HABER MERKEZİ(05.06.2017)-Sınıfsız Toplum İçin Halkın Günlüğü’nün 4.sayısında yayınlanan ‘’Güney Kürdistan ‘’bağımsızlık’’ referandumu ve siyasal tutum üzerine’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
‘’Güney Kürdistan’da, Barzani öncülüğündeki Kürdistan Demokrat Partisi ve YNK, Haziran ayı içinde Güney Kürdistan bölgesindeki kimi siyasi partilerle yapmış oldukları toplantının ardından, 25 Eylül 2017 tarihinde “bağımsızlık referandumu” gerçekleştirme kararı almıştı. Bölgenin siyasi gündeminde yoğun tartışmalara vesile olan bu karar, Kürt ulusu başta olmak üzere, bölgedeki diğer ulus ve azınlıklar üzerinde, milli zulüm ve baskı uygulayan statükocu egemen devletler, bölgedeki çıkarlarını yeniden dizayn etmeye çalışan ve bölgeyi kan gölüne çevirmiş emperyalist güçler tarafından, farklı tonlar ve nedenlerle itirazlara neden olurken, özellikle Barzani önderliğindeki KDP’nin siyasal niteliği ve çizgisi ekseninde ifade edilen kaygılarla, referandum kararına karşı ulusal devrimci güçler cephesinden de kimi eleştiriler gündeme gelmiş bulunmaktadır. Gerek, bölgede hegemonya çatışmasını, açık askeri müdahaleler ve bölgesel güçler üzerinden şekillendirmeye çalışan emperyalist güçler açısından, gerek bölgede parçalanan statükoları temel eksen alarak gerici çıkarlarını korumaya ve derinleştirmeye çalışan bölgesel hakim gerici devletler açısından (Türkiye, İran, Irak, Suriye ) ve gerekse de, tarihsel süreç boyunca KDP önderliği Barzani şahsında bu gerici güçlerle geliştirilen ve bugün hala bu ilişkiler üzerinden yol almaya çalışan Barzani çizgisi açısından sorun ele alındığında, bu “bağımsızlık referandumunun” bir çok soruya muhatap olduğu açıktır. Ama sorunu salt bu eksende ele alıp, ezilen bir ulusun, ulusal demokratik haklarına, bu haklarını kendi kaderlerini tayin etme ekseninde beyan etmesine hürmet etmemek, komünistlerin bakış açısı değildir. Ezilen bir ulusun, önderlik çizgisini, ulusal taleplerdeki ufkunu, ezen ulusun hakim sınıfları ve bu bağımlılık, sömürge, ilhak sonucunu yaratan emperyalist-kapitalist sistemle ilişkilenme biçimini, komünist bir bakış açısıyla ele alıp değerlendirmek, kölelik ilişkilerini başka biçimlerde devam ettiren burjuva “çözümleri“ mahkum etmek ve bu mahkumiyet üzerinden ezilen ulusların ve sömürülen halkların gerçek kurtuluşu olan sosyalist çözüm projeleri ile devrimci rol almak başka bir şey ezilen bir ulusun tarihsel koşullar içinde her türlü demokratik haklarını kullanmak istemesine saygı duymak ve desteklemek başka bir durumdur. Her iki somut durumu doğru ele alıp doğru tutum belirlemek, komünistlerin dünya görüşü gereğidir. Bu genel vurgunun akabinde, somut gelişmeler üzerinden durumu ele almak ve doğru tutumu bu somut durumu dikkate alarak geliştirmek durumundayız.
Barzani KDP’sinin Referandum Kararında Bir Çok Hesabın Olduğu Açıktır!
