Günümüz dünyasında insanlığın güvende olmadığı, bilakis büyük tehlike ve risklerin hızla yol aldığı, buna neden olan emperyalist politikaların, iktisadi, sosyal, ekolojik yıkımı her gün derinleştirdiği bir sürecin içindeyiz. Emperyalist savaşlar, işgal ve ilhaklar, kitlesel katliamlar, sömürü ve baskıda geliştirilen kuralsızlıklar, emperyalist güçlerin süreç bazında öne çıkan talan politikalarıdır.
Kitlelerin devrimci müdahalesi ya da en yalın yaklaşımla, kitlelerin caydırıcı muhalefeti, emperyalist sistemin bu yıkıcı sürecinde engelleyici rol oynamazsa, sömürü, savaş ve talanlarla insanlığın ve doğanın güvende olmadığı bu süreç devasa düzeyde derinleşecektir. Ölüm ve acıların yaşandığı, kaos, yıkım, savaş ve çatışmanın ağır sömürü koşullarıyla birleşerek talan politikalarının derinleştiği emperyalist süreç, insanlığa ve doğaya bu denklemi dayatmaktadır.
Yaşamın her alanında artarak devam eden baskı, sömürü ve zulümle insanlığın güvende yaşama koşulunun elinden alındığı, izlenen ekonomik, siyasi, ideolojik- politik ve militarist-askeri politikalarla ezilen dünya halklarına karşı geliştirilen kuşatılmışlık hali, tam bir çılgınlık, zorbalık ve acımasızlıkla devam ediyor. Özetle, emperyalist bloklar arasında cereyan eden hegemonya, iktisadi krizle birleşerek savaş, kıtlık ve kıyımdan öte bir şey üretmiyor.
Emperyalistler ve emperyalist bloklar arasında keskinleṣen çeliṣkilerin geldiği boyut!
Emperyalist- kapitalist dünya gericiliğinin tüm dünya ezilen ve sömürülen halklarına karşı geliştirdiği bu saldırılar, emperyalist tekelci sermayenin çıkarları baz alınarak her iktisadi-siyasal politikalarda şiddetini arttırırken, emperyalist güç blokları arasındaki rekabet ve çatışma hali, rekabetin keskinleştiği bölgeler başta olmak üzere, dünya ölçeğinde derinleşerek, emperyalist sürece farklı boyutlarda yıkıcılık niteliği katmaktadır. Çatışma ve savaş halinin, insanlık için daha tehlikeli bir mecraya çeken, emperyalist tekel sermayesinin çıkarlarıyla akıl tutulması yaşayan burjuva siyasal aktörler, talan ve yağmada adeta birbirleriyle yarışmaktadırlar.
Emperyalist dünya sistemi içinde, stratejik, siyasi, ekonomik, askeri konumuyla, dünya halklarının baş düşmanı olan ABD emperyalizmi, Rusya ve Çin’in başını çektiği emperyalist blokla girdiği hegemonya dalaşında, bir dönem inisiyatif gerilemesi yaşasa da, İsrail-Filistin savaşı, Ukrayna-Rusya savaşı ve Suriye’deki denklemlerin değişmesi ile, özellikle Ortadoğu’da yeniden inisiyatifi ele almış görünüyor ve buralarda gerçekleştirmek istediği dizayn hareketi ile, bunu daha geniş yayılmacılık için avantaja dönüştürmek istiyor. Trump’ un yeniden seçilmesiyle, dünyanın birçok bölgesine çökeceği beyanı, Rusya ile geliştirdiği bazı ilişkiler, Filistin üzerinden planladığı askeri işgal ve saldırganlık, bu verilerin sadece birkaç örneğidir. Bir korsan edasıyla, Danimarka’nın adasını almak istemesi, Meksika Körfezi için “orası Meksika Körfezi değil, Amerikan körfezidir” demesi, “Ukrayna’nın değerli madenlerini istiyorum” deyip çökmesi, Rusya ile Ukrayna pazarlığını Rusya’nın işgal ettiği bölgelerdeki maden kaynaklarından pay istemesi, İsrail eliyle Gazze’de Filistin ulusuna uygulanan kitlesel katliamlar, ABD’nin somut savaş politikaları olmakla sınırlı değil, geleceğe dönük stratejik yayılmacılık emellerinin ön adımlarıdır.
