Devrim ve Adalet/Kazım Cihan

Bu durumda CHP Sokağı sükûnete çağırdı. Tek adam rejimini ve AKP devletinin ezilenlere ve emekçilere düşmanlığı birinci özelliktir. OHAL, bu temelde pratikleşti. Ve şimdi olağan bir hal aldı. Elbette sıra burjuva muhalefete de gelecekti. Tek adam rejiminin burjuva muhalefete tahammülü olmayacaktı. Faşizmin tarihsel hakikatleri böyleydi. MHP’yi de ortak payanda yapan AKP devleti burjuva muhalefeti de sıkıştırdı. 1930’lar, 1940’lar ve diğer başka zamanlar CHP kumandalı iktidar da aynı şeyleri yapmıştı. O durumlarda dinci blok demokrasi havarisi kesilmişti. Tabii ki o dönemler Kemalist devlet baş düşmandı. Bunu tarihsel çıkışlarında Kaypakkayalar söylemişlerdi. Okun sivri ucunu buna yöneltirlerken diğer egemen sınıf blokunun mahiyetini de deşifre etmişlerdi. Şimdiki durumda CHP bloku, RTE rejimi tarafından iteklenmiştir ve burjuva çıkarlar ekseninde de olsa başkalarının muhatabı haline gelmiştir. Devlette güçlü ve etkin bir konumu yoktur. Bunu çeşitli analiz yazılarında Maoist komünistler ele alma durumunda oldular. Devlete egemen olan İslami faşizmin baş düşman olduğunu ifade ettiler

