok çeken kitap ise Mete Tunçay’ın “Türkiye’de Sol Akımlar”ıydı. 

İbo, yürürlerken acaba aynasız var mı diye ikide bir başlarını sezdirmeden çevirip arkalarına bakmayı güdü haline getirmiş olan bu saygın emektarların, kafa ve ruh dünyasında istiflenen ve sadece sır ortakları arasındaki sohbetlerde açığa vurulan anılarıyla, bunların zulalarındaki arşivlerine takmıştı kafayı. Bunlar, Mustafa Suphi dönemine, Suphi’nin Kurtuluş Savaşı’na ve Türkiye devrimine ilişkin görüşlerine dair, -yayınlanmış bildirilerin dışında- ne biliyorlardı? TKP içindeki mücadelelerin teorik ve pratik manzarası neydi? Yayınlanmamış gizli dokümanların varlığı ve hacmi neydi? TKP’nin Komüntern ile ilişki ve yazışmalarından elde kalan bir şey var mıydı?

İbo’nun, sözünü ettiğim 66-67-68 döneminde  en çok önemsediği, ciddiye aldığı eski tüfek, Kıvılcımlı’ydı. Siyaset, tarih, felsefe ve sosyoloji alanlarında sıkı bir çalışma içinde olan ve sade yaşayan, ilkeli bir komünistti İbo’nun gözünde Kıvılcımlı. Ak saçları, gözlük camının arkasında kendi iç evrenine doğru ışıldayan bakışları ve dimdik yürüyüşüyle hemen herkeste filozofların son mohikanı çağrışımını yapan bir insandı Kıvılcımlı. Tabi üzerimizde yarattığı bu derin etkide, onun, polisteki örnek tavrının ve uzun süreli cezaevi yaşamının da önemli bir payı vardı. 

İbo, yanılmıyorsam bir veya iki kez Kıvılcımlı’nın evine gitti. Kıvılcımlı’nın Aksaray’daki seri seminerlerinin düzenlenmesinde rol aldı ve Çapalı devrimcilerin, benim de desteğimle,  bu seminerlere geniş katılımını sağladı. Değirmenköyü topraksızlarının toprak işgali sırasında, Kıvılcımlı’nın, İsmet Sungurbey ile birlikte köyde bir konferans vermelerini sağladı. İşgal anında ben, Namık Kemal Boya ile birlikte tutuklanıp Silivri Cezaevi’ne konulduğum için konferansı dinleyemedim.

İbo’nun yakın ilişki kurmak istediği eski tüfeklerden birisi Kerim Sadi (A. Cerrahoğlu) diğeri de Rasih Nuri İleri idi. Her ikisinin de sır ortakları bunların çok zengin bir TKP arşivine sahip olduğunu söylüyorlardı. Ama söz konusu arşive ulaştım diyen insan pek yoktu. İbo, Dev Güç’ü gerçekleştirme çabası içinde olan Kerim Sadi ile birkaç kez konuştu, bir sonuç alamadı. Rasih Nuri, ise, Türk Solu Dergisi’nin bürosuna pek uğramıyordu. Uğradığı zaman da, üst sınıflardan gelme, gün görmüş, çelebi bir görünümü olan bir insanla hemen hasbıhale dalma durumumuz yoktu.

İbo’nun ilgi duyduğu bir başka “Eski Tüfek” de ünlü Sansaryan Han’ının direnişçilerinden Şevki Akşit idi. Nuran abla ile birlikte, Mihri Belli’nin en yakın arkadaşıydı ve zaman zaman devrimci gençliğin İTÜ’nün Gümüşsuyu anfisinde düzenlediği formlara katılıyor, ateşli konuşmalar yapıyordu. İbo, bu konuşmaları hoş ama derinliksiz buluyor, ondan geçmişe dair bilgi devşirmenin uygun bir yolunu arıyordu. 

