Faşist saldırganlık kararlı bir mücadele ve direniş çizgisiyle durdurulabilir

Kavranması gereken mesele, sürecin nasıl karşılanması ve püskürtülmesi gerektiği meselesidir. Elbette sürecin doğru okunması önemlidir ancak bununla birlikte daha da önemli olan, bu soykırımcı faşist saldırganlığa karşı yürütülmesi gereken mücadeledir, bu mücadelenin nasıl olması gerektiğidir. Burada net bir tavra sahip olunmadan veya bu konuda kararlı bir tavra sahip olmadan sürecin nasıl biçimleneceği konusunda tahlil ve tespitlerde bulunmak hayati bir sorun teşkil etmez, etmemektedir. Dolayısıyla gerek PKK olsun ve gerekse de sosyalist ve devrimci güçler olsun, bütün bu güçlerin kararlı bir direniş tavrı ve pratik mücadele tutumunu benimsemesi yaşamsal önemdedir. Bugün yapılması gereken devrimci savaş ve devrimci mücadelenin her cephe ve her biçimde geliştirilmesidir. Bu görev ve tavır siyasi olarak da ahlaki sorumluluk olarak da tarihsel bir yükümlülüktür. Bu vesileyle tüm yoldaşlar demokratik alandan diğer mücadele alanlarına kadar her cephede ve her mücadele biçimini kullanarak direnişin öznesi olmak durumundadır

1 Kasım Erken Genel Seçimleri beklenenin ve/veya olması gerekenin dışında ironik sonuçla Erdoğan/AKP güruhu lehine tecelli etti. Sonuç ironikti, çünkü bu sonuç; hukuki, adil, özgürlükçü ve demokratik hiçbir değer taşımayan, bilakis gayri insani, gayri hukuki, baskıcı, katliamcı ve faşist bir iktidarın iktidar mağdurları tarafından onaylamasıydı…

Biçimsel de olsa, sebepleri izah edilir de olsa ve sonuçlar halkın iradesini yansıtan meşruiyetten uzak da olsa, son tahlilde ve ortaya çıkan sonuç bağlamında kitleler cellâdına oy vermiş, fiilen bu baskı ve katliamlara ‘devam et’ demiştir. Bunun böyle olmasının birçok gerekçesi açıklanabilir ve bu zorunlu tercih, bilinen şartlar altında anlaşılabilir ya da gerici zor hüneriyle çıkarılan bu sonucun nesnel gerçeği yansıtmadığı veya kitlelerin bağımsız iradesini ifade etmediği haklı olarak söylenebilir. Ancak her şeye karşın ortaya çıkan somut bir sonuç var. İzafi olan bu sonuç, reel bir gerçektir. Öte taraftan beklenenin ve olması gerekenin dışındadır bu sonuç. Tekraren söylersek, korkutulmuş, terörize edilmiş, yoksullukları fırsata çevrilip oyları satın alınarak çalınmış da olsa, sonuç itibarıyla bakıldığında ve nedenleri ne olursa olsun geniş kitleler reel olarak kendilerine koyu bir baskı ve şiddet uygulayıp katliamlar yaşatan bu iktidara oy vermiştir. Bu hem ironiktir hem de baskı ve katliam gerçekleştiren faşist bir iktidara mantıken desteğin önemli oranda azalması gerektiği için de, beklenmeyen ve olması gerekenin dışında bir sonuçtur…

Burada bir parantez açmakta fayda var ki, aynı kitleler 7 Haziran seçimlerindeki tercihleriyle farklı bir sonuç ortaya koymasına karşın, birkaç ay sonra 1 Kasım’da bu tercihlerini değiştirmek zorunda kalmıştır. Bu kısa süre zarfında tercihlerini değiştirmiş olmaları veya sonuçların bu kadar keskin faklılaşması elbette Erdoğan/AKP güruhuna hayranlık veya beğenilerinin gelişmesinden değil, aksine onun katliamlarından korktuklarından dolayıdır. Özcesi birkaç aylık zaman dilimi içinde yaşanan bu değişimin; özsel bir değişim olmayıp, doğrudan uygulanan baskı ve katliamlar maharetiyle sağlanan korkunun baskısından kaynaklandığı açıktır. Erdoğan/AKP güruhu 1 Kasım Erken Genel Seçimleri’ni bu zeminde kazanmıştır.

