Devrim

Mülk sınıflarına ve mülksüzlere ait olmak üzere iki tür devrim var. Mülk sınıflarının devrimi, mülk sistemi içinde gerçekleşir. Bu devrim bazen, İngiltere’de Oliver Cromwell’in temsil ettiği İngiliz burjuvazisinin yaptığı gibi devlete egemen olan bir sınıfın veya zümrenin egemenliğini yıkar, onun yerine kendi egemenliğini kurar. Yani sisteme bekçilik eden devleti parçalamaz, onu ele geçirir. Bazen de Fransa’da olduğu gibi kralın başını çektiği feodal aristokrasi ile bir kısım kralcı mali burjuvaziye bekçilik eden devleti kısmen parçalar ve yerine burjuvazinin devletini ikame eder.

Modern teoriyle donanmış mülksüzlerin devrim anlayışı, mülk sistemine karşı yükselir ve toplumu tamamıyla mülksüzleştirmeyi amaçlar. Bu devrim anlayışını da iki tipe ayırabiliriz. Birinci tip, mülk sistemine bekçilik eden hazır devleti parçalar ve onun yerine mülksüzlerin merkezi devletini kurar ve bu devlet aracılığı ile toplumun mülkünü, süreç içinde devlet mülkü haline getirir. Yirminci yüzyıl, bu tip büyük devrimlere tanık oldu. İki büyük küresel savaşın doğurduğu derin yıkımlardan doğan  bu tip büyük devrimler, yarattıkları bürokratik, militer mülk devletlerinin kurbanı olmaktan kurtulamadılar. Mülk devletinin kaçınılmaz olarak ürettiği yeni sınıfın bir bölümü, -Sovyetler ile Doğu Avrupa’da olduğu gibi- halkın tarih bilincinde, inancında, ahlakında, yaşam tarzında vb. yaşayan ve de görünmeyen sivil devlete dayanarak, kitle galeyanı ile devleti ele geçirip, restorasyonu tamamladı. Çin, Kore ve Vietnam gibi ülkelerde ise bu durum süreç içinde, sessizce gerçekleşti.

İkinci tip devrimin bir başka örneği Paris Komünü’dür. Devrim, burjuva devlet makinesini lağvetti; bunun yerine, kitlelerin doğrudan yönetim ve icra organları olan komünleri geçirdi. Savunmayı, halkın genel silahlanması esasına dayandırdı. Hayat, tabandan tepeye doğru kurulan komünlerin, yani doğrudan demokrasinin denetimi altına girdi. Her birey,  hayatın yönetmeye, yasa yapmaya, uygulamaya ve savunmaya ilişkin görevlerine etkin biçimde sarılmaya başladı. İlke, hayatı yaratan, onu yönetebilir, yasa yapabilir, uygulayabilir ve doğrudan silahlanıp hayatı savunabilir şeklindeydi. Hiç kuşku yok ki bu, sistemden çok daha ileri boyutlarda bir kopuştu. Sistemin devletini farklı bir biçim ve özde yeniden kurmuyor, o devletin görevlerini halka ve onun içinde yer aldığı komünlere dağıtıyordu. 

Günümüzün devrimi, sisteme, devlete ve halkın bilincinde, ruhunda, inancında, ahlakında, alışkanlıklarında, geleneklerinde, yaşam tarzında var olan, görünmez sivil devlete yönelmek durumundadır. Sistemin resmi devletini yıkmak nispeten kolaydır. Zor olan, sivil devletin yıkılmasıdır ki, oldukça uzun bir tarihi süreci kapsar bu. Devrimi yapacak olan kadroların, komünistlerin, kendi içlerindeki sivil devletten kurtulmaları da kolay değildir. Bu kadrolar mülkten kolayca kurtulabilirler, ama mülk duygusundan, sivil devletten kurtulmaları kolay değildir, süreç işidir. Profesyonel, merkezi bir devlet kurmayı amaçlayan her devrim, niteliği ne olursa olsun, son tahlilde sistem içi bir devrimdir.

Önceki İçerikGezi ve Kadınların Görünürlüğü
Sonraki İçerikKitlelerle buluşmanın seçkin komünist önderlerinden: İsmail Bulut