HABER MERKEZİ (24-12-2015)- Gazetemizin 113. sayısında “hâkim sınıfların özel savaş konseptiyle; 2015 yılı ve devrimci savaş” başlığıyla yer alan değerlendirme yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz
Tarihsel öneme haiz, hareketli siyasal gelişmelerin yaşandığı 2015 yılı, Ortadoğu ve Arap Yarımadası başta olmak üzere, dünyada, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, devrim ve karşı devrim açısından önemli gündemlerin yaşandığı bir yıl oldu. Yani takvimsel olarak, tarihin bir sayfasını daha, yaşanan tarihsel olaylar ve gelişmelerle, çevirmenin arifesinde bulunmaktayız. Geçmiş yıllarda olduğu gibi, Türk hâkim sınıflarının kana buladıkları bu yıl, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri açısından, önemli kazanımların yaşandığı ve daha büyük devrimci atılımlara vesile olan toplumsal zeminlerin güçlendiği, bir yıl olduğu tartışmasızdır. Uluslararası emperyalist hegemonyanın egemenlik çizgisinden beslenen ve bu egemenlik çizgisini, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da hayata geçiren Türk hâkim sınıfları, şiddet ve katliamda, sömürü ve zulümde sınır tanımayan bir çılgınlıkla davranması, sadece 2015 yılına has bir uygulama olmasa da, topyekûn özel savaş konseptini stratejik bir plan dâhilinde uygulanması bağlamında, özgünlükler barındıran bir yıl olmasıyla, tarihin hafızasında yer almıştır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da,12 Eylül AFC’sini güncelleyerek, faşist otoriteyi devlet kurumları üzerinden merkezileştiren AKP, ulusal ve sosyal meşru toplumsal dinamikleri ezmeyi, iç siyasetinin vazgeçilmez öğesi olarak ele almıştır. Yürütme, Yasama ve Yargı başta olmak üzere, devletin tüm kurumlarını militarize-faşist bir güç olarak konumlandıran Türk hâkim sınıfları, AKP/Erdoğan nazarındaki merkezileşme üzerinden, saldırgan, yayılmacı bölgesel dış siyasetle, faşist saldırgan iç siyaseti, kendi varlık zemini için vazgeçilmez gerici bir öğe olarak kurumsallaştırmıştır.
2015 yılı, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da devletin faşist niteliği ve topyekûn savaş konsepti
AKP/Erdoğan figüranlığı üzerinden, ideolojik, siyasal ve askeri olarak gerici çıkarlarını merkezileştiren Türk hâkim sınıflarının, emperyalist laboratuarlarda iradeleşen reçetelerle, ezilen halklara, inanç gruplarına ve mazlum uluslara karşı geliştirdikleri devlet terörü, tarihin bir tekerrürü olarak, 2015 yılında da, devrimcileri, sosyalistleri ve komünistleri ilk hedefi haline getirmiştir. Topyekûn özel savaş konseptinin yanında, yaşanan iki genel seçimle de, özgün bir yıl olma özelliği taşıyan 2015 yılı, hâkim sınıfların burjuva gerici partileri tarafından yaratılan, özgürlük ve demokrasi söylemi enflasyonuyla, devrimci toplumsal dinamiklere karşı kitlesel bir devlet terörünün uygulandığı bir yıl olmuştur. Kuşkusuz bu devlet terörünün karargâhı, yargı, yasama, yürütme kurumları başta olmak üzere, MİT, özel savaş birimleri ve kontra örgütlenmelerle gerici hedeflerini donatan AKP/Erdoğan diktatörlüğü olmuştur. Klasik Kemalizm, cemaat, cihat, milli muhafazakâr, Sünni İslam, Turancı, şovenist ya da liberal gibi, komprador tekelci egemenlik sistemi içinde, varlığını sürdüren tüm gerici klikler, Kürt ulusal mücadelesini boğma, devrimci ve komünistleri ezme ve toplumsal dinamikleri katletme seferlerinde, kendi içindeki derin çatışmaları bir kenara bırakarak birleşmişlerdir. Devletin “derinliğindeki”, kirli ilişkilerini, yolsuzluk ve hızsızlıklarını, dönem dönem açık çatışma araçları haline getirmeleri, aralarındaki dalaşın doğal sonucu olsa da, çıkarları noktasında aralarında uzlaşmaz it dalaşı olsa da, ezilen halklara ve mazlum uluslara karşı geliştirilen özel savaş konseptinde, bu güçler yan yana olmuşlardır. Çünkü bir vampir gibi beslendikleri ortak damar, ezilen mazlum halkların kanı ve canıdır. Devlet terörü olarak, devrimcilere yönelik saldırıları ve geliştirilen bu kirli savaşı, hamisi olan emperyalistlere dahi gıpta ettirecek düzeyde, kirli ve iğrenç yöntemlerle, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında uygulamak, bunların ortak varlık zeminidir.
