‘Gecenin evinde yangın çıkaracağız!’

Dört duvar ardına atılan, mutfaklara hapsedilen, yetmez deyip kendinden başka herkesin ‘malı’ görülen kadının, çok yönlü bu şiddet karşısında kendini nasıl koruyacağını düşünmesi bile günlük yaşamının bir direnme biçimine dönüşmesine gebedir

HABER MERKEZİ (07.12.2014)- Cinsiyetçilik her zaman olduğu gibi bugün de egemenlerin elinde işlevsellik kazanmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele günü arifesinde o ayarsız sesiyle;  “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz. O fıtrata terstir. Çünkü fıtratları, tabiatları, bünyeleri farklıdır” diyerek görüntüde karmakarışık özde kadın düşmanlığına dayalı açıklamalarıyla yine gündemdeydi. Peki, bu fıtrat nedir? Soma’da, Ermenek’te her işçi katliamında, her hak gaspında, her hak talebi arayışında bir fıtrat yakıştırması almış başını gidiyor. Fıtratın biz ezilenlerin yaşamındaki tezahürü burjuvaların sınıf aidiyetidir, saltanatlarının teminatı, ideolojisidir. Kadına, işçiye, ardında coplarla örgütlenmemesini salık veren burjuva sınıfının terbiye aracıdır. İşte tam da buradan, alanlarda da haykırdığımız gibi bu düzenin ‘fıtrat’ında kadın düşmanlığı vardır. Çünkü kadının gündelik yaşamı da direniş alanıdır. O dört duvar ardına atılan, mutfaklara hapsedilen, yetmez deyip kendinden başka herkesin ‘malı’ görülen kadının, çok yönlü bu şiddet karşısında kendini nasıl koruyacağını düşünmesi bile günlük yaşamının bir direnme biçimine dönüşmesine gebedir. Çünkü kadınlar için yaşam hakkı, insan olma onuru, onların her saniye yeniden uğraşarak kazanması gereken bir mücadele alanıdır. Ancak Erdoğan kadınlara bunu ilk kez söylemiyor. Başbakan olduğu dönemde kadın- erkek eşitliğinin yaradılışa ters olduğunu söyleyerek kadını kadın yapan özelliğin annelik olduğunu ve bu nedenle yüce olduğunu söylüyordu. Yine Bülent Arınç kadınların ‘af edersiniz’ kahkahasından sonra etek boylarına da karışarak kadınlara iffetli olma çağrısını yaparken, mahkemelerde kadına yönelik şiddeti bir suç olarak değil, kadınlık görevinin yerine getirilmeyişini suç olarak görüyor. Eril yargı sisteminin nüfuz ettiği T.C. mahkemelerinden adalet beklemek bir yana, kadın katliamlarına yönelik yargı sürecinin ‘kadının namusu’ üzerinden yürütülüyor olması, erk zihniyetin göstergelerinden biridir. Erk zihniyetin görünen yüzü olan Erdoğan, önce adalet diyerek eşitsizliği savunuyor, kadın düşmanlığını hak haline getiriyor, üstüne de aymazca “ Kadın cinayetleri mi? İnançlı insan kadına şiddet uygulamaz” diyor.

AKP iktidarının kadına bakış açısı bellidir

Geçmişten bugüne kadının yaşam hakkının karşısında duran açıklamaları hatırlatırsak;

-“Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” Recep Tayyip Erdoğan

-“Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek” Mehmet Şimşek

-“Kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyor.” AKP’li Erhan Ekmekçi

-“Evdeki işler yetmiyor mu?” (Kendisinden iş isteyen bir kadına yanıtı) Veysel Eroğlu

-“Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün.” Melih Gökçek

-“Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar.” Recep Akdağ

Sıralamak bile sabır meselesi ancak bu nutuklara şaşırmıyoruz çünkü eril iktidarın ‘erkekliği’ toplumsal kurum ve pratiklerde sürekli olarak onaylaması, sınıf varlığının zorunluluğudur. Özgürleşmemizin, yaşam hakkımızı savunmamızın hatta gündelik yaşamımızı örgütlememizin karşısına böyle çıkarken, kadın katilleri tahrik indirimiyle salıverilirken soruyoruz; şiddet ne kadar sınır ötesinde ne kadar başka evde, ne kadar yanı başımızda, ne kadarı içimizdedir? Sorumuza bir yanıt direniştedir. Evde, mutfakta, yatak odasında, fabrikada, kamyon kasasında yaşamaya bırakmadığınız her kadın bugün kadın örgütlenmesinin filizinde yaşıyor. HES karşıtı direnişte kahve basan kadınlar, “Dere bizim, hayat bizim, yeşil bizim, su bizim!” derken, Novamed’de, Desa’da, Kazova’da kadın işçiler en ön saflarda direnirken, Yırcalı kadınlar zeytinlikleri için gece gündüz nöbet tutarken, Gezi’de, Kobané’de kadınlar karanlığın bağrında yangın çıkarırken bugün kadının mücadele deneyimine sahip çıkmak yarına taşıdığımız içimizdeki bahardır. Çünkü biz kadınlar, yaşamak için direnmek zorundayız.

Bu düzen yerle bir edilmedikçe susmayacağız

Rosa Lüksemburg 1919’da Spartaküst ayaklanma günlerinde gerici iktidara şunları yazar: “ Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim daha yarın ‘zincir şakırtıları içinde’ ayağa kalkacak ve boru sesleriyle size dehşet salacak şu mesajı verecektir: Vardım, varım, var olacağım!.”Rosa Lüksemburg’un bizlere bayrak olan iradesiyle biz kadınlar sözde demokrasicilik oynayanlara, vatan- millet- Sakarya diyerek şovenistlik yapanlara, kadının saçından kahkahasına her yere kirli ellerini uzatanlara “ Vardık, varız ve var olacağız” diyor ve bu düzeni yerle bir etmedikçe de susmayacağımızı tekrarlıyoruz.

 

Önceki İçerikAKP iktidarının ekonomik planlamaları ve politikaları üzerine
Sonraki İçerikDHF üyelerine hapis ‘cezası’