Bölgesel gerici güçler ve emperyalistlerle (özellikle ABD emperyalizmi ile) sürdürdüğü mevcut ilişkilerde, siyasal bir alan açma, kendi pozisyonunu güçlendirme kuşkusuz bu hesabın bir ayağıdır. Bunun yanında, Güney Kürdistan’da var olan ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar, yolsuzluk iddiaları, düşünce ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere, muhalif duruşları yok sayan otoriter tutumlar, başkanlığı devretmesi gerekirken hala başkanlık koltuğunda fiilen oturması, bölgesel parlamentoyu işletmek yerine aşiret tahakkümü biçimindeki tekçilik dayatması, başta Yekîtî, Goran hareketi ve Komela Îslamîörgütlenmelerinden olmak üzere gelen eleştiri ve önerileri dikkate almaması gibi sürecin getirdiği derin sorunlar söz konusudur. Böylesine ağır siyasal sorunların ve eleştirilerin yaşandığı bir kesitte Barzani önderliğinde “referandum” kararının alınmasının arka planında, kuşkusuz bir çok neden vardır. Güney Kürdistan parlamentosunda, 24 sandalyesi bulunan Goran Hareketi ile 6 sandalyesi bulunan Komela Îslamî’nin “önce parlamento seçimleri yapılsın ardından parlamento kararı ile referanduma gidilsin” önerisini dikkate almayarak, referandumu başkanlık ve parlamento seçimlerinden önce yapma kararı, KDP’nin kendi hakimiyeti için çizdiği yol haritasıdır. Yani Güney Kürdistan’da, KDP’ye karşı yaşanan güven sorununa çare olarak bu yöntem denenmektedir. Kazanılmış bir referandumun gücü ile seçimlere gitmek, Barzani için yeniden (süresi dolduğu halde fiili olarak sürdürdüğü) başkanlık yolunu açacaktır. Güney Kürdistan dahil dört parçadaki Kürtler için bağımsızlığın, bölgesel gelişmelerle birlikte güncel olduğu kadar güçlü bir hayal olduğu koşullarda, “bağımsızlık” sonucunun çıkacağı kesin olan referandumun olumlu rüzgarını arkasına almak isteyen Barzani, hem bölgesel statükocu egemen güçlerle sürdürdüğü siyasal-askeri ilişkilerde bu kartı kullanacaktır hem de Güney Kürdistan’daki muhalif güçlere karşı bu kartını etkili kullanmak isteyecektir. Nitekim Türk ve İran hakim güçleri merkezli bölgesel statükocu gerici egemenler sisteminden gelen itirazların akabinde, “referandumda bağımsızlık kararı çıksa da, bu hemen bağımsızlığın ilan edileceği anlamına gelmez” yönlü açıklaması, Barzani’nin bu kartı bölgesel gerici “dengeler” arasında siyasal-diplomatik bir unsur olarak kullanacağı anlamına gelmektedir.
Referandumun gücü ile Güney Kürdistan’da tek otorite olmaya çalışan Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), “bağımsızlık referandumu” kararına ortak etmediği için süreci eleştiren bir çok siyasal parti ve çevreyi, sürece mecbur kalmış güçler konumuna düşürmektedir. Referandum kararı süreci ve işletilen hukuka kısaca vurgu yaparsak bu durum daha net anlaşılacaktır.
“TC” başta olmak üzere, bölgesel gerici ve emperyalist güçlerle karşılıklı ilişkiler içinde (kendi tabirleriyle stratejik bazı ortaklıklar) süreci işleten KBY, uzun süredir yaşanan siyasal, sosyal ve ekonomik kriz içinde, KDP-YNK ortaklığıyla 24 Mart 2017’de referandumu görüşmek üzere heyet oluşturdular ve siyasi partilerle görüşmelere başladılar. KDP’nin, kendi duruşu içinde kendisine alan tanımadığı ve KDP’nin siyasal çizgisine muhalif olan Goran Hareketi ve bazı muhalif kesimler dışındaki partilerle yapılan görüşmelerin ardından, KDP-YNK ortaklığı, Barzani’nin başkanlığında “bağımsızlık referandumu” kararını aldı. Goran Hareketi ve Komela Îslamî’nin başını çektiği muhalefetin, “parlamentonun işletilmesi, parlamento seçimlerinin öncelikli olarak yapılması ve akabinde parlamentonun kararıyla referanduma” gidilmesi itirazı, başından beri KBY tarafından dikkate alınmadı ve KDP polit büro üyesi Fazıl Miranı’nın açıklaması olan “Bizim için referandum parlamentonun açılmasından daha önemlidir” tavrı KDP’nin resmi tavrı olarak deklare edildi. Barzani başkanlığındaki Pirmam toplantısında, referandum tarihi olarak 25 Eylül 2017 tayin edildi. 21 Eylül’de yapılması gereken parlamento ve fiili olarak Barzani tarafından el konulan başkanlık seçimlerinin 6 Kasım 2017’ye ertelenmesi, bu gelişmeler ekseninde çarpıcıdır.