2015 yılında kirli ve barbar yöntemlerle uygulanan devlet terörü, kurumsal ve planlı olma özelliğiyle, ayrı bir yerde durmaktadır. Hemen 2015 yılının başında gündemleşip, Mart ayında gerici parlamentoda yasallaşan “İç Güvenlik Yasası”, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yaşanacak devlet zulmünün deklarasyonudur. Bu yasayla birlikte polis ve özel hareket timlerinin, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da gerçekleştirdiği, yargısız sokak ve ev infazları, valilerin, polislerin, askeri militarize güçlerin keyfiyete bağlı uygulamaları, devletin, daha da kurumsallaşan faşist niteliğidir. 7 Haziran seçimleriyle, güçlü bir irade ortaya koyan ve bunu seçim sonuçlarına yansıtan, sosyalist-devrimci güçlerin Kürt Ulusal Hareketi ile oluşturduğu, ortak devrimci bloku dağıtmak için geliştirilen savaş konsepti, devletin bu faşist niteliği üzerinden hayata geçirilmiştir. 16 ilde eşzamanlı başlatılan saldırı ve faşist kuşatma,12 Eylül AFC’sini aratan türden gözaltı furyasına dönüşmüş, yargısız infazlarla, toplumsal dinamikleri dağıtma ve sindirme seferleri, toplumun tüm ezilen kesimlerini kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
MİT-Erdoğan-IŞİD üçgeni merkezinde örgütlenen kontra konseptinin, 7 Haziran Genel Seçimleri’nden önce Amed’de, 20 Temmuz’da Suruç’ta, 10 Ekim’de Ankara’da somut rol alması, devletin sürecine uygun siyasal hedeflerini gerçekleştirme yöntemleri konusunda, merkezi, kontra bir yönelimidir. Karşı devrim, bu tür kontra yöntemlerle, sadece hedef kişi ya da kitleyi imha etmekle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda toplumsal dinamiklerin hareket ve tercihlerinde, komprador kapitalist tekelci gericiliğin istediği politik sonuçları yaratmayı hedefliyordu. Ağrı, İstanbul, Amed başta olmak üzere, çocuklar ve kadınlar dahil, kontra yöntemlerle, hazırlanan senaryolar eşliğinde gerçekleştirilen katliamlar, bu mantık içinde bir devlet siyaseti olarak anlam bulmaktadır. Günay Özarslan, Dilek Doğan, Tahir Elçi ve Ağrı’da çocuk yaşta olan Orhan Aslan, Emrah Aydemir sadece devletin bu yönelimine verebileceğimiz birkaç örnektir. Özcesi, 2015 yılı, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da,1994 konsepti gibi yargısız infazlar ve kontra katliamlar yılı olmuştur.
