Emperyalist- kapitalist sistemin yapısal niteliğinden doğan, kronik olarak kendisini tekrarlayan ekonomik kriz, uluslararası boyutu ile kapitalist ya da kapitalizme bağlı birçok ülke ekonomisini kapsamına alarak sürmektedir. Kapitalist iktisadi krizin, kapitalizmin metropolleri dahil, dünya gericiliğinin hüküm sürdüğü tüm coğrafyalarda, her ekonomik yapının niteliği ve düzeyine göre benimsenen sermayenin birikim modelleri ile işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yüklenirken, başta emek-sermaye çelişmesi olmak üzere ve daha birçok başka çelişmelerle birlikte, kapsamlı toplumsal hoşnutsuzluklara, önemli toplumsal tepkilere neden olmaktadır. Özellikle de aşılamayan ve giderek derinleşen bu ekonomik krizde emperyalist güçlerin ulus ve uluslararası tekellerin pazarları yeniden paylaşma dalaşı, yani ekonomik kriz ile birleşen emperyalist hegemonya krizi, emperyalist savaşlarla başka bir boyutta yıkıcı-talan edici sonuçlar yaratmaktadır. İnsan emeği ve doğayı sömürmede, yıkıp yağmalamada, özgün bir tarihsel sürecin yaratıcısı olan emperyalist tekeller, daha boyutlu yıkımlar yaratmakta, ezilenlerin dünyasında daha büyük öfkelerin oluşmasını mayalamaktadır. Emperyalist savaşlarda, kitle katliamları ile paralel devreye konulan gelişmiş askeri teknoloji ve stratejiler, adeta dünyayı bir yıkım eşiğine götürmekte, sermayenin aşırı büyüme ve kar hırsı için, “akıl tutulmasına” yakalanan emperyalist güçler, nükleer savaş yöntemini de aktüel hale getirmektedirler.

Kapitalist iktisadi yapının ve emperyalist savaşların bir parçası olarak “TC” egemenleri, Türkiye Kuzey Kürdistan’da başta işçi, emekçi, küçük üretici ve çiftçiler olmak üzere milyonlarca emekli ve dar gelirli halkın yaşam koşullarını, tüm yönleri ile kuşatmaya almış durumdalar. Geniş tanımlı işsiz sayısı son iki yılda 3,5 milyon kişi artarak 7,6 milyondan 11,2 milyona yükseldi. İşsizlik on milyonlu rakamlarla ifade ediliyor. Milyonlarca genç gelecek hayallerini yitirmiş durumda. Milyonlarca üniversiteli yersiz-yurtsuz harçlıksız ve güvencesiz. On binlerce depremzede hâlâ çadır ve derme çatma barakalarda hayata tutunmaya çalışıyor. 20 milyonun üzerindeki Kürt ulusu her türlü ulusal haklarından mahrum ve talepleri katliamlar, hapis ve sürgünlerle bastırılmaya çalışılıyor.

