Emperyalist ve bölgesel gericiliklerin çatışma sahası olarak Katar krizi!

Türk hâkim sınıfları, “İmparator” Erdoğan’ın savaş doktrini olan “yumuşak güç” projesi ile Sünni cihadist güçlerle Suriye sahasına dalmış, ABD’nin projesi ile hedefe konulmuş Katar’a askeri güçle “koruma” olmaya çalışmaktadır. Çünkü iç ve dış politikadaki sıkışmışlık, “TC”yi bu kumarı oynamaya zorlamaktadır. ABD’nin bölgesel dizayn projesinde, terbiye edilmek için hedef tahtasında olduğunu bilmektedir. Bu sadece siyasal alanda bir sıkışmayı yaratmayacaktır, aynı zamanda kendi politikası için pazarlık unsuru haline getirdiği birçok zemini elinden alacaktır. Katar meselesinde, Erdoğan şahsında Türk hâkim sınıflarının paniklemesinin nedenleri, sadece Katar’ın Türkiye’deki yatırımları ya da Katar’da “aklanan” kara paralar üzerinde dönen ekonomik ilişkiler değil, bölge siyasetinde daralan alandaki aciz çırpınıştır

HABER MERKEZİ(17.06.2017)-Sınıfsız toplum için halkın Gümlüğü’nün 1.Sayısında yayınlanan ‘’Emperyalist ve bölgesel gericiliklerin çatışma sahası olarak Katar krizi’’ başlıklı makaleyi takipçilerimizle paylaşıyoruz.

Emperyalist güçlerin hegemonya çatışmalarının merkez üssü olan Ortadoğu’da, emperyalist güçlerin çıkar çatışmalarının şekillendirdiği, işgaller, bölgesel güçler arasındaki çekişmeler, mezhepsel savaşlar, gerici bölgesel güçler arasındaki hesaplaşmalar, somut olarak her an “yeni” biçimler alarak derinleşmektedir. Suriye, Yemen, Libya, Mısır, Irak gibi sahalarda, emperyalist hegemonya, gerici bölgesel güçler üzerinden yüksek yoğunluklu çatışmalara dönüşürken, yine bu coğrafyada emperyalist gericilik açısından da, jeopolitiği öneme haiz olan Basra Körfezin’de, görecelide olsa bir “istikrar” ve “barış” ortamından söz edilmekteydi. Tarihsel süreç boyunca, bu göreceli “barışın” nedeni, ABD başta olmak üzere, emperyalist yağma ve yayılmacılığın, Basra Körfezi’ndeki kaynaklara olan bağımlılığı, bu kaynakları riske edecek dengelerin değişmemesi amacı ve Körfez monarşi diktatörlüklerinin gerici çıkarları ekseninde emperyalist güçlerle “uyum” içinde bulunmalarıdır. Ama bu “uyum”, ABD yeni başkanı Trump’un, Ortadoğu ziyaretiyle birlikte yerini, bölgedeki sıcak çatışmaları genişleten, derin bir krize bıraktı. Dünya kamuoyuna Katar krizi olarak geçen bu yeni hesaplaşma sahasında, kuşkusuz yine ABD,  belirli yerel monarşilerle “uyum” halinde bu krizi yönetmekte ve Ortadoğu’da, askeri ve politik olarak daralan sahasına, stratejik hamleler yaparak “çözüm” aramaktadır. ABD’nin, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi köklü tarihsel ilişkileri olan gerici bölgesel dayanakları üzerinden planlanan bu süreçte, oynanan oyun aynı olsa da,  kullandıkları ve kullanacakları araçları günün koşullarına göre şekillendirecekleri açıktır. Katar’ın dünya ve bölge barışını bozan ilişkiler içine girdiği suçlamasıyla, bölgedeki gerici üsleri olan monarşi yönetimler üzerinden, ekonomik, siyasal ve diplomatik olarak kuşatılması, esasen ABD’nin, bölgedeki tüm güçlere “ayar” çekme stratejisinin bir ayağı olarak gündeme gelmiştir. Kuşkusuz, sahnelenen bu oyunda ABD eksenli yan yana gelen güçler ve Katar gibi hedefe konulan güçler de, tarihler boyu bölge sömürülen halklarına, mazlum uluslara, ezilen inanç kesimlerine her türlü barbarlığı uygulamış suç merkezleridir. Bugün birbirlerine karşı kullandıkları “terörü destekleme” suçlarından öte, bölgede bizzat terörün yaratıcıları, destekleyicileri ve her türlü terörün sahipleridirler. Bölgedeki gelişmeler ve bu gelişmelerin sonucu olarak var olan güçler “dengesinden” kaynaklı, bugün karşı karşıya gelmeleri, gelişmeler karşısında hiçbirine “ilerici”, “haklı” bir rol yüklemez. Bu somut doğrudan öte, Katar krizinin arka planındaki kirli hesaplaşmaları ortaya koymak, ezilen ve sömürülen halkların tavır eksenini belirlemeleri açısından önemlidir, günceldir.