Kontra ve diktatöryal merkezli yapı devletin temel faşist niteliği olduğu için, seçim dönemleri ve seçim beyannamelerinde, demokrasi ve ekonomik refah adına verilen söylevler, gerici ajitasyon enflasyonundan öte anlam taşımamaktadır.7 Haziran seçimlerinden sonra, Türk hakim sınıflarının ihtiyacı olan parlamento bileşeni oluşmadığı için, Erdoğan üzerinden harekete geçirilen darbeci zihniyet, stratejik çıkarları gündeme geldiğinde, burjuvazinin kendi yasalarına dahi riayet etmemesi konusunda açık örneklerdir. Görüntüsel anlamda da olsa, kuvvetler ayrılığı ilkesi, gerçek niteliklerinin bir ürünü olarak ortadan kaldırılarak, Anayasa Mahkemesi, Yüksel Seçim Kurulu, Yargı, Yasama, Yürütme, faşist uygulamalar konusunda tek kıta, tek komut olmuşlardır. Parlamentonun, faşizmi maskeleme, burjuva seçimlerinde birer toplumsal manüpilasyon olduğu konusunda, devlet pratiğinin açık oynadığı bir başka tarihsel kesit, Türk devletinin tarihinde nadirdir. Devletin ulvi çıkarları için, burjuva gerici partilerin “gizli” ortaklığı, geliştirilen ırkçı ve şovenist dalgayla estirilen devlet terörü, devletin merkezi siyasetine yedeklenen yığınlar, devrimci, sosyalist, ilerici toplumsal dinamiklere karşı geliştirilen kapsamlı saldırı ve burjuva minderde gerçekleştirilen entrikalarla, tarihe ayrı bir not olarak düşen 1 Kasım seçimleri ve sonuçları, devletin ve onun dönemsel figüranı AKP/Erdoğan faşizmi konusunda birer tarihsel belgedir. Yani 7 Haziran ve 1 Kasım tarihlerinde iki genel seçimi bir yıla sığdıran faşist Türk hâkim sınıfları, her iki seçimde de, tekçi-ırkçı zihniyetten beslenen antidemokratik uygulamaların sayısız örneklerini uygulamışlardır. Seçimler, burjuva anlamda bir “demokrasinin” dahi gerisinde kalmış, faşist devlet zihniyetinin, parlamentoda AKP özgülünde “çoğunluğu” sağlama amacı için, toplumu terörize etme seferlerine dönüşmüştür. 7 Haziran seçimlerinde parlamentoya giren HDP ve bileşenlerinin milletvekillerine karşı geliştirilen linç kampanyası, sokakları kuşatan linç kampanyasıyla birleştirilerek, ırkçı, şovenist siyasetin toplumsal zemini körüklenmiş, sivil faşist terör, toplumun refleksiymiş gibi gösterilmiştir.1 Kasım seçimlerinin sonucu, faşist devletin yarattığı bu baskılanmadır.
Kuzey Kürdistan’daki güçlü direniş, devletin faşist ablukasını hükümsüz kılmıştır
Tekçi, inkârcı, imhacı ve katliamcı, Türk Sünni İslam paradigmalı faşist Türk devleti, Kürt ulusunun, ulusal eksenli, meşru demokratik haklarını kan ve katliamlarla bastırmaktadır. “Son adam kalana kadar” katliamlar devam edecek söylemiyle, Kuzey Kürdistan üzerinden planlanan bu saldırı, sadece Kuzey Kürdistan ile sınırlı kalmamakta, Ortadoğu üzerinden “Yeni Osmanlıcı” hayallerle rol almak isteyen Türk devletinin, Rojava ve güneydeki ilerici Kürt dinamiğine yönelme amacı taşımaktadır. IŞİD ile sürdürülen siyasal ortaklık, ÖSO, Bayırbucak Türkmenleri ve KDP ile yaratılan gerici ittifakın temelinde, bölgesel saldırganlık ve PKK, PYD önderliğindeki Kürt ulusal dinamiğini imha etme amacı vardır. Milli zulüm ve soykırım üzerine planlanan bu topyekûn savaş konsepti, Kuzey Kürdistan’da, Kürt ulusunun görkemli direnişi karşısında çözümsüz kalmıştır.
Türk devletinin Kuzey Kürdistan’daki direniş karşısındaki çözümsüzlüğü, devlet terörü uygulamalarında, ne sınır ne savaş kuralı ne de başka bir değeri dikkate alma imkanı tanıyor. Ama bunun karşısında Kürt ulusunun PKK önderliğinde, gerilla alanlarında ve Kuzey Kürdistan sokaklarında örgütlediği direniş, sürece damgasını vuran asıl dinamik öğedir. Türk devletinin, şiddetini arttırarak uyguladığı, kirli topyekun özel savaş, Cizîr, Sur, Nusaybin, Derik, Farqîn, Varto, Lice gibi Kürt kentlerinde, Türk devletini vuran birer silaha dönüşmüştür. Sokağa çıkma yasaklarıyla “esir kentler” haline gelen Kürt kentlerinde, evlerinde günlerce mahsur kalan, cenazelerini kaldıramadığı için günlerce çocuklarının cenazelerini buzdolaplarında “muhafaza” eden, sokakta çocukları katledilen, evleri, işyerleri yağmalanan Kürt halkı, tüm bu uygulamalar karşısında daha da devrimcileşmekte, her türlü olanaksızlığı direniş mevzisine dönüştürmektedir. Sokaklardaki bu direniş, gerillanın Oramar, Muş, Amed gibi Kürdistan coğrafyasında, hedefi belli nitelikli eylemleriyle birleşmiş ve Kürt halkının, Türk devletinin hiçbir iradesini tanımama duruşuna dönüşmüştür. Kürt ulusunun, ulusal kaderi açısından bu önemli bir sonuçtur. Baskı ve zorun sindiremediği, tersine devrimcileştirdiği, Kuzey Kürdistan’daki devrimci halk yığınlarının duruşu, önderliğinde yeni bir moral ve devrimci ulusal savaşta ivme olması, Kürt ulusu ve demokrasi güçleri açısından devrimci sonuçlar yaratacaktır.