Suriye’ deki son gelişmelerde, savaş aktörü olarak taraf olan “TC” iktidarı, yürüttüğü haksız savaşla “milli menfaatler” adı altında iç politikada faşistleşmeyi tabana yaymaktadır. AKP MHP faşist iktidarı, işçilerin üretimden gelen güçleri olan grev salahına başvurmasını kararnamelerle yasaklamaklarken, bununla yapmak istediği asıl şeyin sermayenin çıkarları olduğunu da “milli menfaatler” demagojisiyle saklamaktadır. Son açıklanan Asgari ücret, emekçileri açlık sınırına mahkûm eden bu sömürücü- barbar zihniyetin sadece küçük bir görüntüsüdür.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2025’te geçerli olacak rakamı belirlemek üzere ilk toplantısını 10 Aralık’ta, ikinci toplantısını 16 Aralık’ta, üçüncü toplantısını 19 Aralık’ta yapan komisyonun dördüncü toplantısında açıkladığı miktarla dağa fare doğurttu! Asgari ücretin 2025 yılı için yüzde 30 artarak 22.104 liraya gelmesi, hayat pahalılığı krizinin yükünün çalışanların sırtına yüklendiğinin en net göstergesi. Biraz geriden aldığımızda; 2021’de enflasyon zaten yüksekken TCMB faiz indirimlerine başladığında, yaşanan TL’nin hızla değersizleşmesi oldu. Bu değersizleşme birkaç ay içinde enflasyon verisine yansımaya başladı ve ücret pazarlıklarının yapıldığı dönemde 2021 sonu ve 2022’nin ilk birkaç ayı pek çok fiili greve, ücret artışı ve örgütlenme mücadelesine sahne oldu. Emek Çalışmaları Topluluğu’nun (EÇT) derlediği verilere göre, 2022 yılında hak arama eylemlerine katılan işçilerin sayısı 155 bini geçerek, 2015 yılındaki ‘Metal Fırtına’ eylemlerine katılan işçi sayısını geride bırakmıştı. 2023 yılına yine hayat pahalılığı krizi damgasını vurdu. Seçimlere kadar olan dönemde, asgari ücret artışları ve bazı telafi edici önlemler nedeniyle ekonomik zorluklar nispeten azalsa da, 2023 seçimleri sonrası Mehmet Şimşek’in ekonomi yönetiminin başına getirilmesinden sonra yaşananlar, hayat pahalılığı krizinin derinleşmesine neden oldu. Özellikle yaz aylarında döviz piyasasının serbestleştirilmesi denemesinin hızla kontrolden çıkarak TL’nin hızla değer kaybetmesiyle sonuçlanması ve getirilen ek vergiler, enflasyonun yeniden zirve yapmasına neden oldu. Ancak bu sefer enflasyon artışına faiz artışları ve kredi kısıntıları da eşlik etti. Dolayısıyla 2023’ün ikinci yarısında yaşam koşulları daha da zorlaştı. Bu zorluklara karşı, yine EÇT’nin derlediği verilere göre 2023 yılında hak arama eylemlerine katılan işçi sayısı 202 bine yaklaştı. Bu durum, 2021 sonunda başlayan işçi sınıfının hayat pahalılığı krizine karşı geliştirdiği kolektif tepkinin 2023’te de devam ettiğini gösteriyor.

Asgari Ücret Miktarı İktidarın Halka Karşı Yürüttüğü Savaşın Bir Kez Daha Duyurulması Anlamına Geliyor!

Emekçiler açısından 2024 gündemini belirleyen Şimşek programı oldu. Ekonomi yönetiminin takip ettiği enflasyonu düşürme programı, TL’nin reel olarak değerlenmesine (faiz artışları) ve reel ücretlerin baskılanmasına dayanıyordu. Ancak bu program 2024 yılı boyunca enflasyonu kontrol etmede başarısız olmuştur. Yani hayat pahalılığı krizi giderek derinleşmiştir. Dahası, 2023’ten farklı olarak konut ve gıda fiyatlarındaki artışlar sadece büyükşehirlerle sınırlı kalmamış, Anadolu’nun pek çok şehrine de yansımıştı. İşçi sınıfının hak arama mücadelesinin hala canlı ve dinamik olduğunu gösteriyor. Çalışanlar, hayat pahalılığı krizine karşı harekete geçip tepkilerini gösteriyor ve kimi zaman önemli kazanımlar dahi sağlayabiliyorlar.