ABD Emperyalizminin bölge stratejisi Katar krizini yaratmıştır

ABD başkanı Trump’un Ortadoğu ziyareti Katar krizinin patlama miladı olmuştur. Krizin nedenlerinin bir önceli olsa da, Trump’un, Suudi kralı Selman ve Sisi ile başında buluştukları yeşil tonu hâkim renkli küre, stratejik bölge siyasetinde ABD’nin ilk hamle için sahaya süreceği güçleri ifade etmiştir. Trump, Selman bin Abdülaziz el-Suud, Abdülfettah el-Sisi, küre üzerinden oynanacak oyunun başlama işaretlerini verirken, oyuna vesile olan kirli çatışmanın başlangıcını değil, tırmandırılma hamlelerinin startını vermekteydiler. Bu oyunda beklentiler ve fırsatlar karşılıklı olduğu kadar, bu oyunda her oyunbozanın akıbeti, ABD’nin “adaleti” olacaktır. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve iki ülke arasında yeni diktatörüyle kendine yer bulmaya çalışan Mısır, ABD’ye derin kulluk bildirgelerinin imzası altında, bölgede emperyalist güçler tarafından şekillendirilmeye çalışılan sürece uygun görevlerini almışlardır. Yoksa “ihvanın” bazı üyelerinin Katar’da yaşıyor olması, Katar’ın bazı cihadist terör güçlerine destek masalı, insanlık açısından cepheden bir tavır alma meselesi olsa da,  emperyalist ve bölgesel gerici güçler açısından gündeme alınacak bir mesele değildir. Çünkü “Arap NATO”su projesinin merkezi çekirdeği olarak yan yana getirilen bu güçler, Katar’a yönelttikleri suçlamalardan muaf güçler değil; aksine bizzat bu suç odaklarıdır. Suudi Arabistan, Katar, Türk hâkim sınıfları gibi bölgesel gericilikler, hem siyasal ortaklık babında, hem de lojistik, fiili destek babında, DAİŞ, El-Nusra gibi cihadist güçleri destekledikleri, büyüttükleri, alan açtıkları tartışmasız bir realitedir. Şimdi, ABD patentli kirli oyunlarını bu senaryo üzerinden sahnelemeleri, sadece oynayacakları oyunun senaryosunu kötü yönetmeleri anlamına gelmektedir.