2015 yılı, Kürt Ulusal Hareketi açısından, kır ve şehir merkezli kitlesel savaş gücü olarak konumlanması bağlamında önemli dinamikler yaratmıştır. 28 Şubat Öcalan’ın silah bırakma çağrısı ve güncel olarak “buzdolabına” konulan “çözüm” planı, bu dinamiği zayıflatma konusunda, stratejik-ideolojik bir zaaf olsa da, sürecin ihtiyacı olan devrimci savaşta ortaya konulan irade, ortaklaşan mevzilerimizdir. Ulusların kendi kaderlerini tayin etme sosyalist çözümü karşısında, burjuva bir çözüm olan, Özyönetim ilanları, hem devletin iradesini parçalayan bir savaş hamlesi olma bağlamında hem de yerelden yönetimi örgütlemesi bağlamında, ileri adımlardır. Özyönetim, demokratik özerklik ile sınırlandırılmış bir ulusal mücadele ufku, Kürt ulusunu burjuva “çözümlerde” köleleştirir. Böyle bir stratejik yönelim, hatalıdır. Bu stratejik durumu gözeterek, sürecin siyaseti olarak örgütlenen özyönetim siyaseti, Kürt Ulusal Hareketi’nin önemli bir hamlesidir. Dağları ve kentleriyle, işgalci faşist güçlere karşı, geliştirdiği siyasetle direnen Kürt ulusu, mevcut pratik hareket tarzıyla, “çözüm”, “milli birlik-kardeşlik” tasfiye projesini boşa çıkarmıştır. Gelişen sürecin tehlikesi olarak “buzdolabında” bekletilen ve yeni hükümetin programında “milli birlik” projesi olarak duran, devletin tasfiye planına karşı ne duruş, Kürt ulusunun stratejik hedeflerine ulaşmasında avantaj yaratacaktır. Aksisi bir risktir, 2015 yılında daha somut olarak ortaya çıkan devrimci duruşu zaafa uğratacaktır.
Devrimci önderlikten yoksun işçi sınıfı, toplumsal devinimde ilerici rol oynayamaz
Düşük ücret, ağır çalışma koşulları, iş güvenliği, örgütsüzlük, ekonomik kemer sıkma politikası, Türk devletinin sermaye güçlerinin çıkarları ekseninde üretim alanlarındaki temel uygulaması olmasına rağmen, 2015 yılı işçi sınıfının mücadelesi açısından, istenilen düzeyde olmamıştır. Mayıs ayında Metal iş kolunda görkemli bir direnişe dönüşen ve on binlerce işçinin katılımıyla başlayan grev, önemli bir eylem olsa da, sonuçları ve sürekliliği bağlamında, işçi sınıfının devrimci tutumunun gerisinde kalmıştır. İş cinayetine dönüşen “iş kazaları”, kölece çalışma ve yaşam koşulları, kendiliğinden ekonomik mücadeleyi yaratması konusunda toplumsal-tarihsel bir veri iken, ülkemiz işçi sınıfının bunun gerisinde kalmasının ana nedeni, örgütsüz ve önderliksiz olmasıdır. İşçi sınıfının başına çöreklenen sendikal bürokrasi, en az devletin uygulamaları kadar, işçi sınıfının hareketi önünde engeldir, hedef haline getirilmelidir. Ülkenin kan gölüne çevrildiği bir ortamda, hem toplumsal olaylara karşı hem de kendi sınıfsal çıkarlarına karşı, ideolojik önder ve temel güç olma rolünü oynayamayan işçi sınıfının reel durumu, sürecin muhasebeye tabi esas halkasıdır. Burada muhasebe konusu örgütsüz işçi sınıfı yığınları değildir. Metal iş kolu direnişinde görüldüğü gibi, hem sermayeye hem de sendikal bürokrasiye yönelen işçilerin duruşunu, daha ileri mevzilere taşıyamayan Maoist hareket başta olmak üzere, sosyalist ve devrimci güçler, bu sürecin esas muhasebe edilmesi gereken güçleridir. Toplumsal dinamik olarak işçi sınıfı, kendiliğinden tarihsel rolünü oynayamaz, bilincine göre konumlanamaz. Uygun araçlarla sınıfı örgütlemesi, ekonomik demokratik taleplerini, ezilen halk yığınlarının devrimci savaşımında sisteme yöneltmesi, proletarya partisinin oynayacağı roldür. Bunca derinleşen sınıf çelişkilerine rağmen, bu rolün yerine getirilmemesi, 2015 yılının 2016 yılına devrettiği devrimci görevdir.
