Güney Kürdistan bağımsızlık referandumunun siyasal sonuçları ve olasılıklar

25 Eylül 2017 tarihi Kürtler için bir milattır. Yeni milli bir çıkıştır denilebilir. Durumun Kürtler için bu kadar önemli olması gerçeği kadar, Kürdistan’ın ellerinden parça parça kayıp gittiğini gören işgalcilerin bu duruma sessiz kalması düşünüle bilinir mi? Daha referandum öncesi başlayan tehditler, höykürmeler, diplomatik turlar başka nasıl açıklanabilir? Ancak ok yaydan çıkmıştır. Kürtler, içinde oldukları sömürgecilikten de aşağı statüyü pratik olarak zaten parçalamışlardı. Şimdi var olan gerçeği yasal-resmi bir statüye kavuşturmanın adımını dünya halklarının gözleri önünde atmışlardır. İlerde “bağımsız” devlet ilanı kararı ellerinin altında durmaktadır ve eninde sonunda süreç devletin ilanı ile tamamlanacaktır. Dolayısıyla Kürtler kararlı bir tutumla referandumu tamamlamış ve halk kitlelerinin iradeleri açık seçik ortaya çıkmıştır. Güney’de atılan haklı adımın diğer parçalar üzerinde bir ayna görevi görecektir. Kaçınılmaz olarak diğer parçalar bu aynadan kendilerini görecek ve yeni haklı adımlar arkasından gelecektir

HABER MERKEZİ(09.10.2017)-Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde Ortadoğu halkları üzerinde bir tanzim ve bölüşüm siyaseti devreye sokuldu. Sykes-Picot denilen bu anlaşma ile ulusal kimlikler, kültürler ve bağımsızlıklar yok sayıldı. Bunların içinde en olumsuz durumda olanı ise Kürt ulusu olmuştur. Çok eski dönemde Kasr-ı Şirin Antlaşması ile İran-Osmanlı arasında ikiye bölünmüş olan Kürdistan, 1924 yılında Lozan Antlaşması ile yeniden paylaşılarak 4’e parçalanmış oldu. Bu bölünmede sadece emperyalistlerin çıkar hesaplarını değil, bölge yerel gerici-ilhakçı-işgalcilerin mutlak payını da gözden kaçırmamak gerekir. O tarihten bugüne Kürt ulusu akla gelebilecek bütün haksızlıklara ve katliamlara maruz kaldı. İşgal ve ilhak edilmiş bir Kürdistan gerçekliği karşısında elbette büyük mücadeleler, direnişler ve başkaldırılar kaçınılmaz olarak ortaya çıktı. Ancak her bir çıkış yenilgiyle sonuçlandı. Ne var ki hayat statik ve donuk değildir. Dünyanın ve bölgenin, gelişen ve değişen ihtiyaca göre yeni biçimler alarak ilerlemesi kaçınılmaz oluyordu. Diyalektiğin kaçınılmaz işleyişi böyle olmasını kaçınılmaz kılıyordu. Kürdistan’ı esaret altında tutan Türk, Fars, Arap egemenlerinin kendi aralarında yaşadıkları çelişkilere, kapışmalara ve didişmelere rağmen, söz konusu Kürtler olunca tüm bu çelişki ve çatışmaları anında bir kenara atmış ve Kürdistan’ın esaret statüsünün devamı için ortaya çıkmış olan Kürt direniş alevlerini söndürmede tartışmasız birleşmişlerdir. Böyle olmasına rağmen, geçen tarih, değişen zaman Kürtlerin haklı ve meşru çözüm arzularını hem dünya emperyalist devlerine hem de yerel ilhakçı-işgalci zorba güçlerin böğrüne dayamıştır.

Uluslararası burjuvazi kendi çıkar ve soygun hesabıyla dünyaya biçim vermek zorunda kaldı. Tekellerin bölgeye daha fazla sömürü, daha fazla kâr amaçlı müdahaleleri, tekeller arası güç ve hegemonya çatışmaları kaçınılmaz olarak yeni tehlikelerle beraber yeni fırsatları da yaratmıştır. Birinci ve İkinci Körfez Savaşı ve savaşın ortaya çıkardığı yeni ortam ile devreye girmiş bulunan yerel ve dünya gerici güçlerinin değişen ilişki ve çatışmaları neticesinde, Kürdistan’ın Güney parçası ileriye doğru önemli bir adım atmış oldu. İleri atılan adım elbette Kürdistan’ın diğer parçaları için de olumlu örnek teşkil etmesi kanılmazdı. Devam etmekte olan bu süreç Suriye savaşıyla farklı bir boyut kazanarak yeni bir eşiğe gelmiş oldu. BAAS rejiminin zulmünden nefes alamaz durumunda olan halklar; özellikle de Kürtler yakalanan bu fırsatı elbette es geçemeyeceklerdi. Kürt ulusunun statü elde etmeye yönelik ikinci büyük adımı Rojava’da ortaya çıktı. Atılan ikinci büyük adımın Kürtlerin iç dünyası üzerinde etkisi hayli derin oldu. Özellikle IŞİD kanlı barbarlığına karşı dövüşen kadının ihtişamlı direnişi dünya insanlığının büyük takdirini kazandı ve Kürtlerin uluslararası alandaki izole etkisine ağır darbe oldu. Ve ilhak ve işgalcileri belki de tarihlerinde hiç olmadığı kadar korku ve endişeye sevk etti. Korku ve endişelerine çare olacak şartların giderek zayıfladıklarını görüyorlardı. Kürtler artık hem dünya çapında hem de Kürdistan’ın her bir parçasında örgütlü oldukları gibi, dünyanın egemen güçlerini etkileyecek durumdaydılar da. Durum I. ya da II. Emperyalist Paylaşım Savaşı dönemine hiç benzemiyordu. Bütün bunların yanı sıra Kuzey parçasında sürmekte olan kırk beş yıllık ulusal mücadelenin kazanımlarını ayrıca kaydetmek gerekir.