Selefilik anlayışının merkezi olan, Suud ve BAE’lerinin, siyasal İslamcı terörü destekleme nedeni üzerinden Katar’ı kuşatma altına almalarının altında, ABD ve Rusya’nın başını çektiği emperyalist hegemonya çatışması vardır. ABD, stratejik planı gereği, Katar üzerinden İran’ı ve esas olarak Rusya’yı geriletmek istemektedir. Askeri ve siyasi olarak daralan inisiyatifine, bu hamle ile alan açmak istemektedir. Bu konuda, “yumuşak merkez” Katar seçilmiştir. Çünkü Suudi Arabistan’ın İran’a karşı olan tarihsel hasımlığına Katar uymamıştır, Körfez monarşi liderlerinin korkulu rüyası haline gelmiş olan Şii Hilali peşinde her tarafa “muharrem gazabını” yaşatmaya niyetli İran ile ekonomik ve diplomatik ilişkilerini kesmemiştir. Söz konusu bu çatışma bugünün değil, tarihsel sürecin bir birikimidir. Özellikle 2003’te ABD’nin Irak işgaliyle birlikte, ABD ile İran arasındaki gerginlik tırmanmış, İran, ABD karşıtı politik bir çizgiyle, ABD’nin bölgedeki “müttefikleri”ne korku yayan bir pozisyonda durmuştur. Tam bu çatışmaların tırmandığı ve İran’a karşı sırtını ABD’ye dayayan bölge gerici diktatörlüklerinin kendilerini “güvende” hissettikleri bir dönemde, Obama süreciyle İran ile daha “ılımlı” bir ilişki başlatan ABD, İran’ın bölgede hareket sahası bulmasına da olanak vermiştir. Bu ABD’nin niyeti dışında bir gelişme olduğu gibi, Suudi ilişkilerinin de çıkmaza girdiği bir dönem olmuştur. Kısaca tüm bu politik stratejik hamlelerde bölgede Rusya, İran askeri ve siyasal olarak hamle üstünlüğünü ele geçirirken, ABD ve “müttefikleri” olan Suudi Arabistan, BAE inisiyatif daralması yaşamıştır. Bu çatışmaların yaşandığı süreç boyunca, Katar, siyasal ve ideolojik ortaklarıyla yan yana dursa da, İran ile olan ekonomik ve diplomatik ilişkilerini kesmemiştir. Bu somut durum, siyasal ve ideolojik olarak (cihadizm) ortak olan bölgesel monarşiler arasında bir çatışma olarak durmaktaydı. “Müttefik” konumundaki bu güçlerin ( Katar Türk egemenler sistemi de bu güçler arasındadır), bu iç çatışmalarının yanında, bölge siyaseti açısında da derin çıkmazlar yaşamaktadırlar. Somut birkaç başlık bu gerici bölgesel monarşilerin çözümsüzlüğünü anlatmaya yeterli olacaktır.

Katar krizi, Suriye krizi merkezli Arap Yarımadası ve Ortadoğu’da emperyalist ve bölgesel gericiliklerin çıkar çatışmasına dayalı yaşanan gelişmelerde saklıdır. Tüm bu adını zikrettiğimiz bölgelerde yaşanan gelişmelerin akabinde şunu ifade etmek kesinlikle mümkün: İran’ın ve dolayısıyla Rusya’nın, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de etkinliği artmıştır. Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı seçimi krizi, İran’a yakınlığı ile bilinen Mişel Avn’un seçilmesiyle sonuçlanmıştır. Irak’ta siyasi ve askeri nüfuzunun yanında Musul operasyonu başta olmak üzere, birçok Irak sahasında önemli görevler üstlenen Haşdi Şabi milisleri, bölge politikasında rol alan bir hüviyet kazanmışlardır. Suriye’de, Halep’in cihadist “muhaliflerin” elinden alınması, dengeyi Esad ve dolayısıyla İran ve Rusya lehine çevirmiştir. Suriye sahasında, bu cihadist güçler üzerinden güç olmaya çalışan S. Arabistan, Türkiye ve Katar için bu gelişmeler stratejik olarak gerileme nedenleridir. S. Arabistan’ın komşusu Yemen’de, Suudi Arabistan’ın iç gerici müttefikleriyle başlattığı “Kararlılık Fırtınası” operasyonu, İran’ın direk desteklediği Husiler’in ülkeyi kontrol etmelerini geriletememiştir ve Suudi Arabistan, askeri ve ekonomik olarak ağır bir fatura ödemiştir.