Parlamentonun işletilmesi mi, başkanlık sistemi mi tartışmaları, bizim açımızdan kıymeti harbiyesi olmayan tartışmalardır. Ama hakimiyet çizgisi olarak, burjuva gerici sistemler ve bunların hegemonya kurmaya çalıştığı bölgelerde geliştirdiği “tekçi” çizgi bağlamındaki benzerlikler çarpıcıdır. Devlet kurumu ya da farklı burjuva biçimlerde, bir alanda iktidar olmaya çalışan veya iktidarını korumaya çalışan bölgesel güçler ( devrimci ve sosyalist güçler bu tanımımızın dışındadır), tekleşme ekseninde merkezileşmektedir ve bu merkezileşme ile bölgede kendi çıkarlarını korumaya çalışmaktadır. Bu sınıfsal bir dokudan gelen siyasettir. Burjuva ve onun yelpazesindeki tüm hakimiyet çizgileri, çıkarlarını korumak, “müttefik” olarak tayin ettiği, gerici hegemonya güçlerinin siyasal “aktörü” olmak ve bura üzerinden iktidarını korumak veya iktidarlaşmak… Güncel olarak KBY parlamento süreci ve sonrası yaşanan gelişmeler irdelendiğinde, KDP çizgisinin bu konuda bir çok hesapla, muhalefeti bastırdığı, tek otorite olma konusunda tüm gelişmeleri kendi ekseninde kullandığı, ulusal çıkarlardan öte, dar-aşiretçi hakimiyet kaygılarını esas aldığı görülecektir. DAİŞ tehdidine karşı alınan tutum(suzluk), “TC” hakim iktidarı AKP-Erdoğan diktatörlüğü ile geliştirilen ekonomik, askeri, siyasal ilişkiler, “TC” ye alanda açtırılan askeri üsler, ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalist güçlerin eteklerine tutunarak izlenen siyasal rota ve bu eksende tek otorite olma babında, iç muhalefete ve PKK başta olmak üzere, devrimci sosyalist hareketlere karşı geliştirilen saldırgan siyaset, Barzani KDP’sinin, Güney Kürdistan’daki duruşudur.
KDP’nin bu mevcut çizgisi, geliştirdikleri tarihsel ilişkilerde sabit olduğu halde, Türk ve İran hakim sınıfları başta olmak üzere, bölgesel statükocu ve emperyalist güçler tarafından referandumun kabul görmemesi, KDP’ye karşı duruştan öte, Kürt ulusu özgülünde yaratacağı pozitif etkiden kaynaklıdır. Türk ve İran egemenler sisteminin tahammülsüzlükleri, inkar ve imhaya dayalı despotik temel statükocu stratejik siyasetlerinde açacağı gedikten kaynaklıdır. Tam da bu süreçte, İran ile geliştirilen ilişkiler, Erdoğan’ın “gözü karartırız” beyanatları, Alparslan’ın, bölgede yeni fetih kılıcı olan Bahçeli’nin “savaş ilanları”, bugün tarihsel gelişmeler karşısında çöken, inkarcı-imhacı tarihsel statükolarının parçalanmasına dair duydukları hazin kaygılardır. Türk, İran, Irak ve karmaşık bir süreç yaşayan Suriye egemenler sistemi, Güney Kürdistan’da bağımsızlık referandumunun nasıl sonuçlanacağını bildiklerinden, bunun yıllardır kölelik zinciriyle kuşatmaya aldıkları Kürt’lerin, kendi statülerini oluşturmaları konusunda örnek teşkil edeceğini biliyorlar. Kanlı ve karanlık tarihlerini referans alarak, üst perdeden tehdit savurmalarının nedeni budur. Yoksa Kürtler’in felaketi olan “birakujî”lerin yaratılmasında tarihsel ortaklarına dair kaygıları, meselenin esas yanı değildir. Eski statükonun sürdürülemez olduğunu bilen emperyalistlerin itirazları da genel stratejik siyasetleri içinde, taktik bir itirazdır. Bölgeyi kontrol ederken uşaklarını biraz hizaya getirmede parçalı bir dizayna ihtiyaç duyduklarından, devletlerin federal bir şekilde yeniden şekillendirilmesinden yanadırlar. Birleşik federal Irak, Suriye, Türkiye ve İran, kendilerinin de planları arasındadır. Emperyalist güç merkezlerinin yeniden bölüşüm ve yapılandırma stratejileri, elbette sabit değil, dinamik ve koşullara göre şekillendirilmektedir. Ne değişmez partner ne de sınırlar vardır. Emperyalist çıkarları ve hegemonyaları her şeyin üstündedir. Gerisi taktik manevradır. Bu Rakka için de, Rojava için de, Güney ve Kuzey Kürdistan için de böyledir. Yine de şimdiki durumda, sınırlarda köklü değişiklikler, ayrı-ayrı ya da Birleşik Kürdistan devleti projesini seslendirmeyi gerekli görmediklerinden ötürüdür ki, “bağımsızlık” için referanduma itiraz ettiler. Bağdat Şii iktidarını dengede tutabilmeleri için de bu gerekliydi. ABD ve Almanya’da Dışişleri Bakanlığı düzeylerindeki itirazlar bu minvaldedir.