Şimdi Kürtler için çok daha farklı bir çıkış yaşanıyor. Barzani adı etrafında Güney Kürtleri gayet haklı ve meşru bir karar ile Kürtlerin milli arzularını açığa çıkaracak referandumu hayata geçirdi. Kürt kitleleri içinde örgütlü olmasının avantajı dış şartların olgunluğu ile birleşince, böyle bir karara giden Güney güçlerinin kararının hayat hakkı bulmaması için hiçbir sebep yoktu. Burada vurgulayalım ki esas ve tayin edici olan şey, birincisi Kürtlerin örgütlü ve hazır olması ve ikincisi ise dış şartlardır. Uzun zamana dayalı kazanımların Kürtlere dışardan birileri tarafından hediye edilmiş gibi saçma sapan bir yorumu doğru görmediğimizi belirtelim. Şayet Kürtler iç örgütlülük bakımından hazır olmasaydı, hiçbir güç “buyurun sizindir” demeyeceklerini eski zaman tecrübelerinden de iyi biliyoruz. İran egemenlerinin hava uçuşlarını durdurması, Türk egemenleri ile görüşmeleri, müdahale tehditleri gibi girişimlerin benzerlerinin Irak yönetimince de yapılması ve Türk-Irak ortak askeri tatbikat ile Güney Kürtlerinin haklı girişimini engelleme ve bu arada dolaylı olarak “kendi iç Kürtlerine” gözdağı verme gayretindendir.

Bağımsızlık referandumu Kürt ulusunun genel eğilimini yansıtan bir gerçeğe işaret etmiştir

Referandum Kürdistan’ın Güney parçasıyla sınırlı da olsa aslında bu Kürtlerin genel eğilimini yansıtan bir gerçeğe de işaret eder. Bunun böyle olduğunu bilen işgalciler Kürtlerin geleceğini ipotek altında tutabilmek için olmadık komplolara, hilelere başvurmakta ve fırsat bulmaları halinde de kanlı bir savaşa başvuracaklarını göstermektedirler. 22.09.2017 tarihli Türk Milli Güvenlik Konseyi’nin (MGK) toplantısında ele aldığı tek konunun Güney referandumunun olmuş olması durumu anlatmaya yeter. Sadece MGK değil, hükümetinden MHP’sine, CHP’sinden Vatan Partisi’ne, devletin resmi ve gayri resmi bütün siyasi ve ideolojik aygıtlarına, üniversitelerinden sosyal birçok kurumuna ve “akıl-fikir insanlarına” kadar birçok kesim milli-faşist histeriyle haykırmaktadırlar. Bir de “solcu-devrimci” parti ve şahsiyetler de var ki, aman da aman! Dönemin bu yeni Kautsky’leri eskisine de rahmet okutuyorlar. “Referandum bölge halklarına yeni kaos getiriyor”muş(!) Hay siz aklınızla bin yaşayın emi! Kürtler ne zaman bir adım atsa kaos-kargaşa tüm dünyayı sarıyor. Adaletçilerin yürüyüşlerine teveccüh ederek hak hukuk arayan böylesi devrimciler, Kürtlerin çok haklı ve meşru olan kendi kaderini tayin hakkını kullanma ve adalet arzularını ise kargaşa doğuracağı savıyla karşı durmayı “büyük bir devrimci görev” addediyorlar. Öyle ya, Kürt emperyalizmin işbirlikçisidir. Ne de olsa Kürtlerin arkasında “üst emperyalist akıl” var. Daha da kötüsü emperyalistlerle anlaşmış olan Kürt, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilerici kazanımlarını ve ulusal birliğini parçalayacak! Bu durumda, Kautsky’nin üçüncü derecede kuşak torunları kendi egemen devletlerinin yanında yer almasında ne etsinler(!) Tek milletiz ya! Bölünmek olur mu?

