Devrimci teorinin önemi

Hızla gelişen toplumsal hayat, kendi türevi veya parçası olan ideoloji ve teoriyi etkiler. Düşünceler değişen zamanın özelliklerine paralel bir özellik ve muhteva kazanır. Değişmeyen, gelişmeyen ve zamanın devrimci ruhunu yakalayamayan teori ve politikalar birer dogmaya dönüşür. Bu durumda eski, insanların sırtına binen ağır bir yük ve devrimcileşmeyi engelleyen başlıca faktöre dönüşür. Çürüme ve yozlaşma bu tip durumlarda bir iç olgu olarak kendini hissettirir. Eskinin ruhu bir hayalet gibi insanların sinesine çöker ve insan zaman dışı bir yerdeymiş gibi eskiyi sayıklar durur. Tekrardan tekrar çıkarmak bir ayeti rasyonelleştirme yöntemine döner. Bunu yapanlar, kendilerini zamanın en keskin devrimcileri olarak görür. Kendileri gibi teori ve siyaseti dogmaya indirgemeyenleri dinden çıkmış sapkınlar olduğunu düşünür

HABER MERKEZİ (08.05.2016)- Gazetemizin 121. Sayısında yayınlanan ‘’ Devrimci teorinin önemi’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

 Vahiy ile bilgi arasındaki fark, birinin sorgulanabilir diğerinin ise sorgulanamaz olmasıdır. Bilgi, kendi nesnesi ile ne tür bir bağ içinde olduğu ve kendi nesnesini ne ölçüde dile getirdiği kapsamında değerlendirilir. Ve bu kapsamda geliştirilebilir, değiştirilebilir bir özelliğe sahiptir. Eğer bilgi ile nesnesi arasında doğru olmayan bir orantı varsa, burada bizzat kavram olarak bilgi ile nesnesinin doğası arasında bir gözlem ve benzeri yollar ile bu durum açıklığa kavuşturulup, düzeltilebilir. Nesnenin doğası uygun tarzda öznenin yaklaşımları ile gözden geçirilerek, bilginin kendisi sorgulanabilir ve düzeltilebilir. Burada bilginin zenginleştirilebilir ve değiştirilebilir yolu açıktır. Bu manada belirli bir bilgi oluştuğu ilk ana çakılı kalmaz, tersine o andan itibaren olgunlaşarak yoluna devam eder. Nesnelerin tarihi aynı zamanda bilginin ve kavramın da tarihidir. Bu nesne bizzat doğa olabileceği gibi, toplumun kendisi de olabilir. Hatta kavramın kendisi de bilginin objesi olabilir. Bir partinin kendisi, tarihinden bir kesit nesneniz olabilir. Neye yönelmişseniz, neyi araştırma konusu yapmışsanız nesneniz odur. Dolayısıyla bilgi, bilim oldukça ayrışmış ve farklı alanlarda uzmanlık gelişmiştir. İlkel düşünceden bugünkü bilgi aşamasına düşüncenin serüveni hayli zengindir. Bilgi tartışmaya, eleştiriye açıktır ve bu yolla boyutlanır, anlam kazanır, kendini aşar. Toplumun farklılaşmasına bağlı olarak içerikler alır. Devrimci, muhafazakâr gibi…

Ama bir başka bilgi türü olan mitolojik inançlar, dinler ise anlattığımız yukarıdaki bilgiden farklıdır. Bu bilgi türleri inanca dayanır. Büyüklerden sonrakilere gelenek yoluyla, sorgusuz-sualsiz geçer. Tartışmaya ve sorgulanmaya kapalıdır. Özümsetilirler, ezberletilirler, dikte ettirilirler. Bu anlamda tarihte bir evrimi olsa da, bu evrim diğer bilgi türleri gibi değildir. Yeni nesiller, mitolojide tasavvur edilen canlı doğa ve tanrılaştırılmış figürler hakkında akıl yürütmez. Sadece var oldukları, kendilerine ulaştığı biçimiyle savunurlar. Bunlar hakkındaki akıl yürütme bunları rasyonelleştirmeden ibarettir. Herkül neden güçlüdür? Düzgün Baba neden keramet sahibidir? gibi sorular sorulamaz ve bunlara cevap aranamaz. Sadece Herkül’ün gücü ile Düzgün Baba’nın kerameti hakkındaki düşünceler insanlara aktarılır ve bu aktarım kendi koşulları içinde makul bir rasyonellik kazanır. Kuşkusuz bu inanç türlerinin neden doğduğu ve kendini uzun süre nasıl koruduğunun bilgisi, bu inanç alanın dışında bu alanları inceleyen bilgi alanlarından gelmektedir.

