HABER MERKEZİ (18.08.2016)-“TC” tarafından “Rusya ile yeni bir sayfa açıyoruz” propagandası ile iç ve dış siyaset alanında büyük anlamlarla ifadelendirilen Erdoğan-Putin görüşmesi, belirlenen tarihte gerçekleşti. Gerek emperyalist güçler arasında, gerek emperyalist güçlerle bölgesel gericilikler arasında ve gerekse de bölgesel gerici güçler arasında, gerici çıkarların çatışması akabinde ortaya çıkan krizleri aşmak için sürdürülen diplomasinin klasik bir sloganı olan “yeni sayfa açmak”, yaşanan pratiklerde göstermiştir ki, diplomasi dilinde çok olağanüstü gelişmeler içermemektedir. Ancak Erdoğan-Putin görüşmesinin denk geldiği uluslararası, bölgesel ve “TC” açısından iç gelişmeler dikkate alındığında, bu görüşmeye, uluslararası emperyalist güçler dâhil, birçok bölgesel gericilik ve “TC” çok ciddi anlamlar yüklemiştir. Bunun en büyük nedeni, son süreçlerde, bir yandan ABD ile, öte yandan AB emperyalist güçleriyle yüksel gerilimli polemik yürüten, “Başkumandan” Erdoğan’ın, Putin ile görüşmesiyle, elindeki pazarlık ögelerini en etkili bir biçimde kullanma isteğidir.
Zira faşist “TC”nin cumhur-u başbakanı, bu görüşme ile iki alana mesaj vermek istemiştir. ABD ve AB emperyalistlerine, “Türkiye size mahkûm değildir. Sizin bütün dayatmalarınıza ve Suriye-Ortadoğu politikasındaki farklılıklarımıza karşın Rusya ile ilişkilerimiz olağanüstü bir biçimde ilerliyor, iki ülke stratejik hamleler ekseninde “uzlaşıyor” mesajını verirken, darbe girişimi sonrası “milli birlik” nutuklarıyla yan yana gelen gerici kliklerin “gücü” altında, iç kamuoyuna da “dostlarımızı” çoğaltıyoruz mesajını vermiştir. Ki mevcut durumda, özellikle AB ve ABD emperyalist güçleri nazarında, diplomasi masasında bir pazarlık aracı olmaktan öteye gitmeyen bir “tehdit” unsuru olarak, AKP-Erdoğan şürekâsının propagandası ile darbe girişiminin “üst aklı” olarak ilan edilen AB-ABD’ye karşı Rusya’ya yakınlaşma mesajları, somutlaşmış bir tercih olmaktan öte, belirsizleşen ilişkileri terbiye etmek için gündemleştirilen meselelerdir.
Yani özellikle AKP-Erdoğan iktidarının gerici ideologları tarafından dillendirilen, “TC’nin ekseni Şangay Beşlisi’ne doğru mu kayıyor” tartışması, somut bir sürecin siyasal tercihi olmaktan öte, “TC”, Rusya, ABD, AB emperyalist güçleri arasındaki ilişkileri “terbiye” etme tartışmasıdır. “TC”, ABD ve AB emperyalist güçleriyle, ne zaman gerici çıkarlar ekseninde çatışsa, bu tartışma, diplomatik alandaki manevralar maksadıyla alevlendirilmiştir. Kuşkusuz diplomatik manevra derken, “TC”nin, dönemsel dış siyasetinde, bazı farklı ittifak arayışlarına ve somut ittifaklara gitmeyeceği anlamına gelmemektedir. Özellikle, Suriye ve Ortadoğu siyasetinde yaşadığı “U” dönüşü bazı politikalarda, Rusya ile planlanan yakın ilişkiler ele alındığında, dönemsel stratejilerde bazı farklılıklar yaşanacaktır. Ama bunun anlamı, AKP-Erdoğan iktidarının, AB ve ABD’den kopup, Rusya’nın öncülük yaptığı bloka dâhil olmak mıdır?