1 Kasım seçim sonuçları AKP iktidarına taze kan nakli oldu

1 Kasım Erken Genel Seçimleri, Erdoğan/AKP iktidarına adeta taze kan nakli oldu. Tam çözülüp somut olarak gerileme eğilimine girdiği anda, onu yeniden ayağa kaldırma anlamında 1 Kasım seçim sonuçları, Erdoğan/AKP iktidarının kaderini müspet yönde değiştirdi. Tabi ki, bu bir rastlantı değildi. Tersine, bahsi geçen iktidarın, iradi gerici-zor yoluyla kaderini kendiliğindenciliğe bırakmayan faşist baskılarla karakterize olan çabasının ürünüydü…  Ciddi siyasi sonuçların yanı sıra, ağır hukuki yükümlülük veya yaptırımlar tehlikesi ve tehdidiyle karşı karşıya olan Erdoğan ve şürekâsının kaderini olağan seçimlere bırakmayacağı belliydi ki bırakmadı da. Nitekim kazanmak için faşist zor ve şiddete başvurarak korkunç katliam ve saldırganlıklar sergiledi. Bu yolla, toplumu hem korku atmosferine alarak ve hem de yaşam güvenliği kaygısına düşürerek iradelerini tesir altına alıp, istediği sonucu elde etti.

Burada proleter sınıf tavrıyla tecrübe edilmesi gereken bir sonuç ise şu; burjuva seçimler ve benzeri yasal ve taktik mücadele biçimleriyle iktidar gibi ciddi devrimci sonuçların gerici düzen içinde kazanılıp kararlaştırılmasının burjuva bir hayal olduğu, bunun tersine devrimci yolun zorunlu olduğu bir kez daha kanıtlanmış olmasıdır. Ki, burjuvazinin kendi içindeki iktidarın el değişimine bile burjuva seçimler yoluyla şans tanımayan gerçekliği, iktidarın devrimci sınıflar tarafından seçimler vb. yollarla ele geçirilmesine tamamen kapalı ve olanaksız olduğunu kesin olarak kanıtlamaktadır. Dolayısıyla, demokratik olmayan ve halkın bağımsız iradesinin yansımasını mümkün kılmayan burjuva seçimlerinin; burjuva gerici veya faşist düzenin bir maskesi ve stepnesi olduğu, oradan ancak burjuva düzen lehine sonuçların çıkmasına müsaade edileceği, bunun dışındaki olasılıkların gerici sınıflar tarafından mutlak biçimde önleneceği ve önlendiği, burjuvazinin kendi zeminini devrimci sınıflara sadece onları aldatıp kandırmak için kullandıracağı, aksi durumda yasaklayıp bloke edeceği vb. bu seçimler vesilesiyle yeniden açığa çıkmıştır.

1 Kasım seçimleri sonrasında aynı faşist güruh, “kamu düzenini tesis etme” manipülasyonuyla özellikle Kuzey Kürdistan’daki katliam ve imha esaslı milli zulüm ve soykırımcı saldırılarını kendince (ve elbette Türk milliyetçiliği nazarında) gerekçelendirerek yürüttü, yürütüyor. Günlerdir sokağa çıkma yasağı uygulamasıyla tank ve top eşliğinde ırkçı-faşist abluka altına alınan Farqîn (Silvan)da bu gerici savaş saldırganlığı bugün çok daha pervasızca sürdürülmektedir…

1 Kasım seçim sonuçlarıyla mesnedi belli olan tek başına siyasi iktidar olma “başarısına” rağmen, tırmanış eğilimiyle sürdürülen gerici savaş saldırganlığı ve soykırımcı milli zulüm politikaları nasıl okunmalıdır? Sürecin gidişatı nereye doğrudur ya da neye işaret ediyor? Bu soruların yanıtlanması aktüel durumun tahlil edilmesi ve buna uygun pozisyonlar alarak görevlerin saptanması bakımından önemlidir.