Yüksekten serbest bırakılan bir nesne neden ve nasıl olur da düşer? diye bir sorgulama yapılabilir ama tanrı neden gözükmez ve nasıldır? şeklinde bir sual olamayacağı gibi, bu tür sualler, bu bilgi alanı içinde ayrıca günah olarak kabul edilir. Bu alandaki bilgi mutlak ve değişmezdir. Bu alan içinde tanrının tarihi yoktur ama bu düşüncelerin oluşmasında insanlık tarihinin serüvenini inceleyerek, tanrı fikrinin oluşmasının tarihini kayıt edebilirsiniz. Dogmaların tarihi dini kavramlara gömülmüştür. Tamamen metafizik bir akıl yürütme üzerinde yürür. Tümdengelim mantığıyla rasyonellik kazanır. Ve yeni bir bilginin kapısını aralamaz. Tekrardan, totolojiden ibarettir.  Böyle olmasına rağmen, toplum içinde yaygın kabul ve etki alanı vardır. Kuşkusuz geleneksel düşünce biçimleri, zamanla faklı işlevler kazanabilirler.

Geleneksel düşünce tarzları halk kitleleri üzerinde etkilidir. Geleneksel tarz düşüncenin ilerisine geçebilmek zahmet gerektiren, uğraş gerektiren bir özelliğe sahiptir. Bu zahmetli iş, maalesef biz devrimciler tarafından büyük oranda burjuvazinin kendisine bırakılmıştır. Burjuvazi de entelektüel alanı kendi sınıf çıkarları doğrultusunda hegemonik bir baskı unsuru olarak kullanmaktadır. Ezilen kitleler, geleneksel düşünce ile burjuvazinin bu baskısı arasında boğulmaktadır.

Devrimci hareketler de kitleselleştikçe, kendi çevresinin etkisi ve düşünce biçimlerinden kaçamaz bir pozisyona gelir. Eğer devrimci bir yükseliş içinde değillerse, kendi çevresinin prangalarına tutulurlar; onların hoşuna gidecek politik bilgi üretimi yaparak, geleneksel düşünce tarzlarının esiri olurlar. Ve burada dinde olduğu gibi teoriyi bir dogmaya çevirme eğilimi gelişerek güçlenir. Ve öyle bir noktaya gelir ki bu durum, devrimci önderleri de esir alır. Eğer önderler, entelektüel alanı devrimci bir eylem mevzisi olarak geliştirmeyi beceremezlerse, giderek kendileri de sıradanlaşır. Şu veya bu kurumda önder olmak, devrimci düzlemin her alanında önderlik vasfını kendiliğinden doğurmuyor. Ayrıca Hızla gelişen toplumsal hayat, kendi türevi veya parçası olan ideoloji ve teoriyi etkiler. Düşünceler değişen zamanın özelliklerine paralel bir özellik ve muhteva kazanır. Değişmeyen, gelişmeyen ve zamanın devrimci ruhunu yakalayamayan teori ve politikalar birer dogmaya dönüşür. Bu durumda eski, insanların sırtına binen ağır bir yük ve devrimcileşmeyi engelleyen başlıca faktöre dönüşür. Çürüme ve yozlaşma bu tip durumlarda bir iç olgu olarak kendini hissettirir. Eskinin ruhu bir hayalet gibi insanların sinesine çöker ve insan zaman dışı bir yerdeymiş gibi eskiyi sayıklar durur. Tekrardan tekrar çıkarmak bir ayeti rasyonelleştirme yöntemine döner. Bunu yapanlar, kendilerini zamanın en keskin devrimcileri olarak görür. Kendileri gibi teori ve siyaseti dogmaya indirgemeyenleri dinden çıkmış sapkınlar olduğunu düşünür. Politika ve politikanın konusu olan ana hatları değişmez sabitlere indirgeyen anlayışlar, anakronik çıkmaza saplanır. Örneğin, sosyo-ekonomik bir yapıyı değişmez bir sabite indirgemek, devrim ve ittifak güçlerini değişmez olan politik bir sorun olarak görmek, mücadele eksen ve yollarını sabit durağan bir şey olarak algılamak, parti programlarına taşlaşmış esnek özelliği olmayan bir mana yüklemek, strateji ve taktikleri değişen koşullardan bağımsızmış şeklinde algılamak gibi…

