HABER MERKEZİ (21.04.2014)- 14 Nisan’da Atlas Sineması’nda galası ve dünya prömiyeri yapılan Trans X İstanbul adlı Maria Binder’in yönettiği belgesel film bu yıl 33’üncüsü düzenlenen İstanbul Film Festivali’nde Sinemada İnsan Hakları Özel Mansiyon ödülünü aldı. Maria Binder’in yönettiği ülkemizdeki trans bireylerin yaşamış oldukları ayrımcılığı, şiddeti, baskıları ve nefret cinayetlerini anlatan Trans X İstanbul filmi 10 Mayıs’ta İzmir’de, 12 Mayıs’ta Ankara’da, 16 Mayıs’ta Mersin’de, 17 Mayıs’ta Adana’da, 23 ve 24 Mayıs’ta Amed’te, 31 Mayıs’ta Antep’te, 6 Haziran’daysa Dersim’de gösterilecek.
Filmde transların mücadelesi anlatılıyor
Filmin bir Alman tarafından çekilmiş olması bu tür filmlerde genelde hakim olan oryantalist bakış açısının hakim olabileceği kaygısını doğursa da, translarla birlikte, onların hayatının içerisinden bakılarak çekilen film gerçekçi, yalın ve abartıdan uzak anlatımıyla bu kaygıları geçersiz kılıyor.
Maria Binder Trans X İstanbul adlı belgeselinde birkaç sayı önce gazetemizin röportaj yaptığı İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği temsilcilerinden Ebru Kırancı’nın kendi yaşam mücadelesinin paralelinde transların uğradığı ayrımcılığa ve katliamlara karşı verdiği mücadeleyi kapsamlı bir şekilde anlatıyor. Evlerinden sürülmek istenen transların mücadelesi, trans katliamları, kentsel dönüşüm, Gezi Ayaklanması gibi çok sayıda konuya değinen film yalın ve gerçekçi anlatımıyla ülkemizde transların yaşadığı gerçekliğe ışık tutuyor.
Translara yaşam hakkı yok
Trans X İstanbul belgeselinin çekimleri tam dokuz yılda gerçekleştirilmiş. Film Maria Binder’in eşliğinde Ebru ve iki arkadaşının otobanda son anda katledilmekten kurtulmalarıyla başlıyor. Sonrasında Maria Binder Almanya’da yaşayan 86 yaşındaki annesi Margarethe’yi de alarak İstanbul’a yerleşiyor ve transların hakları için mücadele eden Ebru’yu takip ederek İstanbul’da yaşayan şiddete uğrayan, katledilen, sürgün edilmek istenen transların mücadelesine tanıklık ediyoruz böylece.
Önce 2012 yılında Avcılar’da yaşadıkları Meis Sitesi’ndeki evlerinden çevredeki homofobik bireylerin öncülüğünde başlatılan hareketle ve polis terörüyle çıkarılan trans bireylerin hayatına tanıklık ediyoruz. Ebru trans arkadaşlarının evlerini ziyaret ederek yıllarca komşuluk ettikleri insanların homofobik bireylerin kışkırtmalarıyla dövülen ve linç edilmek istenerek sitelerden kovulmaya çalışılan transların mücadelesinin yanında yer alıyor.
Sonrasında ‘kentsel dönüşüm’ adı altında yoksul halkı yaşadıkları mekânlardan sürgün ederek yerlerine inşa edecekleri büyük plazaların sermayedarlara peşkeş çekileceği Tarlabaşına uzanıyoruz. “Kentsel dönüşümle” yerle bir edilmek istenen Tarlabaşı bilindiği gibi transların yoğun yaşadığı merkezlerden biri. Burada yaşayan translar sürülmek istendikleri şehrin kıyı ve ücra kesimlerine göre Tarlabaşı’nda görece daha ‘güvende’ olduklarını söylüyorlar ve devletin bu politikalarla translar şehir dışına sürüp yalnızlaştırarak açıkça nefret cinayetlerini teşvik ettiğini belirtiyorlar. Burada Ebru ve Margarethe’nin translar için bir huzur evi açma çalışmalarına da tanıklık ediyoruz.
“Biz değişmeyeceğiz. Siz değişeceksiniz”
Belgeselin son kısımlarındaysa Gezi Ayaklanması süreci ve Ebru’nun “Hiçbir arkadaşım normal bir şekilde ölmedi” diyerek anlattığı trans katliamları anlatılıyor. Bu bölümde en can alıcı noktalardan biri de Ebru’nun 30 yıldır gitmediği Zonguldak’taki ailesini ziyaret ettiği bölüm. Evden ayrılmak zorunda kaldıktan sonra bütün fotoğrafları yakılarak ‘unutulmak’ istenen Ebru burada ailesiyle yüzleşerek hala kendisine karşı homofobik yaklaşımı aşamadıklarını görüyor ve geçmişte yaşadıklarına bir yolculuk yapıyor. Ve filmin kapanış jeneriğinde geçen şu replik her şeyi özetliyor aslında: ‘Biz değişmeyeceğiz, siz değişeceksiniz’.