ABD emperyalist blokunun bölgesel “müttefikleri” üzerinden sürdürdüğü bu hamleler ve gelişmeler karşısında “müttefikleri”ni de zora sokmuştur ve nihayetinde 2015 Temmuz’unda 5+1 ülkeleriyle imzaladığı nükleer anlaşmada İran süreci daha akıllı işleten bir ülke olmuştur. Yaşanan bu gelişmeler, doğal gaz ve petrol zengini bölgede, ABD’yi daha farklı hamleler yapmaya zorlamıştır. “Balistik füze denemesi nedeniyle” gerekçelendirilen sert ve saldırgan bölge siyaseti, İran ve dolayısıyla Rusya’ya karşı “Sünni Blok” yani dillendirilen başka isimle “Arap NATO’su” bu sürecin merkezi stratejik politikası oldu. Bu politikaya, girilen ilişkilerden kaynaklı aykırı sesler çıkaran Katar, hizaya sokulmak maksadıyla bu nedenden hedefe konuldu.

ABD emperyalizmi açısından, Trump ile başlayan “yeni” dönemde, hem ABD ile Suudi Arabistan başta olmak üzere, tarihsel süreç boyunca stratejik politikalarına araç haline getirdiği monarşik diktatörlüklerle yaşanan sorunları giderme, hem de sürecin stratejisine göre bu güçler üzerinden İran’ a karşı sert politika güderek, İran ve bölgenin ana aktörlerinden olan Rus emperyalizmini geriletme, dönemin stratejisi olarak belirlenmiştir. Bu karşılıklı ilişkinin zemini, gerici çıkarların oluşturduğu konsepttir. Trump bu hamle ile, bölgede ana aktör olduğunu kendi üslubu ile hatırlatmakla kalmayacak, bölgesel gerici güçlere ayar çekme dâhil, kendi iç siyaseti açısından da110 milyar doları silah ticareti başta olmak üzere, 400 milyar dolarlık açılan ekonomik alan ile, ABD silah tüccarları ve sermayesinin takdirini kazanacaktır. ABD’nin bölge siyasetinin tarihsel ve güncel jandarmaları olan Suudi Arabistan ve BAE’leri, bu görevlerinin karşılığında ABD’den aldığı desteği hemen harekete geçirerek, Yemen ve bölge siyasetinde tıkanan bölge politikalarına İran’a karşı tavır geliştirerek kendisi açısından bir netice almak istemektedir. Bu eksende Körfez ülkelerine İran karşıtlığı ekseninde verilmek istenen mesaj, Katar’ın İran ile diyalog kanallarını açık tutan tavrıyla zaafa uğramıştır. Bölgesel monarşiler arasındaki tarihi rekabetler, eski ve yeni hesaplar tahrik edici rol oynayınca, ABD’nin bölge siyasetine uygun çelişki ortamı doğmuştur ve Suud Sünni İslam paradigması güncellenerek emperyalist hegemonyanın “yeni” sürece göre öngördüğü “Sünni hattının” ana çatısı yapılmıştır. Bu stratejik siyasal hat ABD’nin bölge siyasetinde, hegemonyasını güçlendirme hattıdır. Yapılan stratejik hamleler, bölge diktatörlükleri arasındaki çatışmalar üzerinden cereyan etse de, ABD ile Rusya arasındaki çatışmalara biçim veren hamlelerdir. Bu karşılıklı hamleler sürecinde çatışmalı ve “müttefik” güçler hep değişkenlik gösterecektir. Bu bölgenin jeopolitik niteliği üzerinden gerici çıkarlarını korumaya ve geliştirmeye çalışan emperyalist ve bölgesel gericiliklerin niteliği ve siyaseti gereği böyle olacaktır. Bu değişkenlikler içinde mevcut güçlerin dalaşında değişmeyen tek şey, derinleşecek çatışmalar ve sahada birbirlerini yutmaya çalışan gerici güçlerin savaşları olacaktır.