Politik-Askeri stratejide bu adımları atan Trump, ekonomik anlamda da temsil ettiği sermayenin büyüme ve yayılmacılığı için, “korumacı” gümrük vergilendirmesinde arttırıma gitti. Bunun iki boyutu vardır. Bir boyutu ile temsil ettiği emperyalist tekel sermayesinin büyümesi için yeni koşullar yaratmak ve daha da önemlisi, savaş için gerekli olan devasa bütçeye kaynak yaratmak. “Bütçe açığını kapatamıyoruz” iddiası üzerinden manipüle ettiği, savaş bütçesidir. Özellikle de ekonomik kapsamda ana rakip olarak gördüğü Çin mallarına karşı gümrük vergisini çok daha yüksek tutması, deklere edilen “ticaret savaşıdır.” Çin de ABD emperyalizminin bu tavrına karşı rest çekerek, Amerikan mallarına karşı gümrük vergilerini yükseltti. Bu çelişkinin, gümrük vergileriyle oynamayla sınırlı kalmayacağı, yaşanan çatışmalı duruma farklı bir boyut kazandıracağı açık bir durumdur.
Elbette ABD emperyalizminin esas stratejik hedefi, ekonomik olarak dünya pazarlarında ciddi söz sahibi olmaya başlayan Çin emperyalizminin dünya çapındaki ilerleyiṣini-yükseliṣini durdurmak ve engellemektir. Çünkü Çin’i, bu ekonomik büyüme trendi ile dünya pazarlarında söz sahibi olacak ve ekonomik rekabette ABD’nin pozisyonunu geriletecek bir güç olarak görüyor. Çin, bu saldırının mahiyetini farkında olduğu için, özellikle iç siyasette bir ulusal duyarlılık oluşturmaya çalışmaktadır. Başkan Mao’nun uzun yürüyüş sürecinde kullandığı “Teslim olmayacağız, sonuna kadar savaşacağız” sözünü kendi medyasında öne çıkarması, ABD emperyalist güçleriyle girdiği ekonomik dalaşın varacağı boyuta göre “ulusal uyanış” yaratma amaçlıdır.
ABD ile Rusya arasında açık ve kapalı kapılar ardında yaşanan görüşme trafiği, yaşanan savaşı sonlandırma siyasetinden öte, savaş halinin kendileri açısından daha tehlikeli boyutlara taşınması haline karşı bazı tavizlerle süreci sürdürme siyasetidir. Esad bu “anlaşmaların” sonucu olarak Suriye’yi terk etti. Ukrayna ile Rusya arasında bazı görüşmeler, bu “anlaşmanın” ürünüydü. Ama emperyalist güçler arasındaki her “anlaşma”, kendi içinde çatışmalı hal barındırır. Ve “anlaşmalar” ortamıyla her emperyalist güç, yeni hamleler için güç biriktirir, fırsat kollar. ABD-Rusya arasındaki görüşmeler trafiği, bu çatışmalı durum üzerinden sürerken, ABD emperyalizminin kendi çıkarlarını merkez alan ben merkezci yaklaşımları, ABD-AB emperyalist güçleri arasında da bir yarılma yaratmış ve Ukrayna-Rusya savaşı konusunda farklı tutumları gündeme getirmiştir. Suriye sahasında gerileme yaşayan Rusya, İran ve Ukrayna’yı mevcut durumda kırmızı çizgisi olarak koymakta ve işgal ettiği bölgelerdeki kaynakları ABD ile paylaşmaya direnç göstermektedir. ABD ise, Suriye’de ele geçirdiği inisiyatifi, Suriye dizaynı ile zeminini güçlendirerek, İran ve Ukrayna’ da Rusya’nın konumunu geriletmek istemekte ve Asya-Pasifik alanına açılma hayalinin önünü açmak istemektedir. Bu çatışma ve savaş denklemi içinde AB emperyalist güçleri, NATO şemsiyesini koruyarak ABD ile yol almak istemekte ama sürecin nelere evrileceği, hiçbir güç açısından net değil. Temel husus, her emperyalist ve bölgesel güç, çıkarları için avantajlar yaratarak yol alma amacındadır ve mevcut durumda keskinleşen çelişkiler bu çıkar amacını savaş olarak tayin etmiştir.