Örneğin, “Ülke kapitalisttir” tespitine karşı, ‘Ne zaman devrim oldu?’, ‘Emperyalizm kapitalizmi nasıl geliştirir?’, ‘Emperyalizm ilerici midir?’ gibi Aristocu bir mantıkla karşılık verilir. Kendi içeriği üzerinde manasız kalan bu sorular, emperyalizmi kapitalizm değilmiş ya da kapitalizm gittiği yerde kapitalist ilişkiler dışında farklı bir ilişki geliştirirmiş anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu akıl yürütme tarzının ne kapitalizmin doğasının anlaşılması ne de diyalektik bir uslamlamayla alakası vardır. Emperyalizm, bu manada kapitalizm bir dünya sistemidir. Emperyalizm ne kadar gerici ise kapitalizm de o kadar gericidir. Kapitalizmin dünyada yayılması, gittiği yerlerde kapitalist ilişkilere neden olması ilericilik değildir. Yüz, iki yüz yıl öncesinin argümanlarıyla bugüne açıklık getiremeyiz.  “TC kapitalisttir” dendiğinde, ‘Emperyalizm ilerici midir?’ şeklinde bir akıl tutulmasına düşmek, kapitalizmin “iyi” bir şey olduğunu savlamak ve onu olumlamak anlamına gelir. Bu manada kapitalizmin tüm “kötülük”lerin kaynağı olduğunu biliyor ve dolayısıyla yadsıyoruz. Bir ülkenin kapitalist olması, onu kapitalist yapan etkenlerin “iyi” olduğu derecelendirmesine tabi tutulmasını gerektirmiyor.

Keza bir ülke siyasal üst yapısında kapitalizm ve piyasasına yönelik kolaylıklar sağlaması, bu temelde yasal kolaylıklar oluşturması, o siyasal yapıyı ne devrimci ne de ilerici bir rol sahibi yapar. “TC” de “Cumhuriyet” kurulduğu günden itibaren burjuva karakteristik bir üstyapı modelini esas almıştır. Bu özelliği gereği kapitalist ilişkilerin gelişmesine açık bir tarafı olmuştur. Dönemsel her kriz ve rejim değişikliği feodalizmin değil kapitalizmin gelişmesine vesile olmuştur. Bunlar veri olarak ölçülebilir, kanıtlanabilir durumdadır.

Devrimci teorinin özünün anlaşılmaması veya teorinin gücünü dindeki gibi bir dogmaya indirgenmesinin yarattığı sonuçlardan bu tür körlükler doğar. Genelde tüm çalışma alanlarımızda bu tür yöntemsizlikler ve devrimci teori ve politikanın öneminin küçümsenmesi sonucu bir dizi sakatlıklar oluşmaktadır. Sorun sadece bir sosyo-ekonomik yapıya yaklaşımla ilgili değildir, sorun tüm konulara indirgenebilir. Eğer devrimci bir teori ile kuşanmamış iseniz “pratik” dediğiniz alanda karanlıkta yürür gibi yürürsünüz. Kazanılmış alışkanlıklar üzerinden bir pratik faaliyet yol açıcı olamaz.

Önceki İçerikKilis’e atılan bombaların kaynağı Ankara’dır
Sonraki İçerikBir komünizm serüvencisi: Armenak Bakırcıyan