İbo’nun “Eski Tüfekler”le en yakın ilişki içinde olduğu dönem, Dev-Genç’in ve yayın organlarının ikiye bölündüğü ikinci dönemdir (1969-70). Bu dönemde, Türk Solu Dergisi’nin bünyesinde, işçi, köylü ve çeviri olmak üzere üç büro kuruldu. Çeviri bürosunda, Mihri’ye karşı olan “Eski Tüfek” kadrolardan Erdoğan Berktay, Vecdi Özgüner, Sevinç Özgüner ve Halim Spatar yer alıyordu. Bir iki tane de Robert Kolejli öğrenci vardı. Eskilerden bilgi olarak en donanımlı olanı Berktay’dı. Toplantılara seyrek gelirdi. Son derece ciddi, geçit vermez, prensip ve cüsse sahibi bir insandı. Edasında, yanına yaklaşmamızı güçleştiren, içe dönük ve donuk bir eyyam vardı. İbo ile ben, diğer üç “Eski Tüfek”le samimi ilişkiler kurduk, onlardan geçmişe dair ayrıntılı bilgi aldık. Sevinç ablayı çok sevdik. Yedi kat yeraltında bir ömür çalışmış ve hakkını alamamış bir madenci kadını andırıyordu. Mahzun, alçak gönüllü ve oldukça incelikli bir kadındı. Onlarca devrimcinin dişlerini bedava yaptı. Onun 1969’da yaptığı dolgu hala duruyor dişimde. Çeviri bürosunun toplantılarına 7-8 yaşındaki kızıyla birlikte düzenli gelirdi. Küçük kız, anasının yanında oturur, konuşanları, toplantı bitinceye kadar sabırla dinlerdi.

1970’in sonlarına geldiğimizde İbo, Kıvılcımlı’nın kitaplarını okumuş, “Eski Tüfekler” ve özellikle de  Kıvılcımlı ve Mihri konusunda kesin bir yargıya varmıştı. Kıvılcımlı’nın, tarih, devlet ve devrim tezlerinin, devrimi imkânsız hale getirdiğini, Marksist olmadığını savunuyordu. Kıvılcımlı ve Mihri’nin, 1908 devrimini, Kurtuluş Savaşı’nı ve 27 Mayıs’ı ordunun gerçekleştirdiğini, Türkiye’nin yakın tarihinde devrimci bir rol oynadığını, önümüzdeki süreçte de bu rolü sürdüreceğini savunduklarını belirtiyordu. İbo’ya göre, 1968’de şekillenmeye başlayan ve aynı yılın 29 Nisan’ında, Ankara mitingiyle sokağa çıkan Dev- Güç (Devrimciler Güç Birliği), varlığını fiili olarak sürdürüyor ve üç güçten oluşuyordu. Birinci güç, milli burjuvazinin merkez kanadıydı. Bunları, Cemal Madanoğlu, Suphi Karaman, Mucip Ataklı, K. Karvelioğlu, Kadri Kaplan gibi 27 Mayıs’çı tabi senatörler temsil ediyorlardı. Cumhuriyet gazetesi ile öğretim görevlilerinin desteklediği bu kanat, ordunun içindeki darbeci subaylarla sıkı ilişki içindeydi. Dev Güç içindeki ikinci güç, milli burjuvazinin sol kanadıydı. Bu kanadı, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri  Belli gibi “Eski Tüfekler” ile TKP temsil ediyordu. Üçüncü Güç ise, şehir ve köy küçük burjuvazisinden gelen devrimci öğrencilerin oluşturduğu  FKF ve sonrasının Dev-Genc’i idi. Tüm bu sınıflar, kendilerini ezen emperyalizme, komprador kapitalizme, büyük toprak ağalarına ve mütegallibeye (toprak ağalarının şehirde burjuvalaşanlarına, yani emperyalist petrol tekellerinin bayiliklerini açanlara; kamyon, traktör, patos, biçerdöver vb. gibi taşıma ve üretim araçlarının taşeronluğunu yapanlara) karşı yöneltmişlerdi mücadelelerini. Orduyu müttefik bir güç, vurucu, devrimci bir güç olarak gören bu mücadele, ya ordu tarafından evcilleştirilecek, ya da tepelenecekti. 

12 Mart Darbesi olup bittikten sonra, “Bak,” dedi İbo, “devletin komprador Kemalist kanadı(İnönü-Gürler-Batur) milli burjuvazinin de içinde olduğu halk muhalefetine karşı, diğer komprador kanatla(Demirel-Tağmaç-Türün) uzlaştı. Tepelenme sürecine girdik.”

Önceki İçerikÇözüm Halkların Kurtuluş Mücadelesidir!
Sonraki İçerikSorun olan rutin devrimcilik, çözüm olan bilinçli devrimciliğin dinamize edilmesidir