HABER MERKEZİ(08.12.2017)-Lübnan Başbakanı Saad Hariri, Suudi Arabistan’da, Lübnan başbakanlık görevini, Riyad’da katıldığı bir canlı yayında açıkladı. “Suudi Arabistan’da rehin tutuluyor”, “istifa Arabistan üzerinden bazı güçlerin dayatmasıdır” tartışmaları ekseninde, 17 gün sonra Lübnan’a dönen Hariri, Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun’a istifasını sunduktan sonra, Aoun’un diyalog kanallarını önererek beklemesi gerektiği tavrını dikkate alarak şimdilik istifasını dondurduğunu açıklasa da, Hariri’nin istifa süreciyle gündeme gelen süreç, Suudi Arabistan-İsrail, ABD ve bölge politikaları, İran- Lübnan Hizbullah’ı, Suudi Arabistan-Lübnan ilişkileri ve bütün bu karmaşık çelişkiler içinde Lübnan iç siyaseti açısından var olan derin çatışmaları hafifletmemiştir.
Hariri’nin istifa açıklaması ve bu açıklama sürecinde, Suudi Arabistan Kralı Salman Bin Abdulaziz, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Güney Kıbrıs Rum kesimiyle direk temaslar kurması, istifasının arka planında, ABD başta olmak üzere, İsrail, Arabistan’ın bölge siyaseti ve bu siyasette Hariri’ye verilen rolün olduğunu ortaya koymaktadır. Lübnan Başbakanı’nın, Lübnan hukuksal sürecini işletmeden, el acele bir şekilde, Suudi Arabistan’da istifasını açıklaması, bu istifanın nedenlerini Arabistan ve Arabistan üzerinden bölge siyasetini yönlendiren emperyalist ve bölgesel güçler üzerinden aranması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Hariri’nin, açıkladığı istifa nedenleri de, aynı durumu deşifre etmektedir. Lübnan ve diğer bazı Arap ülkelerinin dış müdahalelerinden kaynaklı, Arap ülkelerinin girdikleri kritik süreçleri Lübnan özgülünde dillendiren Hariri, ABD emperyalizminin ve Suudi rejiminin, somut olarak Yemen, Bahreyn, Suriye ve Lübnan’a dayattıkları gerici savaşlara değinmeden, İran’ı ve Hizbullahı hedef alması, gerici güçlerin bölgesel çatışmalarında, Suudi Arabistan’ın (İsrail- ABD patentinde) İran’a karşı yeni bir savaş ve saldırı zemini hazırlaması olarak anlaşılmalıdır.
Yani Saad Hariri’nin istifa bildirisinde İran rejimi ve Lübnan Hizbullah hareketi için ortaya attığı iddialar ve önünü açmaya çalıştığı siyasal-askeri süreç, özellikle ABD Başkanı Donald Trump’un, Arabistan Ziyareti ardından, Suud rejiminin siyasal tutumlarıyla örtüşmektedir. Lübnan içinde, Lübnan Hizbullah’ını ayrı bir devlet olarak tanımlayan Hariri, Lübnan’da tüm siyasi grupların üzerinde varılan mutabıklık sonucu Başbakan seçildiğini, o günden beri Lübnan’da, siyasal dengeler bakımından Saad Hariri’nin MUSTAKBİL partisi ile Hizbullah arasında özel bir çatışmalı sürecin yaşanmadığını ve Lübnan’daki şartların Hariri’nin başbakan seçildiği dönem gibi olduğunu bilinçli olarak karartmaktadır. Bugün değişen bölge dengeleridir. Ve bölgedeki savaş aktörleri, değişen bölge dengelerine göre, her ülke içindeki güçlerini harekete geçirmektedirler. Üretilen gerekçeler de, bu zemindedir.
Arabistan-İsrail yakınlaşması, ABD’nin bölge denklemindeki bir hamlesidir!
Hariri’nin MUSTAKBİL partisi ve Hariri’yi Başbakan yapan Lübnan’ın iç dengeleri açısından çok farklı değişimler olmasa da bölgesel dengeler açısından birçok değişimin yaşandığı bir süreç yaşanmaktadır. Özellikle Suriye’de, Rusya ve İran’ın inisiyatifinde değişen askeri-politik koşullar, başta İŞİD başta olmak üzere, Suudi Arabistan’ın Sünni cihatçı ideolojik dokusuna göre konumlanan güçleri geriletmiştir. Bu süreç, Rusya’nın hamle üstünlüğünün yanında, İran’ın “Şii Hilal” projesini de güçlendiren bir sonuçtur. Yine, El Nusra ve İŞİD güçlerine, Suriye-Lübnan sınır hatlarında, Lübnan Hizbullah’ının askeri operasyonları, Hem Suriye sahasında bu güçleri zayıflatmıştır, hem de bu güçlerin Lübnan’daki cihadist güçlerle bütünleşmesi engellenerek, Lübnan Hizbullah’ı bu sahada daha da güçlenmiştir. Bu güçlenme, sadece Lübnan Hizbullah’ı özgülünde değil, başından beri köklü ilişkiler içinde olan İran’ın “Şii Hilal” projesini de güçlendirmiş, İran’ı bölgede önemli bir aktör haline getirmiştir. Hariri’nin MUSTAKBİL partisi ve Lübnan’daki Suudi Arabistan müttefikleri, Lübnan-Suriye sınırında, İŞİD-El Nusra gibi cihadist güçleri, başından beri desteklemekteydi. Suriye’de değişen dengeler akabinde, şimdi bu desteği farklı biçimlerde sürdürmek isteyerek, hem Lübnan’daki iç dengeleri kendi lehlerine değiştirmek istemektedirler, hem de, Suriye sahasında sıkışan müttefiklerine yeni bir alan açmak istemektedirler. Bunu gerçekleştirmek için, Lübnan Hizbullah’ının zayıflatılması, Suudi Arabistan projesi olarak silahsızlandırılması ve bunun yerine, Suriye’den gelen selefi-cihatçı güçlerin, Lübnan’daki ayni siyasal-ideolojik niteliğe sahip güçlerle birleştirilerek güçlendirilmesi hedefi vardır.