Güney Kürdistan “Bağımsızlık Referandumu” ve Duran Kalkan’ın Açıklamaları Üzerine!
KDP’nin mevcut gerici çizgisi ve “bağımsızlık referandumu” ile elde etmek istediği sonucu baz alarak, planlanan referanduma yaklaşım belirlemek, ezilen bir ulus olan Kürt ulusunun meşru demokratik haklarına saygı duymama sonucuna götürebilir. KDP’nin, bölgesel gericiliklerle, emperyalist güçlerle geliştirdiği politik-askeri ilişkileri mahkum etmek, ürettiği politikaların arka planını deşifre edip, Güney Kürtleri başta olmak üzere, genel anlamda Kürt ulusunu bu gerici politikaların sosyal-siyasal dayanağı olmaktan çıkarmak, tarihsel ve güncel bir görevdir. Ama bu görevlerin icrasında, dört parçada Kürt ulusunun demokratik, meşru haklarını, bazı koşullara bağlayarak tanımamak, ciddi bir paradoks olacaktır.
Doğrudur, Barzani KDP’si, Kuzey Kürdistan Ulusal Hareketi’nin, Güney Kürdistan ve Rojava’da güçlenmesinden rahatsızdır. Bölgesel gerici güçler dahil, emperyalist güçlere dayanarak bunun önünü almaya çalışmaktadır. Özellikle Şengal ve Rojava pratiğinde, ciddi itibar kaybeden KDP’ye karşın, Kuzey Kürdistan Ulusal hareketi, siyasal itibar, etki gücü ve askeri prestij kazanmıştır. PKK’yi engelleme mantığıyla, Barzani’nin, “TC” faşist diktatörlüğü ile geliştirdiği ilişkiler ve bu ilişkilerde, askeri operasyonlar dahil, bazı saldırı planlarının yapılması, Barzani KDP’sinin bu konudaki tehlikeli oyunlarıdır. Yani bölgesel gelişmelerle birlikte, yeni birakujî’ler yaratması kuvvetle muhtemeldir. Bu anlamıyla, süreç bazında Barzani’nin referandumu, Kuzey Kürdistan Ulusal Hareketi’ne karşı kullanmak istemesi, ihtimal dışı bir tutum değildir. Ve Duran Kalkan’ın “Bağımsızlık referandumunun PKK’yi toplumun gözünden düşürmek için yapılmaktadır” açıklaması, siyasal bölgesel gelişmeler dikkate alındığında, doğru bir yere otursa da, eksik bir değerlendirmedir. Salt bu yönden referandum değerlendirilip tavır alınırsa, hem referanduma karşı doğru tutum alma konusunda sıkıntılar yaşanır hem de stratejik olarak bu referandumla, emperyalist güçler, KDP açısından planlanan tehlikeler doğru tahlil edilip ortaya konamaz. Bölgesel gelişmeler, dağılan eski statükolar sonucu dört parçada Kürdistan’ın birleşme trendini güçlendirmiştir. Bu birleşmeyi engellemek için, ABD başta olmak üzere, emperyalist güçler, kendi arka bahçesi haline gelmiş parçalı yönetim biçimleri oluşturmak ve bunu bölgesel gerici güçler arasında bir “denge” unsuru olarak kullanmak istemektedirler. Bölge stratejileri bunun üzerine şekillenmektedir. KDP önderliği üzerinden, Kürdistan özgülünde bunu gerçekleştirmek, Kürtler açısından asıl stratejik tehlikedir. Bu stratejik tehlike deşifre edilmeden, buna uygun siyaset belirlemeden, her bir Kürdistan parçasındaki hareketlerin birbirlerine karşı tutum almasını merkez almak, hem taktik anlamda, tehlikeli ve gerici duruşların mahkum edilmesini zorlaştıracaktır hem de stratejik olarak asıl tehlike ile mücadelede zaaflar yaratacaktır.