Yani emperyalist dünya gericiliğinde tırmanan durum, emperyalist savaş halidir. Bundan dolayı tüm emperyalist güçler savaşa bütçe oluşturmak için kaynak oluşturmakta, devasa düzeyde silahlanmaya gitmektedir. Almanya’ da yeni hükümetin ilk icraatı, silahlanmak için 500 milyar bütçe ayırmak oldu. AB emperyalistlerinin planladığı toplam silahlanma bütçesi, 800 milyar Euro üzerinde. ABD başkanı Trump, tüm NATO ülkelerine, NATO üyeliği için gayri safi gelirden ayrılan yüzde ikilik karı, yüzde 5’e çıkarmayı dayatmaktadır. Bütün bunlar, emperyalist güçlerin savaş politikasına göre iktisadi-sosyal politikaları şekillendirdiği anlamına gelmektedir.
Ortadoğu
ABD emperyalizminin, “Büyük Ortadoğu Projesi ” ile başlayan, Afganistan, Irak işgali, Libya ve Suriye’ ye müdahale, İsrail- Filistin savaşıyla birlikte İsrail’ in Gazze’ den sonra Lübnan ve Hizbullah’ a yönelmesi ve arkasından ABD-AB emperyalist güçleri açısından kullanışlı bir aparat olan cihatçı HTŞ, Suriye’ de iktidara getirilmesi, ABD’nin bölge stratejisinde “yeni” bir süreç olarak okunmalıdır. Özellikle bölgede yaşanan son gelişmelerle birlikte, Ortadoğu’da denklemler yeniden kurulacak ve sınırlar yeniden çizilecek. Şimdi tüm hazırlıklar ve odaklanma İran üzerinde yoğunlaşacak. Çünkü ABD, yaşanan savaş halinin gölgesinde, İran’ın nükleer programı üzerinden savaşın yeni adresini gösterdi. Bölgesel gelişmeler ABD’nin bu hedefine koşul sunar mı bu ayrı bir tartışma. Ama ABD, İran’ın Şii Hilali projesini geriletmekle sınırlı kalmak istemiyor, belirli çelişkileri kaşıyarak İran’ ı geriletme ya da savaş ortamına çekmek amacındadır. Rojava’da Kürtlerin statüsünü tartışırken, bu statüye İran milli zulmü altındaki Kürtlerin statüsü ile birlikte gündemleştirmesi, Kürt ulusunun maruz kaldığı haksızlıkları giderme ve Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını tanıma amaçlı değil, İran’da, Kürt ulusunun direncine İran’a karşı ihtiyaç duymasından kaynaklıdır. Kuşkusuz komünistler, Kürt ulusunun tüm ulusal demokratik haklarının yanındayız. Konumuz bu değil. ABD yayılmacı stratejisi açısından bölgesel ulusal-sosyal-etnik-inançsal çelişkilerin nasıl kullanıldığı boyutu ile sorunu irdeliyoruz. ABD’nin Rojava’daki eli de Güney-Doğu-Kuzey Kürdistan’daki eli de aynı gerici çıkarların hükmünde politika üretiyor. Emperyalist ve bölgesel gerici iktidarlarla kurulan denkleme göre şekillenen politik ayrışım, mazlum bir ulusun demokratik haklarına karşı oluşturulan hassasiyet değil, emperyalist güçlerin çıkarları gereğidir.
Ortadoğu ve Suriye’de yaşananlar bağlamında ‘TC”nin geliştirmeye çalıştığı siyasi ve askeri hamleler!
Suriye’ de savaşın başlamasıyla birlikte, siyasi-askeri ve ekonomik olarak rol almaya çalışan “TC”, emperyalist güçler arasındaki çatışma halinden faydalanarak, esasta cihatçı-selefist güçler üzerinden yol almıştır. Suriye’ de BAAS rejiminin son bulmasıyla, eğitip donatılan, askeri-lojistik destekle ayakta tutulan cihatçı çeteler, esasta Kürt ulusuna karşı harekete geçirildi. HTŞ ile ilişki içinde sürdürülen saldırılarda, SMÖ nün paravan güç olarak kullanılması, HTŞ ile “TC” arasında var olan organik ilişkiyi örtme amaçlıdır. Son tahlilde, Kürt coğrafyasındaki işgalci konumu ile, “TC”, ABD ile pazarlık ortamında bölgede statüsünü genişletmeye çalışmakta, güç denklemlerini buna göre oluşturmaya çalışmaktadır.