HABER MERKEZİ(19.07.2017)-Türk İslamcı egemen sınıflar bloklarının, yani dinci ve Türkçü kesimlerin yönelim olarak ortak oldukları stratejik temel; tarihleri boyunca işgalci-inkârcı soykırımcı tekçi oluşları gerçeğidir. Bu açıdan Türk devlet idamesinde iki blokun özellikle Kürtlere, Alevilere, diğer ezilen milliyetlere ve inançlara karşı bu stratejik temel ortaklığı gözden kaçırılmamalıdır. Türk devletinin kuruluş felsefesinde dinci ve Türkçü çıkarlar bölünmesinin ötesinde bahsettiğimiz ana temada ikisinin ortaklığı tarihsel bir hakikattir. Faşizm yapısal bir Türk devlet gerçekliğidir. Bu, partilerden öte iktisadi-siyasi-sosyal verili tarihsel koşullar açısından Türk egemen ulus devletinin aldığı zorunlu bir biçimdir. Şu veya bu partinin özel tercihi değil. Bundandır ki faşizme karşı mücadele bir devrim mücadelesidir. Devrimsiz gerçek demokrasi boş bir yanılsamadır. CHP noktasında da gerçek budur. CHP, Türk egemen ulus devletinin kuruluş felsefesinin politik parti olarak kurumsal temsilcisiydi. Fakat tüm bunlar bugün ‘adalet’ denilen yürüyüş karşısında stratejik sloganlarla yetinmemizi, bunları tekrar edip durumu geçiştirmemizi gerektirmez. Biliyoruz ki 16 Nisan hileli EVET sonucunun ilanı, kitlelerde büyük bir öfke birikimine yol açmış, sokak ciddi bir mücadele alanı olarak gündemleşmiştir. Bu durumda CHP Sokağı sükûnete çağırdı. Tek adam rejimini ve AKP devletinin ezilenlere ve emekçilere düşmanlığı birinci özelliktir. OHAL, bu temelde pratikleşti. Ve şimdi olağan bir hal aldı. Elbette sıra burjuva muhalefete de gelecekti. Tek adam rejiminin burjuva muhalefete tahammülü olmayacaktı. Faşizmin tarihsel hakikatleri böyleydi. MHP’yi de ortak payanda yapan AKP devleti burjuva muhalefeti de sıkıştırdı. 1930’lar, 1940’lar ve diğer başka zamanlar CHP kumandalı iktidar da aynı şeyleri yapmıştı. O durumlarda dinci blok demokrasi havarisi kesilmişti. Tabii ki o dönemler Kemalist devlet baş düşmandı. Bunu tarihsel çıkışlarında Kaypakkayalar söylemişlerdi. Okun sivri ucunu buna yöneltirlerken diğer egemen sınıf blokunun mahiyetini de deşifre etmişlerdi. Şimdiki durumda CHP bloku, RTE rejimi tarafından iteklenmiştir ve burjuva çıkarlar ekseninde de olsa başkalarının muhatabı haline gelmiştir. Devlette güçlü ve etkin bir konumu yoktur. Bunu çeşitli analiz yazılarında Maoist komünistler ele alma durumunda oldular. Devlete egemen olan İslami faşizmin baş düşman olduğunu ifade ettiler. Durum beyan ötesinde stratejik yönelimi kaybetmeden taktiklerde değişiklikler gerektirir. Çıplak söylersek AKP’li RTE rejimi baş düşmandır. Baş düşman, siyasette okun doğrultulacağı asıl hedefi anlama, ona göre davranma meselesidir. Tabii ki bu davranmada amaç kitlelerin öfkesini devrim için hazırlamayı yadsımamalıdır. Düzen zordadır. Zordaki AKP düzenine gerekli darbeyi vurmak taktiği, stratejiye bağlı ana meseledir. Devrimci savaş dört bir yana yumruk sallamaz. Hedefi daraltmak, geniş kitleleri kazanmak devrimci siyasetin doğasında vardır. Bu taktik esneklik aynı zamanda keskin bir stratejik katılığı da gerektirir. Taktik esneklik de kaybedilemez. Bir haksız savaş suçlusu olarak RTE suçüstü yakalanmıştır. MIT tırları haberlerinden rahatsız olmasının nedeni budur. Bir uluslararası ceza mahkemesinde yargılanması hem geniş kitlelerin ve hem de çıkar çatışmasından ötürü bile olsa dünya ve bölge uluslararası bazı egemenlerinin, seslendirmeseler bile talebi haline gelmiştir. Bölgede ve uluslararası alanda sıkışmış bu sultanlık rejimine, devrimci merhamet darbesi, bu talebi atlayamaz. Kuyrukçuluğa, yanılsamalara, düzen içiliğe düşmeden devrimi esas alarak, HAYIR sinerjisini bugün kitlelerin özgürlük-adalet talepleriyle birleştirip ilerlemek görevdir. Toplumsal muhalefet CHP’yi de sıkıştırmıştır. Bu kötü değil iyi bir şeydir. Gezi korkusu düzeni sıkıştırmıştır. ‘ADALET’ talebi ile geniş kitleler bir seferber olma mecrasına girmişlerdir. Biz hukukun ne olduğunu biliyoruz. Hukuk, ekonomik siyasi ve sosyal koşullardan azade, kendi başına herkesi düşünen, ya da ‘adalet’ bu durumlardan muaf bir dengeleme alanı değildir. Her zaman egemen olanın hizmetinde ve bu durumda yurttaşların rızasını üretmek için bazı biçimsel haklar manzumesini ifade eder. Bunları biliyoruz. Bunları bilmek kitlelerde biriken öfkenin dayandığı taleplere ilgisizliği gerektirmez. İlgisizler, siyaset değil küçük pedagojik terbiye kurumları olmanın ötesine gidemezler. Evet bu taleplerle yola çıkan kitleler eğer devrim hazırlıklı ve örgütlenmişse ne yapacağını biliyorsa; düzeni zorlayan, onu asmaya meyil eden devrimci dinamiklerin biriktirilmesine götürür. Bakın Semih ve Nuriye’nin ikili mevziisinin açlık grevinin sessiz çoğunluğu şimdi yavaş yavaş sarsmaya başlayan boyutu önemli bir derstir.