Silahlı devrimci zor, bu kara bulutları dağıtmaya muktedir halkın tek örgütlü gücüdür
Kürt ulusuna uygulanan milli zulüm, Aleviler başta olmak üzere, farklı inanç guruplarına uygulanan inançsal baskılar, işçi sınıfı ve köylülük başta olmak üzere, küçük üreticiler üzerindeki baskı ve sömürü, geleceksiz bırakılan çalışan gençlik, dinci bir nesil yetiştirme projesiyle, akademik-bilimsel eğitimden mahrum bırakılmış öğrenci gençlik, erkek egemen sistemin gerici çarklarında cinsel saldırı ve katliamlara maruz kalan kadınlar, gerici sistem kültürünün ürünü olarak toplum içinde ötelenen, horlanan LGBTİ’ler, faşist devlet iktidarının yarattığı gerici kuşatmanın baskısı altındadırlar. Emperyalist-kapitalist gerici egemenlik dünyasının bu kuşatması, başka bir dünya yaratma savaşıyla aşılacak bir kuşatmadır. Bu savaşın ana dinamiği silahlı devrimci zor merkezli devrimci savaştır. Basitten karmaşığa, devrimci savaşla, karşı devrimin savaş birikimini parçalamak, yönelimimizin stratejik planıyken, hesap sorma bilinciyle kitlelerin devrimci adaletini örgütlemek, savaşın başka stratejik hamlesidir. Bu bağlamda, 40 yıllık bir tarihsel sürecin unutturamadığı, devrimci görevini kuşaktan kuşağa devrettiği, komünist önder Kaypakkaya’nın ve Kızıldere şehitlerinin katili, Özel Harp Dairesi’nin baş mimarı, faşist Fehmi Altınbilek’e gerçekleştirilen devrimci yönelim, hesap sorma bilincinin yanında, stratejik planlarımızın şehir ayağındaki, konumlanma ve hareket tarzının ifadesidir. Yaşı Berkin olan çocuklarımızın katillerinin üzerine, Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol ile yürüme cesareti, bu sürecin başka önemli devrimci dinamiğidir. Gerilla alanlarında, Kuzey Kürdistan’da, savaş mevzilerinde kahramanlaşmış, yüzlerce halk evladının ismi, 2015 yılının hafızasındadır. Maoist Parti, bu devrimci mirası, tarihinden aldığı birikimle, sürecin devrimci stratejisinde merkezileştirmektedir. Her mücadele yılı, devrimci savaştaki yetmezliklerimizi anlama ve yeni planlamalar yapma vesilesidir. Yılın sonunda kurulan 64. Hükümet, planı ve programıyla, 2016’da daha da derinleşecek savaş hükümetidir. Kurulan kabinenin niteliği, tekçi faşist devlet egemenliğinin niteliğine uygundur. Hâkim sınıflar kapsamlı bir savaş konseptine göre hazırlanmaktadır. Barış ve demokrasi nameleri, ekonomik toplumsal refah söylemleriyle perdelenen, katliam planları ve savaş çığırtkanlıklarıdır. Bu savaş ilanları karşılıksız kalmayacaktır. Silahlı savaş cephelerini genişletme ve yüksek kapasiteli savaş düzeyine göre konumlanma perspektifiyle, 2016 yılını karşılamak, devrimci sonuçlar yaratmanın temelidir.