Suudi Arabistan’ın içinde olduğu bir projenin ürünü olarak Hariri’nin istifası ile Lübnan’da planlanan bu senaryolar, bu hedefin ürünüdür. Temel neden, son yedi yıllık süreç boyunca Şii Hilali denen hattın daha geniş ve sağlam bir yerleşime kavuşmasından kaynaklı. Suriye-Irak merkezli Ortadoğu’da süren emperyalist hegemonya çatışmalarını, geriye dönerek ele aldığımızda, Rusya emperyalist bloğunun bir parçası olan İran’ın, (yani bir Şii gücün) Irak içinde bir hakimiyetini görmekteyiz. Suriye sahasında, Rojava Kürdistanı başlığını tartışma dışında tutarsak, İran ve Hizbullah’ın oluşturmuş olduğu eksenin, Rusya ve Esad ittifakı içinde etkili oldukları ortadadır. Ve bu eksen, Lübnan tarafında Hizbullah’ın pozisyonunu da güçlendirmektedir. ABD-İsrail ve Suudi Arabistan açısından bunun bir karşılığının, bölge stratejileri açısından oluşturulması gerekmektedir. İsrail, şu ana kadar uyguladığı politikalar, ABD eliyle Suudi Arabistan’la girmiş olduğu ittifak ilişkilerinde, bölge politikasında hedeflediği sonuca ulaşamadı. Aynı negatif durum, Suudi Arabistan içinde geçerlidir. Bu gerici güçler, bölge politikasında istediği sonucu alamadıkları gibi, hasım güç olarak gördükleri Hizbullah, Lübnan’da, Suriye İsrail hattında daha da güçlendi ve etki alanı, Suriye -Irak hattından İran’a kadar uzandı. Bu konumlanışın, İsrail ekseni açısından kırılması gerekmektedir. Aynı kesitte, İran’ın bölgesel yükselişini durdurmak isteyen Suudi Arabistan, bölgesel stratejisi açısından Lübnan’a yüklenerek, buradan çatışmaları dinamitleyip, İran’a karşı oluşturmaya çalıştığı bloka hareket sahası açmak istemektedir. İşte İsrail ve Suudi Arabistan’ı yakınlaştıran bu ortak noktalardır. İran ve Hizbullah’a karşı ortaklaşan bu çıkarlar, ABD’nin bölge stratejisiyle birleştirilerek, bölgesel dengelerde bir hamle üstünlüğü sağlanmaya çalışılıyor. Çünkü, Suudi Arabistan-İsrail açısından, anlatmaya çalıştığımız bu nedenler ekseninde, yaşanacak bir kırılma, bölgesel konumlarını temelden sarsacaktır. Ki Suudi Arabistan’da, iktidar çatışmasının bir ürünü olarak, “ılımlı İslam”cı prenslerin gözaltına alınması operasyonlarının arka planındaki nedenlerden biride budur. Yani bu yönetim anlayışından haz etmeyen, yeni açılımlar isteyen, hatta İran’la el altından görüşmeler yapan bir gurup olarak, “yolsuzluk” suçlamasıyla hedef tahtasına konuluyorlar. ABD nin de bu operasyonda rol aldığı, çeşitli kaynaklardan ortaya çıkarıldığı düşünüldüğünde, Suudi Arabistan’daki Prenslerin-veliahtların çatışması, aile grupları arasında yaşanan bir çatışmadan öte, bölgesel bir çatışmanın ürünüdür. ABD, Suudi Arabistan’daki, hâkimiyet çizgisini, bu operasyonla, belirlediği bölge stratejisine göre yeniden dizayn etmiştir. Bu dizaynın bölgede pratik bir olgu haline getirilmesi için, jeo-politik önemi ve gerekçeleriyle pilot bir alan gerekmektedir. Suriye ve Irak’ta zaten bir savaş hali vardır ve bu coğrafyalardaki dengeler üzerinden, hedeflenen sonuç oluşturulamadı. Bölgeyi etkileyecek, İran’ın “Şii Hattına” cevap olabilecek ve Hizbullah’ın etki sahasına yönelecek kilit bölge olarak Lübnan öne çıkmaktadır ve Suudi Arabistan-İsrail ittifakı, ABD nin icazeti ile buradan çatışmaların fitilini tutuşturmak istemektedir.