“TC AB ve ABD’nin eline mahkûm değildir” gibi üst perdeden söyleme karşın, Yenikapı mitinginde “milli birlik” çağrılarıyla irade beyan eden AKP-Erdoğan diktatörlüğü, aslında verdiği mesajlarla, AB ve ABD’nin eline mahkûm olduğunu ilan etmiştir. Tam da Rusya ziyareti öncesi, birlikte yürüyeceği emperyalist güçler konusunda yalnız olmadıklarını ifade edip, Rusya ile “normalleşen” ilişkileri pazarlık unsuru olarak kullansa da, ABD ve AB’ye verdiği mesaj, AB ve ABD emperyalist güçlerinden kopmama mesajıdır. Ortak bir dille Atatürk’ü ortak referans olarak öne çıkararak, “laiklik” ve “demokrasi” konusunda, AB-ABD emperyalist güçlerinin gerici “değerlerine” bağlı oldukları ilanı, Rusya tehdidi altında, “stratejik müttefiklerini” terbiye ederek, stratejik gerici çıkarlarda biat etme yaklaşımıdır.
AKP-Erdoğan diktatörlüğü özgülünde “TC” hâkim güçlerinin, “stratejik müttefiklerine”, gerginlik siyaseti ortamında uzattığı bu el, efendileri tarafından karşılıksız bırakılmamıştır. Erdoğan’ın Rusya ziyareti ile birlikte, dönemsel stratejik politikalar dâhil, uzun vadeli stratejik hegemonya politikalarında, kendisi ve müttefikleri nazarında, var olan çatışma ve sürtüşmenin daha fazla zaaf yaratmaması için, ABD üst düzey askeri yetkililerin ziyareti, var olan pazarlıkta elini güçlendirme olarak anlaşılmalıdır. Bu yaklaşım hem gerilen ilişkileri onarma hamlesiydi hem de “TC” hâkim sınıflarına” ‘Sakın yanlış yapmayın, biz müttefikiz’ mesajını verme amaçlıdır. Bu mesajla beraber, yaşanan darbe girişimine karşın, AB ve ABD emperyalist güçlerinin kredi derecelendirmelerinin, “Türkiye yatırım yapılabilinecek bir ülkedir” değerlendirmesi, var olan gerginliği karşılıklı yumuşatma çabasıdır.
AB ile müzakere, vizesiz Avrupa hayali, mülteciler sorunu, Suriye ve Ortadoğu bölge siyaseti, darbe girişiminde “stratejik müttefiklerinin” tüm gövde ile yanlarında yer almaması eleştirileri gibi temel başlıklarda şekillenen, AB-ABD ve “TC” arasındaki gerginlik ve Rusya ile yaşanan “normalleşme” dikkate alındığında, “TC” Atlantikçi (NATO) kamptan kopup, Avrasyacı yönelime girecek mi? Ordusuyla, siyasetiyle, iktisadi envanteriyle, tarihsel stratejik kültürünü, AB-ABD merkezli şekillenmiş, iç ve dış politikada, bu “kültürün” birikimlerine ve siyasal perspektifine göre stratejik olarak kendisini üretmiş “TC” gerçekliği açısından bu soru, güncel olarak çok anlamlı değildir.
AB ve ABD emperyalist güçlerinin tavrı, “stratejik müttefik” gerçekliğinin “TC” ye hatırlatılması eksenindedir!
AB-ABD ve “TC” ilişkilerinin gerildiği bir dönemde, Erdoğan-Putin görüşmesinin gerçekleşmesi, ilgili emperyalist güçlerce dikkatle izlenen bir görüşme olmuştur. Mülteci pazarlığıyla canlanan AB-“TC” ilişkileri, gelinen aşamada, vize muafiyeti, üyelik müzakerelerinin durdurulması konusunda yapılan karşılıklı pazarlıklarla, “tehdit ve şantaj” üzerine yürümektedir. Bu gerilmenin “TC”nin, AB’den kopması şeklinde sonuçlanacağı yaklaşımı, AB emperyalistleri özgülünde pek itibar görmeyen bir yaklaşımdır. Almanya Federal Dışişleri Bakanı Frank Walter-Steinmeier’in, “Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinden sonra iki ülkenin yeniden yakınlaşması olumlu bir gelişme. Ancak iki ülkenin Rusya’nın Türkiye’ye NATO’ya alternatif bir güvenlik ittifakı sunabilecek kadar yakınlaşacağına inanmıyorum” yönlü açıklaması, AB emperyalistlerinin bu köklü kopuş konusundaki beklentisi değildir sadece. Aynı zamanda, tarihsel olarak süren iktisadi, siyasal ilişkilerin, özellikle “TC” açısından bağlayıcılığını ortaya koyan bir değerlendirmedir.