Sonuç itibariyle Ekonomi yönetiminin başına geçen Şimşek uluslararası sermayenin çıkarlarını pervasızca uygulamaktadır. Şimşek programının, Nebati programından devralarak uyguladığı reel ücretleri baskılama politikası, ciddi bir karşı çıkış görmediğinden, enflasyonla mücadele programının maliyeti çalışanların sırtına yükleniyor. Ekonomide durgunluğun beklendiği 2025 yılında, hayat pahalılığı krizine karşı örgütlü olarak verilen tepkiler ve bu hak mücadelelerinin geniş bir dayanışma ağıyla sürdürülmesi, emek cephesinin temel hedeflerinden biri olmalıdır. Ek olarak, emek cephesinin yükselişi durumunda bunu karşılayabilecek güçte ve gelişkinlikte bir siyasi merkezin yaratılması, önemli bir hedef olarak görülebilir. Kötüleşen ekonomik koşullar ve artan eylemlilikler kitlelerin sendikal ve siyasal konulara ilgisini arttırmış, devrimcilerin işçilerle daha rahat bağ kurabilmesi ve çeşitli konuları tartışabilmesi için daha uygun bir zemin oluşturmuştur. Topluma dayatılan kölelik ve açlık sınırında yaşam, emekçiler cephesinde gelişecek tepkileri koşulladığından, faşist sermaye iktidarı her zamanki gibi yine “milli menfaatlerin” (ki işçi sınıfının böyle bir menfaati yoktur) gölgesinden, ezilen halka kin ve düşmanlık araçlarını devreye koymaktadır. İşçi sınıfının üretimden gelen gücünün yasaklanması, bu düşmanlığın sadece bir ifadesidir. Polis terörü, faşist hukukla gözaltına alınan-tutuklanan toplumsal muhalefet güçleri, yasaklanan her türlü sokak eylemi, faşizmin çıplak yüzünün tarifidir.

Derin Yoksullaşma

Bugün AKP-MHP İktidar blogu sermaye sınıfının birikim sürecine uygun olarak ucuz emek politikasını sürdürmeyi amaç edinmiş faşist bir iktidardır. Toplumda derin bir yoksullaşmaya hizmet edecek bu politika, enflasyon yoluyla alım gücünün düşürülmesini, genel ücret düzeyinin asgari ücret düzeyine çekilmesini, emeklilerin açlık sınırının altında yaşamasını ve yedek işgücü ordusunun, yani işsizliğin daha da artıp insanların sefalet ücretine rıza göstermesini amaçlıyor. İşçiyi ve memurları örgütlü anlamda harekete geçirebilmek için onların somut sorunları üzerinden bir politika gütmek gerekiyor. Kuşkusuz işçisi ve memuruyla kamu emekçileri de bu hayat pahalılığı ve enflasyon karşısında zor koşullarda yaşıyorlar. Yoksulluk sınırının 70 bin lira olduğu bir ülkede, 40-50 bin liralarla da geçinmek mümkün değil. Ülke kaynaklarının sermayeye aktarıldığı “Müşteri garantili havaalanlarına, müteahhitlere, 3’er 5’er maaş alan bürokratlara, faiz ve Kur Korumalı Mevduat sistemine aktarılıyor. Çocuklarımızın eğitiminden, halkımızın sağlığından tasarruf edilen kaynaklar sarayların itibarına aktarılıyor. Saray harcamaları dudak uçuklatıyor. Sarayın her yıl katlanarak artan günlük harcaması son hesaplamalara göre 3 bin 526 asgari ücretlinin maaşına denk gelmektedir. bu örnek aynı zamanda bu kan emici sistemin, toplum itibarında, ciddi anlamda artık hiçbir meşrutiyetinin kalmadığının ifadesidir. Yani bütün bu olgular aynı zamanda, bu sistemin alaşağı edilebilmesi için gereken nesnel koşulların kuvvetle mevcut olduğunun da birer ifadesidir.

Bu gerçekliklerin hatırlattığı şey, sınıf mücadelesi tarihinde doğruluğu defalarca kanıtlanmış kurallardır ve özeti şudur: Sınıf mücadelesindeki yeni yükselişlerin, yılgınlığa kapılanları diriltici ve uyuklayanları uyandırıcı muazzam bir gücü var. Fakat her ne olursa olsun, her yeni yükseliş döneminde öncelikle dikkat merkezine konulması gereken sosyal sınıfın işçi sınıfı olduğudur. İşçi sınıfının sabırlı, ama yıkıcı öfkesinin beslediği siyasal perspektifi temel alanlar, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinde daha güçlü geleceğe yürüyebilirler. Yaşam bu gerçeği doğruladı ve doğrulamaya da devam edecek.

Önceki İçerikEmperyalizmin Yapısal Krizleri, Savaşlar ve Bir Kez Daha Orta Doğu!
Sonraki İçerikTarihsel Dayanakları ve Güncelliğiyle Devrimci Enternasyonalist Hareket- 1