Defalarca yazıldı çizildi. Ne dünya eski dünya ne bölge eski bölge ve ne de Kürtler eski Kürtler. Kürtlerin devletleşmeye doğru kaydettiği gelişmenin şartları oldukça güçlü duruma gelmiştir. Yeni şartlar Kürtlerin ileriye doğru adım atmasını tetiklemektedir. Atılan adımın bu gerçekle doğrudan ilişkisini kim inkâr edebilir?

Şimdi besbelli ki, Güney parçasında Kürtlere karşı yeni yaptırımlar gündeme gelecektir. Kapıların ticarete kapatılması, hava uçuşlarının sınırlandırılması, hatta tümden iptal edilmesi gibi izole adımların yanı sıra içerden ekonomik önlemler, sabotajlar, gizli satın almalarla hileli politikalar devreye sokmak, suikastlar ve daha etkili çapta saldırılar yapmaları beklenebilir. Ötesi ise, fırsat çıktığında hiç kuşku yok ki askeri müdahalede bulunabilirler. Elbette askeri müdahaleler üç devletin ortak operasyonu ile olabileceği gibi, tek bir ülkeden de gelebilir. Ve böyle bir askeri müdahale bölgede cirit atan dünya emperyalist haydutlarından izin alınmaksızın yapılması mümkün görünmemektedir.

25 Eylül 2017 tarihi Kürtler için bir milattır. Yeni milli bir çıkıştır denilebilir. Durumun Kürtler için bu kadar önemli olması gerçeği kadar, Kürdistan’ın ellerinden parça parça kayıp gittiğini gören işgalcilerin bu duruma sessiz kalması düşünüle bilinir mi? Daha referandum öncesi başlayan tehditler, höykürmeler, diplomatik turlar başka nasıl açıklanabilir?

Ancak ok yaydan çıkmıştır. Kürtler, içinde oldukları sömürgecilikten de aşağı statüyü pratik olarak zaten parçalamışlardı. Şimdi var olan gerçeği yasal-resmi bir statüye kavuşturmanın adımını dünya halklarının gözleri önünde atmışlardır. İlerde “bağımsız” devlet ilanı kararı ellerinin altında durmaktadır ve eninde sonunda süreç devletin ilanı ile tamamlanacaktır. Dolayısıyla Kürtler kararlı bir tutumla referandumu tamamlamış ve halk kitlelerinin iradeleri açık seçik ortaya çıkmıştır. Güney’de atılan haklı adımın diğer parçalar üzerinde bir ayna görevi görecektir. Kaçınılmaz olarak diğer parçalar bu aynadan kendilerini görecek ve yeni haklı adımlar arkasından gelecektir. Şimdi savaş tamtamlarıyla ortalığı velveleye veren selefi sultan müsveddesi Tayyip önderliğindeki tüm Türkçü faşist kliklere hatırlatırız ki, bir aralar bunlar Esad sonrasında Emevî Camii’sinde namaz kılacaklardı. “Kobanê düştü düşecek”ti. Gerçi sultan Tayyip “Bir gece ansızın gelebilirim” derken yaver Binali ise “Savaşa girmiyoruz, endişelenecek bir durum yok” diyor. Kürtlerin iradesi ortaya çıkmıştır. Alt-üst oluşlar, ilerlemeler-gerilemeler içinde girdikleri yol kendilerini mutlaka mantıki sonucuna götürecektir. Sorun Barzani ve diğer Kürt liderlerini çoktan aşmış durumdadır.

Biz komünistler için berrak olan şey şudur ki bu adım Kürt burjuvazisinin önderliğinde ulusal boyunduruğa karşı atılmış haklı ve meşru bir adımdır. Bu nedenle ikircikliğe yer vermeden destekledik. Barzani ya da diğer lider-partiler arası ilişkiler ve tartışmalar tavır almamızda belirleyici unsur olmamıştır. Biz tutumu alırken stratejik hedefimiz olan Kürt proletaryasının ve emekçilerin gerçekten kurtuluşu için sosyal ve siyasal bir devrim mücadelemiz asla durmayacaktır. Zira biz, proleter dünya devriminin Türkiye-Kuzey parçasının komünist öncü taburuyuz. Tam da bu nedenle, “… Sosyalist çözümümüz olan geniş bölgesel özerklik ve yerel kendi kendini yönetim projesi, burjuva medeniyetçi-cumhuriyetçi paradigmadan en ileri kopuşu temsil etmektedir. Partimiz bölgesel özerklik ve kendi kendini yönetim anlayışı ekonomik, sosyal ve nüfus bileşenin sonucu olarak geniş bölgesel özerklik, yine bunların içerisinde yerel kendi kendini yöneten ve ora halkın öz yönetim araçları olan meclislerini savunmaktayız” (Maoist Parti 3. Kongre belgesinden) Ve elbette zorunluluklar dünyasından özgürlükler dünyasına doğru sonuna kadar devrim!          

 

Önceki İçerikGüney Kürdistan referandumu bağlamında devrimci tavrın özü
Sonraki İçerikAlmanya’da Federal Meclis Seçimleri ve Sonuçları