Bu stratejik bağlayıcılıktan öte, özellikle Suriye ve Ortadoğu politikasında, “TC” hâkim gericiliği ile Rusya emperyalist barbarlığı arasında, dönemsel de olsa kurulacak bir stratejik planlamanın, AB ve ABD’nin bölgesel çıkarlarını tehdit eden bir düzeyde olmaması için, ilişkileri bir “dengelemeye” gitmek istemektedirler. Nasıl ki Rusya, “TC” ile “normalleşmeyi, bölgesel çıkarlarını daha iyi temsil etme ve güç haline getirmeye çalışıyorsa, AB-ABD emperyalist güçleri de, bu “normalleşmeden” kendi paylarına bir sonuç çıkarmanın peşindedirler. “TC”-Rusya çatışması üzerinden şekillenen Ortadoğu ve Suriye çatışmasında, nasıl ki ABD-AB kendi çıkarlarına göre bir sonuç yaratmak istediyse, aynı şekilde bu “uzlaşıdan” da, kendi çıkarlarına göre bir sonuç çıkarmak istemektedir. Hatta AB emperyalist güçleri bu “normalleşme” rüzgârı üzerinden, Ukrayna’daki çatışmaların akabinde gerilen AB-Rusya ilişkilerinde de, bir “normalleşme” yaratmak istemektedir. Yani emperyalist güçlerin gerici çıkarlar dâhilinde şekillenen bir bölge siyaseti yerine, dönemsel “uzlaşılarla” politik bir hat belirleme ve bölgesel güçler üzerinde bu zeminde bir hegemonya kurma, emperyalist güçlerin gerici çıkarları babında var olan gerici çatışmalarını sonlandırmasa da, dönemsel olarak bir düzlemde tutacaktır. Bununla, tıkanan gerici stratejik siyasete, bir alan yaratma çabasıdır.
Bu “normalleşmenin” bazı gerici güçlere pahalıya mal olacağı açıktır. Özellikle, dün “neo Osmanlıcı” dış politika sonucu çamura batan dış siyasetin ardından, yaptığı “U” dönüşü ile bugün gerici çıkarlarını, emperyalist güçler arasındaki pazarlıklarla var etmeye çalışan “TC” açısından, süreç daha derin çıkmazlar yaratacaktır. Der Spigel dergisinin, AKP-Erdoğan iktidarının emperyalist güçler arasında, “gel-git” manevralarıyla gerici çıkarlarını korumak için karşı karşıya kalacağı vahim durumu “Benim pahalı Vladimir’im” manşetiyle öne çıkarması, var olan derin güvensizlikler üzerinden ileride yaşanacak çatışmaları ifade etmektedir. Daha önce Putin’in yayınlattığı, “Erdoğan’ın IŞİD terörünü desteklediği, çıkardığı petrolü dünya piyasalarına sürdüğü, bu işin içinde oğlunun olduğu” belgeleri ve buna karşı Erdoğan’ın açıklamaları, bu ilişkilerin hafızasındadır.
Öz olarak Erdoğan Putin görüşmesi sonucunda, “TC” de bir eksen kayması, yani AB-ABD ve NATO’dan kopması, güncel olarak bir olasılık değildir. Ama Suriye ve Ortadoğu politikasında, “TC” de bir eksen kayması olacaktır. Bu dönemsel bir stratejidir ve “uzlaşı” süreci, her an yeni çatışmaları yaratacak düzlemdedir. Lakin Rusya, Suriye konusunda, ürettiği politik zeminde durmaktadır. Rusya tarafından, hem Suriye konusunda ve hem de, NATO ve AB emperyalist güçlerinin Rusya’yı çevre coğrafyalardan kuşatması karşısında, “normalleşmenin” diyeti olarak Erdoğan’ın önüne bir fatura koymuştur, koyacaktır. Rusya’nın hamlesi, “TC”yi, kendi bloğuna çekmekten çok, “TC”nin, NATO ve AB ilişkilerindeki güvensizliği derinleştirerek, bu müttefik güçlerde bir zayıflama yaratmaktır. Ukrayna ve Suriye’deki somut gelişmelerden görüldüğü gibi, AKP-Erdoğan diktatörlüğü ve AB-NATO ya karşı hamle üstünlüğünü buralardan sağlamaya çalışmaktadır. Plan dâhilinde, “TC” gibi, bazı güçleri bölge çıkarlarına yedeklemek isterken, yedekleyemediği güçleri de etkin kılmamaya çalışmaktadır.