Öncelikle belirtilmelidir ki, gerek ülke halklarına dönük koyu faşist baskı politikalarıyla yürütülen saldırganlık ve gerekse de Kürt ulusu şahsında soykırımcı katliam ve savaş saldırganlığıyla karakterize olan bu sürecin bundan sonra nasıl devam edeceği sorusu, esasta iki olasılık barındıran bir yanıtla cevaplanabilir. Öte taraftan AKP iktidarının Kürt ulusal sorunundaki politikası bundan sonra nasıl biçimlenecek sorusu da aynı zeminde yanıtlanabilir.

Savaş saldırganlığının tırmanışını sürdürmesi veya sürecin yumuşamaya evirilmesi bağlamında iki olasılık da mümkündür. Çünkü gelişmeler sadece nesnel koşullar tarafından tayin edilmiyor, aynı zamanda insanın sübjektif müdahalesi de sürecin nasıl biçimleneceği ya da Kürt sorunundaki politikanın nasıl biçimleneceğinde belirleyici unsurdur. Bu iki olasılıktan hangisinin esas eğilim haline geleceği, görülen-görülmeyen emareler tarafından ve diyalektik temele dayalı bilimsel yorum ve mantığın ürünü olarak tespit edilebilir.

Mevcut süreç, sürecin ana aktörleri durumundaki güçlerin hedef ve politikaları başta olmak üzere, sürecin arka planındaki emperyalist politikalarla, emperyalist blokların aralarındaki güç dengelerine ve bu dengelerin değişip değişmeyeceği veya hangi güç lehine ilerleyeceği gibi çok karmaşık gelişmenin göstereceği eğilimden bağımsız gelişmeyecektir. Bu bakımdan çok keskin iddialar temelinde mutlak tespitlerde bulunup soruyu “ak-kara” biçiminde yanıtlamak nesnel yaklaşıma uymaz. Bilimsel tutum, tez veya savunularının doğruluğundan mutlak biçimde emin olma şeklinde ortaya konmaz. Hele siyasi figürlerin belirleme pozisyonunda olduğu değişken ve dinamik siyasi süreçlerde, mutlaklık düzeyinde iddialarda bulunmak tamamen anti-bilimsel olup hatalıdır. Ancak bazı gerçekler ve gerekçeler tespit edilebilir, bu gerekçeler mantığına uygun muhtemel gelişmeler öngörülebilir…

Erdoğan/AKP iktidar güruhu açısından bakıldığında; seçimlerden tek başına iktidar olma gücüyle çıkması vesilesiyle ve tabi ki sınıf karakterine uygun olarak her türlü pervasızlığa başvurması mümkündür. Önünde tek engel devrimci ve demokratik mücadele gerçeğidir ki, bunda PKK’nin kitlesel potansiyel olarak ve ciddi bir savaş gücü olarak etkili bir aktör olduğu açıktır.

Erdoğan/AKP güruhunun mevcut savaş sürecini daha fazla kaldırması zordur

Öte taraftan kan tazeleyerek tek başına iktidar olma avantajını elde eden bu güruhun, belli hedeflerine ulaşması bakımından ve inisiyatif alanının genişlemesi vb. açısından, aleyhine olan savaş ve çatışma sürecini yumuşatması da olağan ve mümkündür. Haksız savaşı daha fazla sürdürmenin siyasi ve ekonomik faturasını ödemeyi daha fazla göze alması olağan koşullarda mantık dışı olup, bu çatışma sürecini daha fazla kaldırması zordur. Bu durumda savaş saldırganlığını kısa ya da orta vadede bitirme eğilimine girmesi büyük olasılıktır.