Katar krizinde “TC”nin pozisyonu ve “yumuşak güç doktrini” safsatası

Katar krizi özgülünde de Türk hâkim sınıfları, bölgesel saldırganlığını, gerici çıkarlarını korumak ve geliştirmek için sürdürdüğü tüm kirli ilişkileri ve işgalci iştahını, “dünya barışının yumuşak gücü” manipülasyonu ile açıklamıştır. “Terörün kaynağını kurutma ve dünyadaki üsleriyle barışı ve güveni sağlama” açık yalanı üzerinden, “TSK, Erdoğan doktrini” olarak propaganda edilen saldırgan iç ve dış siyaset, bırakalım bir “barış” gücü olmayı, bir doktrin olmakla dahi uzaktan ve yakından alakası yoktur. Dün NATO şemsiyesi altında ABD’nin stratejisine göre, Afganistan, Bosna, Lübnan gibi coğrafyalarda bir savaş gücü olarak işgal hareketlerinin bir parçası olan “TC”nin ordusu, bugün aynı savaş ve işgal gücü olarak, Cerablus’ta, Başika’da, Katar’da bulunması, tamamıyla savaş stratejisine dayalı bir siyasetin sonucudur. Her saldırgan politikasına “yerli ve milli” menfaatler ajitasyonu ile geri kitleleri toplumsal dayanak yapan “TC” hâkimiyet sistemi Katar krizinde de, içinde bulunduğu siyasal çıkmazı ve krizin payına düşen boyutunu bertaraf etmek için, “İslam coğrafyası barışı”, “dünya barışı” yalanına sarılmıştır. Bu saldırganlığını, bir “barış” doktrini olarak nitelemeleri de ayrı bir riyakârlık örneğidir. ABD ve Rusya emperyalist blokları arasında sallanıp aradaki çelişki ve rekabetten beslenerek yol almaya çalışan “TC”nin saldırgan bölge siyaseti, bu rekabet ortamının bölgesel gericilikler üzerinden kendisine yönelmesi durumunda, “barış elçisi” rolüne soyunması, savaş ve çatışma siyaseti ile açamadığı politik alanı yaratma amaçlıdır. Emperyalist güçlerin verdiği rol ekseninde kendi yayılmacı hayallerini, işgal ve savaş gücü ile bölgede konuşlandıran bir güç, nasıl “yumuşak” güç oluyor, nasıl “barış” gücü oluyor? Bölgesel gelişmelere göre gardını alan her güç gibi, “TC” de bölgesel saldırganlık ve savaş durumuna göre konumunu belirlemekte, stratejisini çizmektedir. Katar’ın ablukaya alınmasının hemen akabinde, AKP-Erdoğan diktatörlüğünün tezkere çıkarıp Katar’da askeri üs açması, kendisine yönelen tehlikeyi Katar’da karşılama planıdır. ABD ile Rusya arasındaki çatışmalı durumdan beslenmeye çalışan ( her defasında da bölge siyasetinde çamura saplanan) “TC”ye, Katar krizi ile ABD bir hamle yapmıştır ve dolaylı şartlar ileri sürmüştür. Bugün bölge stratejisinde “müttefiklerini” ve bölge devletlerini hizaya getirmek için ileri sürülen gerekçelerden İhvan-ı Müslim ise, “TC” AKP-Erdoğan diktatörlüğü ile İhvanın en merkezi olarak iktidar olduğu ülkedir. İran ile süreçten dolayı girilen konjonktürel ilişkiler meselesinde Katar’dan daha fazla günahkârdır ABD nezdinde. Nusra, IŞİD gibi cihadist güçlerle ilişki ve askeri finans desteğinde, Suudi Arabistan, Katar’la birlikte suç ortakları değil, suç merkezleridir. Bugün Suudi Arabistan’ın bu hedefin kapsam alanı dışında olması, ABD ile bölge siyasetinde çatışmamaktan kaynaklıdır. Oysa “TC”, ABD-Rusya dalaşından faydalanma adı altında tüm saldırgan