ABD’nin başını çektiği bölgesel denklemler, “TC”nin bu yayılmacı hayallerine istediği kadar olanak sunmamakta, aksine bazı dayatmalar durumunda ciddi riskler içinde barındırmaktadır. “TC” nin, “iç birliği tahkim etme” siyaseti ile, “milli birlik mutabakatı” projesi, bu bölgesel ve iç politik sürecin ürünü olarak Öcalan üzerinden PKK’ye “silah bırakma” çağrısına dönüştü. Bu gündem ayrı bir tartışma konusu ve gazetemiz sayfalarında bu konuda gerekli değerlendirmeler yapıldı, sürecin gelişimine göre de yapılacaktır. Son tahlilde, Suriye’de yeni dizayn süreci, emperyalist ve bölgesel gericilikler arasındaki çatışmalar üzerinden sürmektedir. Bunun nasıl şekilleneceği meselesi, güç dengeleri ile alakalıdır.
Suriye denkleminde karşı karşıya gelen “TC” ve İsrail!
ABD’nin koordinesiyle İngiltere, İsrail, “TC”nin içinde olduğu Suriye’nin son süreci, HTŞ’yi iktidar aktörü yapsa da Suriye’nin, emperyalist yayılmacılığın bir üssü olma rolüne göre “istikrar”lı olduğu anlamına gelmez. ABD açısından bu “istikrarı” dinamitleyen güçler olarak, Kürt ulusuna karşı imhacı-işgalci iştahı ile “TC”, HTŞ içindeki farklı cihatçı bileşen, Alevi ve Dürzilerin sosyal konumu, İsrail ile bölge arasında tarihsel sürece dayanan düşmanlık ve Kürtlerle cihatçı güçler arasındaki uyumsuzluk hali. Suriye’nin dizaynı konusunda bir güç üzerinden başarılı olamayacağını bilen ABD, belirli güçleri “uzlaştırarak”, belirli güçleri de tasfiye ederek sonuç yaratmak istiyor. Alevilerin vahşice katledilmesinin arkasında bu kanlı plan vardır. İsrail’in, belli boyutu ile Rusya’nın üslerinin olduğu alanları bombalayarak, Şam kıyılarına kadar askeri işgal gerçekleştirmesi, yine bu planın bir ayağıdır.
İsrail’in yayılmacılığı, ABD’nin yayılmacılığıdır. Ama “TC”nin bölgede var olanın üstünde ekonomik-siyasal-askeri nüfuzu, ABD planlarında zaaf yaratacaktır. Özellikle “TC” nin Rojava başta olmak üzere, her türlü Kürt ulusal statüsüne karşı beslediği düşmanlık, bu zaafın ana halkasını oluşturmaktadır. Bundan dolayı ABD, “TC”nin pazarlık masasına yatırdığı, bölgedeki askeri-siyasal manevralarla güçlendirmek istediği bazı hedeflerini denetim almak istiyor ve bu konuda etkin güç İsrail’dir. “TC”nin, Suriye’nin göbeği konumundaki Hama, Humus gibi stratejik bölgelere askeri üs kurmak için başlattığı çalışma ve ardından İsrail’ in bu çalışmayı imha etmesi, tamda yukarıda izah ettiğimiz durumun yarattığı çatışma halidir. Yani buradan somut olarak bir İsrail-”TC” savaşı üretmek, somut durumu doğru tahlil etmemektir. Tarihsel ilerlemeler, bu iki gücün hiç savaş haline geçmeyeceği iddiasında değiliz. Ama mevcut hırlaşma baz alınarak bunun bir savaş ilanı olduğu sonucuna gitmek, iç politikada süreci lehine çevirmeye çalışan Erdoğan’ın manipülasyonu olmaktan öte bir değer ifade etmez.
Jeo stratejik ve dünyanın zenginlik kaynaklarının paylaşımı, kapitalist iktisadi ve emperyalist hegemonya krizi gerçeği üzerinden, kutuplu emperyalist güçler arasında boyutlanan çatışma ve savaş hali, sürecin ana yönüdür. Emperyalizme bağımlı bölgesel güç odaklarının bir parçası olduğu bu kaos ortamı, insanlığı felakete sürüklüyor. Buna dur diyecek, dünya proletaryası ve ezilen halklarıdır. Emperyalist dünya içinde, insanlığın çıkarlarına hizmet eden bir sonuç yoktur, olamaz. Lenin yoldaşın tarihsel perspektifi, bu somut duruma dair ana çözüm anahtarıdır. “Ya devrimler savaşı önler ya da savaşlar devrime yol açar”…