Ancak ikinci olasılığı tercih etmesini koşullayan belli sebepler var ki, bu durumda savaş saldırganlığını belirli bir hedefe kadar sürdürmesi mümkündür. Bu sebepler, esasta Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı açık bir üstünlükle teslimiyete sürükleyip dayattıklarını kabul ettirerek eli güçlü olarak masaya oturma hedefi ve elbette emperyalist politikalar karşısında veya kendisini daha avantajlı yere taşıyarak Batı Kürdistan gelişmelerinde gerici politikalarına ulaşma biçiminde özetlenebilir. Ki, burada belirleyici yerde duran mesele Suriye’de yaşanan gelişmeler bağlamında Rojava Kürt statüsünün nasıl biçimleneceği meselesidir. Öyle ki, “Barış Süreci”nin bitirilerek topyekûn savaş saldırganlığının tırmandırılmasındaki temel sebeplerin başında da Rojava Kürt statüsü ve genel olarak Kürt politikası gelmektedir. AKP iktidarının Kürt ulusuna dönük uyguladığı vahşi savaş ve katliam saldırganlığının sebepleri sır değildir. Rojava gelişmeleri büyük anlaşmazlık temeliyken, Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik ve devrimci mücadele zemininde aktüel bir güç olması ve Erdoğan/AKP güruhunun önündeki politik engellerin başında gelmesi gerçeği yatmaktadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında siyasi gündem ve gelişmelere damga vuran güçlerin başında PKK gelmektedir. PKK teslim alınmadan veya tasfiye edilmeden ülkedeki siyasi süreci istedikleri gibi yönetemeyeceğini bilen AKP güruhu, öncelikli olarak Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelmeyi benimsemekte, azgınca katliamlarla bu amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Fakat bunun kolay ve hatta askeri açıdan mümkün olmadığı, bu savaşın faturasının kendilerine ağır olacağı açıktır.

Mevcut gelişmeler göstergesinde, Erdoğan/AKP iktidarının Rojava politikasında istediklerini gerçekleştiremeyeceği, aynı zamanda PKK’ye dayattıklarını kabul ettiremeyeceği ve PKK’ye karşı istediği zaferi elde edemeyeceği açıktır. Bu durumda savaş saldırganlığı ve soykırımcı katliamlarını en azından bir süre daha devam ettireceği söylenebilir. Ne var ki, bu durum esasta PKK’nin izleyeceği politikaya bağlıdır. Dayatılanların tamamını olmasa bile, ciddi bir geri adım içine girerek geri bir anlaşmayı kabul etmesi durumunda elbette sürecin farklı mecraya evirilmesi mümkündür.

Sürecin nasıl karşılanması gerektiği önemlidir

Irkçı faşist AKP’nin mevutta uyguladığı kıyım ve zulümden daha ileri düzeyde uygulayabileceği bir kıyım ve katliam yoktur. Yapabileceklerini yapmaktadır. Dolayısıyla yaptığı katliam ve kıyımlarla Kürt Ulusal Hareketi’ne geri adım attıramayan bu güruhun, PKK’nin mevcut direnişi ve direnişini sürdürmesi karşısında zorunlu olarak geri adım atması kaçınılmaz olacaktır. Ancak burada bir şeye daha dikkat çekelim ki, soykırımcı ırkçı faşist saldırganlığa karşı direniş sergilemek sadece PKK’nin sorunu olmamalı ve PKK ile sınırlı görülmemelidir. Sosyalist ve devrimci güçlerin bu direniş sürecinde sınıf penceresinden sorumluluklarını yerine getirerek, Erdoğan/AKP güruhunun faşist baskı ve katliamlarına karşı etkin pratik bir mücadele yürütmesi gerekmektedir.

Kavranması gereken mesele, sürecin nasıl karşılanması ve püskürtülmesi gerektiği meselesidir. Elbette sürecin doğru okunması önemlidir ancak bununla birlikte daha da önemli olan, bu soykırımcı faşist saldırganlığa karşı yürütülmesi gereken mücadeledir, bu mücadelenin nasıl olması gerektiğidir. Burada net bir tavra sahip olunmadan veya bu konuda kararlı bir tavra sahip olmadan sürecin nasıl biçimleneceği konusunda tahlil ve tespitlerde bulunmak hayati bir sorun teşkil etmez, etmemektedir. Dolayısıyla gerek PKK olsun ve gerekse de sosyalist ve devrimci güçler olsun, bütün bu güçlerin kararlı bir direniş tavrı ve pratik mücadele tutumunu benimsemesi yaşamsal önemdedir. Bugün yapılması gereken devrimci savaş ve devrimci mücadelenin her cephe ve her biçimde geliştirilmesidir. Bu görev ve tavır siyasi olarak da ahlaki sorumluluk olarak da tarihsel bir yükümlülüktür. Bu vesileyle tüm yoldaşlar demokratik alandan diğer mücadele alanlarına kadar her cephede ve her mücadele biçimini kullanarak direnişin öznesi olmak durumundadır.

Önceki İçerikDOR MODU
Sonraki İçerikBekleyen zor görevler için devrimci cüreti kuşanalım