Lübnan’da çatışmaların fitilini ateşlemek için, istifa senaryolarıyla çatışma mevziisine sürülen Hariri, ABD-Suudi Arabistan-İsrail ekseninin işbirlikçisi mi? Belirli tehditlerle teslim mi alındı?… Bu sorunun cevabını net vermek bugünkü veriler açısından zor. Lübnan yetkili kurumları tarafından, Suudiler tarafından “rehin tutulmuştur” açıklamasından sonra, Hariri Lübnan’a döndü. Bütün bu manipülasyonlar içinde, istifa açıklamasından önce görüştüğü ülkeler ve sürdürdüğü diplomasi dikkate alındığında, Hariri, Lübnan özgülündeki bu planın bir parçasıdır. Suudi Arabistan üzerinden planlanan sonuçlar, olasılıklar dâhilinde ele alındığında, bu durum daha net anlaşılmaktadır.
Mevcut plan ABD-İsrail-Suudi denkleminde Arabistan’da hazırlanmıştır
Temel amaç, Lübnan’da bir siyasal belirsizlik hâkim kılınarak, iç çatışmaları derinleştirmek, dışarıdan müdahale olanaklarını yaratmak ve bu müdahale ile Hizbullah’ı geriletmektir. Hariri’nin istifası, sonuç olarak, Lübnan’da ehli-sünnet Müslümanların en büyük siyasi partisi olan MÜSTAKBİL partisinin, olan hükümet yada kurulacak yeni hükümette yer almaması anlamına gelecektir. MÜSTAKBİL partisi ile aynı siyasal çizgide yer alan diğer Sünni partilerin de aynı tavrı alması plan dâhilindedir. Bu tutum, Lübnan’da iki büyük nüfus topluluğu olan Şii ve Sünni Müslümanlar arasındaki çatışmaları derinleştirecek, etnik ve dini çatışmaları ateşleyecektir. MÜSTAKBİL ve diğer Sünni partilerin parlamentodan çekilmesi, Lübnan’ın tüm siyasal sürecini istikrarsızlığa sürükleyecektir. ABD ve Batı emperyalist güçlerinin, esas ilişkilerini üzerinden sürdürdüğü ehli-Sünni akımların, Lübnan siyasal sürecinden çekilmesi, ABD ve Avrupa emperyalizmiyle gerginleşen bir ilişki sürecine evrilmesi anlamına gelecektir. Siyasal ve iktisadi olarak kriz koşullarına girecek olan Lübnan, bunun tek sorumlusu olarak Şii akımlar ve Hizbullah olarak gösterilecektir. Buradan yaratılan çatışmalarla, Suudi Arabistan üzerinden Ehli-Sünni akımlar desteklenerek, Hizbullah ve bölgesel anlamda İran geriletilmeye çalışılacaktır.
Hariri’nin istifa açıklamasıyla, Lübnan’da doğacak olası siyasal-iktisadi sonuçlar ele alındığında, bu planın, ABD-İsrail-Suudi denkleminde, Arabistan’da hazırlandığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü planın sonuca ulaşması, Suud rejiminin ve İsrail’in, Lübnan Hizbullah’ı ve Şii akımlara karşı yeni bazı siyasal-askeri adımları atmasının yolunu açması anlamına gelmektedir. Kuşkusuz bu adım, sadece Lübnan’da değil, bölgede de Şii-Sünni kamplaşmasını derinleştirecektir. Zaten amaç budur. Bu etnik-dini çatışma üzerinden, İran’ı geriletmek, Hizbullah’ı zayıflatmak ve açılan alandan, Suud, BAE gibi gerici İslamcı çizgiyi esas alan bölgesel ülkeler üzerinden, ABD-İsrail bölgesel stratejisini uygulamaktır.
Suudi Arabistan üzerinden gelen bu hamleye karşı, İran ve Hizbullah, bir karşı hamle gerçekleştirecektir. Lübnan Hizbullah hareketi sekreteri Seyyid Hasan, ilk elden, Lübnan’da kriz haline çevrilmeye çalışılan siyasal atmosferi sakin tutma yönünde bir tavır aldıklarını açıkladı. Ama bu derinleşecek çatışmalı sürece dair, İran ve Hizbullah’ın belirleyeceği tek politika değildir. İran bölgede etki alanını genişlettiği güçler üzerinden var olan ilişkilerini sürdürecektir. Bu anlamıyla bu süreç, İran-Hizbullah ayrışımından çok, daha köklü birlikte hareketini örgütleyecektir. Ve Lübnan’da, fitili çakılmaya çalışılan çatışma, emperyalist ve bölgesel sömürücü-gerici-talancı güçlerin, bölgede yarattığı savaş ve çatışmanın dengelerini yeniden belirleyecek bir çatışma olacaktır.