“TC” ile Rusya arasında, Suriye konusunda “anlaşma” kolay olmayacak!
Rusya karşısında, Suriye’deki sorunun çözümü için, Erdoğan kendisini bir aktör olarak ilan etmiştir. Ama bu “aktörlük” Esad ve PYD konusundaki iki uç yaklaşımın altında hükümsüz kalmaktadır. AKP-Erdoğan diktatörlüğünün, “Esad gitmeli, PYD terörist bir örgüttür” mantığıyla ifade ettiği “kırmızı çizgiler”, Rusya’nın “Esad’lı çözüm ve PYD ile ittifak” siyaseti, “normalleşen” ilişkilerin derin çatışmasını ifade etmektedir.
“Neo Osmanlıcı” siyasetin Pirus zaferlerine sahip Erdoğan, yetkili ağızlarıyla “kırmızı çizgiler” çıtasını “Suriye’nin toprak bütünlüğünü esas alan bir çözüm”e kadar indirse de, bunun PYD konusunda yeni bir politik manevra olduğu açıktır. Yani “Esad’lı çözüme” evet demeye hazır olan “TC”, aslında “Suriye’nin toprak bütünlüğü siyasetiyle, Rojava Kürdistanı’nı tasfiye etmeyi amaçlamaktadır. Hem de Rusya ve Esad’ı yanına alma planıyla. Suriye’deki mevcut konsept düşünüldüğünde, bu siyaset emperyalist gerici güçler dahil, bölgesel gerici güçler nazarında rağbet görmeyecek bir yaklaşımdır.
Suriye konusunda, Rusya, “TC” Dışişleri, istihbarat ve silahlı güçleri kapsayan üçlü mekanizma kurulma planı, Erdoğan -AKP diktatörlüğü açısından Rojava Kürdistanı’nı boğma hedefli iken, Rusya için PYD ittifakı ile diğer cihadist güçleri tasfiye etme planıdır. Halep’e planlanan askeri operasyonda, Rusya’nın “TC” ye hatırlatma yapar gibi, ‘Bombalanmaması gereken ılımlı muhalefet kim’ sorusu, o alanda “TC”nin desteklediği bazı cihadist güçleri hedef alacağı kesindir. Yani “insani yardım ve siyasal çözüm” gibi yuvarlak bir ortak payda, Suriye ve Ortadoğu politikasındaki derin çelişkileri kapsamamaktadır. AKP-Erdoğan diktatörlüğü, Esad’lı “çözüme” evet dese de, Suriye’deki kaosun ve çatışan çıkarların derinliği, “TC” ile Rusya biraz “yakınlaşma” yaşasa da, “Yeni Osmanlıcı” politikalarla bir bataklığa sürüklenecektir. “TC”, neo-Osmanlıcı bazı hedeflerinden vazgeçse de, Rojava Kürtleri üzerinden varlık yokluk kozlarını oynayacaktır. Bu da Suriye’de emperyalist güçlerin “ortak çözümü” olan federatif projeyle çatışması manasına gelecektir. Yani “TC” bunca “normalleşme” ve “çözüm” iddialarına karşın, Suriye ve Ortadoğu’da, diğer gerici emperyalist güçler gibi, çözümün değil derinleşen çatışmaların tarafıdır. Erdoğan Putin buluşması, bu çatışmaların manevra sahasında gerçekleşmiştir. Rusya “TC” ye çıkaracağı faturayı yoklamıştır, “TC” hâkim sınıfları özgülünde Erdoğan gerici çıkarlarından ne kadar koparabilirim anlamında kendisini pazarlamıştır. Rusya seferiyle Allah’a niyaz edilen zaferin özü budur. “Normalleşen” ilişkiler, geçici bir durağı ifade etmektedir. Emperyalist gerici hegemonyanın stratejik planları, emperyalist ve bölgesel gericilikler arasında daha derin güvensizlikler ve çatışmaları mayalamaktadır.