Güney Kürdistan “bağımsızlık referandumu”, Kürtler açısından taktiksel kazanımları, ileri bir statü yaratma dinamiği taşıyan, demokratik- meşru bir hakkın kullanılmasıdır. Bu hakkın kullanılmasına karşı çıkmadan, emperyalist güçlerin, bölgesel statükocu gerici egemenler sisteminin, Barzani çizgisinin bu referandum üzerinden hesaplarını somut politika ile boşa çıkarmak, daha öne çıkarılması gereken bir tutumdur. Kuzey Kürdistan Ulusal Hareketi’nin, Barzani tarafından yapılması zaafa uğratılan Kürt Ulusal Kongresi, tam da bu kesitte yeniden güncellenip devreye konulursa, bağımsızlık referandumu, Kürtler açısından daha ileri bir rol oynayacaktır. Kürtler açısından referandumda ortaya çıkacak demokratik- meşru hakkı, birleşik demokratik Kürdistan şiarıyla Kürt Ulusal Kongresi’nde merkezileştirmek, daha stratejik kazanımlar yaratacaktır.
Devamında Duran Kalkan’ın, önemli olanın devlet olmak değil, toplumun kendi kendini örgütlemesi ve yönetmesi olduğunu belirterek “Bu özgür bağımsız Kürdistan yönetimini PKK savunuyor. PKK özgürlük ve bağımsızlıktan bir milim öteyi savunmuş değildir. Devletin özgürlükle bir alakası yok. Baskı ve sömürü aracıdır. PKK kendisini ondan kurtardı. Özgür ve demokratik yönetim olma ilkelerini ortaya çıkardı’’ şeklindeki görüşleri, burjuva devlet ve burjuva “çözümlerle”, sosyalist devlet ve sosyalist çözümleri aynılaştıran, bu iki sistem arasındaki kalın çizgileri ortadan kaldıran, bir ideolojik kargaşa beyanıdır.
“Ulus devlet”, “demokratik-kültürel özerklik”, vb. gibi projeler, burjuva “çözüm” projeleridir. Komünistlerin genel anlamda devletleşme, özel olarak bir ulus devlet yaratma projeleri yoktur. Sosyalist komünler, mülkiyetin ortaklaştırılması, yaygın yerel yönetimler, vekaletli temsili memurlar yerine doğrudan demokrasi, komünistlerin, gelecek toplum projesidir. Sosyalist devletin özü budur. Sosyalist devlet modeliyle, burjuva devlet modeli arasındaki bu temel ayrımı hiçe sayarak, “devlet baskı aracıdır” yaklaşımı üzerinden, bir ulusun bağımsız devletini oluşturma gibi demokratik hakkını savunmaktan vazgeçmek, ezilen ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını çözümsüz bırakmak demektir. Sorun özgür ve demokratik Kürdistan sorunu ise, çözüm açıktır, sosyalist devlet projesidir. Bunun dışındaki bir arayışta, burjuva ulus devletine karşı çıksanız da, “çözüm” projeniz, burjuva ideolojik dokulu daha geri düzeydeki statüdür. Demokratik-kültürel özerklik, ulusal özerklik vb gibi…
Sonuç bağlamında, Güney Kürdistan Bağımsızlık referandumu, taktiksel kazanımlarının yanında, stratejik açıdan, gündeme geliş, arka planındaki emperyalist proje itibarıyla ve KDP’nin gerici çizgisi bağlamında, ciddi riskleri olan bir süreci de koşullamaktadır. İKBY ve KDP-Barzani konusunda, bir yığın değerlendirme yaptık. Ve gerici çizgileri bağlamında, daha da yığınlarca mesele değerlendirmeye tabi tutulabilir. Ezilen bir ulusun kendi kaderini eline alması açısından, gerici bir önderlik çizgisini mahkum etmek, devrimci komünistler açısından bir görev iken, ezilen bir ulusun, koşulsuz-şartsız demokratik-meşru haklarını tanımak, saygı duymak, komünistlerin dünya görüşü gereğidir. Milyonları ifade eden bir ulusun irade beyanına, geri-feodal-aşiretçi çizgiler ve bu çizgilerin bu durumdan vazife çıkarması gerekçe yapılarak karşı çıkılamaz. Komünistler bu demokratik hakkı tanır, ama stratejik açıdan tehlikeleri işaret ederek, çözüm projelerini ortaya koyarlar. Ulusal sorun, sosyalizm ve komünizm yürüyüşünde devrimin bir bileşenidir. Tüm millet-milliyetler-diller için kayıtsız şartsız tam hak eşitliği, proletaryanın ve tüm ezilenlerin ortak bayrağı ve her ulusun kendi kaderini özgürce tayin hakkı Ortadoğu’da Kürdistan’ın özgürleşmesinin teminatıdır’’