bölge siyasetinde ABD politikası ile çatışmalı hale gelmiştir. Cerablus ve Bab’da işgalci konumuyla ABD siyasetini kemirmektedir. Rusya ile İdlib’e askeri güç gönderme hazırlığındadır. Tüm bölge siyasetini, Kürt ulusal dinamiğini imha ve inkâr etme üzerine kuran “TC”, ABD’nin bölge çıkarları gereği “ittifak” kurduğu,  PYD-YPG ve onun kontrol sahalarına askeri güçlerle operasyon çekmektedir. En son Rojava ve Efrîn’in bombalanması, Kürt ulusal güçlerine karşı tahammülsüzlüğünü ortaya koymaktadır. Musul’un ardından Rakka Operasyonundan dıştalanması, “TC” bölge üzerindeki heveslerini kursağında bırakmıştır. Şimdi Kürt ulusal dinamiklerine vurarak, bölge üzerindeki heveslerine, bölgesel çatışmaları derinleştirerek ve “yeni” dengeler oluşturarak ulaşmak istemektedir. ABD’nin, YPG’nin hâkim güç olduğu DSG ile Rakka’yı kuşatması, güneyden Suriye Rejiminin Rusya’nın desteği ile yürümesi, Tabka-Palmira-Deyrazor’da kimin egemen olacağı çatışmasını derinleştirecektir. Bu egemenlik çizgisinin çizilmeye çalışıldığı bir tarihsel kesitte, bölge politikası babında ABD ile çatışmak, tarihsel olarak güven duymadığı İran ve Rusya ile “yürümek”, ya da bu karmaşık denklem içinde sıkışmak, “TC”nin bölgesel politikasını yeni bir çıkmaza sürükleyecektir. “TC” açısından çalan tehlike çanlarını gördüğü için, bölgede asıl tasfiye etmek istediği Kürt ulusal dinamiğine yönelmekte, Katar sahasında dalaş ve çatışmayı göğüsleyerek, süreçten en az hasarla çıkmak istemektedir. Türk hâkim sınıfları, “İmparator” Erdoğan’ın savaş doktrini olan “yumuşak güç” projesi ile Sünni cihadist güçlerle Suriye sahasına dalmış, ABD’nin projesi ile hedefe konulmuş Katar’a askeri güçle “koruma” olmaya çalışmaktadır. Çünkü iç ve dış politikadaki sıkışmışlık, “TC”yi bu kumarı oynamaya zorlamaktadır. ABD’nin bölgesel dizayn projesinde, terbiye edilmek için hedef tahtasında olduğunu bilmektedir. Bu sadece siyasal alanda bir sıkışmayı yaratmayacaktır, aynı zamanda kendi politikası için pazarlık unsuru haline getirdiği birçok zemini elinden alacaktır. Katar meselesinde, Erdoğan şahsında Türk hâkim sınıflarının paniklemesinin nedenleri, sadece Katar’ın Türkiye’deki yatırımları ya da Katar’da “aklanan” kara paralar üzerinde dönen ekonomik ilişkiler değil, bölge siyasetinde daralan alandaki aciz çırpınıştır. Tarihsel dostu Suudi Arabistan’a caka atması, ABD ve NATO ya “çekiliriz” tehdidi savurması ve bu politikayı Katar ve Suriye özgülünde “silahlarla” uygulamaya çalışması, “TC”nin bu sahada oynadığı tehlikeli oyundur ve bu oyun emperyalist saldırganlığın, yayılmacılığın bir parçası olarak sahnelenmektedir.

Süreç, çatışmaların derinleşeceği gelişmelerle mayalanmaktadır. Gerici güçlerin gerici çıkarlarda birbirlerini boğazlaması, ezilen halklara, mazlum uluslara ve inançlara ağır faturalar ödetse de, tarihin hükmü olan en ağır faturayı, emperyalizm ve bölgesel diktatörlükler ödeyecektir.

 

 

Önceki İçerikKomprador tekelci klikler arası dalaş ve somut durum
Sonraki İçerikSosyalist Öğrenci Hareketi’nin yönelimi üzerine