Biz realist-pozitivist değil, geleceğe yürümenin hakikat dinamiklerinin bilincinde olan yürüyüşçüleriz. Kuyrukçuluğa, yanılsamalara, düzen içiliğe düşmemenin devrimi esas almanın temeli buradadır. Bu temel her somut durumda hayatın dinamizmini stratejiye bağlı, politikayı dinamik ele almanın gereğini de anlatır. Aksi halde kuru laflar içerisinde bir boğulma anaforu içine girilir. Ekim Devrimi, iş, ekmek, barış, özgürlük talepleri ile başlamadı mı? Bu talepler, kitlelerin hayatlarında yüzleştikleri ancak tüm sebeplerini halen bilemedikleri harekete geçme dinamikleriydi. Bilinçli önderlik, böyle gerçeklerin bilincinde onları, bilinçle örgütleyip devrime taşıyan önderliktir. Ki geleneklerimiz bu durumlara ilgisiz olmadılar. 15-16 Haziran ya da Gezi, bilinçli devrimci komünist bir kalkışma değildi. Bazı embriyonik bilinç öğelerini içerseler de kendiliğindencilik sınırlarını aşamadılar. Zaten aşabilseler devrimci önderliğe ne gereksinim olur ki? Öyleyse toplumun ‘adalet’ taleplerine de ilgisiz kalamayız. CHP’yi MHP’yi AKP’yi ‘eleştirmek’ büyük bir marifet değildir. Bunlar teşhir edilir. Silahların eleştirisi düzene karşı mücadelede esastır. Dolayısıyla CHP gibi bir düzen partisi niye bizim düşündüklerimizi formüle etmiyor diye sitem edilecek bir kürsü değildir ya da şimdi onun önderliğinde diye büyük bir toplumsal talebe karşı sırt dönecek değiliz. Rusya’da papaz Gapon- Karayüzlerin önderliğindeki kitle hareketlerine Lenin’in tavrını hatırlayalım. Kitlelerin taleplerini selamladı. Onlarla birleşmeye çalıştı. Yine Mao’nun egemen sınıflar arası çatışmada ilgisiz olmayan ama kuyrukçu da olmayan yararlanma siyasetini yani devrimi ilerletmek için ona bağlı hamlelerini hatırlayalım. Şimdi gerçek şudur: Sokağa karşı çıkan CHP gibi egemenlerin bir bakıma çareleri kalmamıştır. Sokağa çıkmışlardır. Kendi çıkarları için de olsa kitleleri sokağa davet etmektedirler. Bu refleks devrimin lehinedir. Şöyle diyemeyiz, ‘Biz size demiştik, oh şimdi size de iyi oldu. Ne haliniz varsa görün!’ Hayır böyle dememeliyiz. Devrim, bir kişisel öç alma yürüyüşü değildir. Ne söyleyecekse nasıl ilerlenilecekse söylemelidir. Yine tekrarlayalım, biz, ‘hak’ kökenli ‘adalet’ burjuva toplumlarındaki hatta sosyalizmde bile burjuva sınırları köklü aşmayan manzumeleri kutsayanlardan değiliz. Sömürücü toplumların her birinin de ifade ettikleri ‘haklar’ vardır. Toplumu aldatmak için. Ve zaten sloganlarını onlar ‘mükemmel’ sentezlediler. Dediler ki “Adalet mülkün (yani devletin) temelidir” öyledir de. Biz neyiz? Devrimci savaşla bu durumu aşma, komünizme yürümek için proletarya ve emekçilerin devleti fethetmesini sağlama, devletsizliğe geçme yürüyüşçüleriyiz. Fakat biz bugünkü tarihsel gerçeklerde Sur’un yıkımını, tarihi-kültürel soykırımını, yasaklanmış grev ve taşeronlaştırılmış esnek çalışma siyasetleriyle sendikal örgütlenmeleri, tasfiye edilen işçilerin adalet ve örgütlenme özgürlüğü taleplerini görmeyecek miyiz? Ve şimdi biz bu temelde adalet diye yola düşmüş kitlelerle birleşme diye bir görevi savsaklayacak mıyız? Komünistlerin adalet taleplerini pratik mücadele içerisinde göstermeli, bir rol çalma figürü olan CHP’ye kitleleri teslim etmemeliyiz. Görev budur. Evet yürüyüş Edirne’ye Kürdistan ve Türkiye’nin her yanına ulaşmalıdır. Halkların birleşik hareketini yaratmayı devrimciler asla unutmamalıdır.

 

Önceki İçerikKadın ve Sanat üzerine/Aycan Solmaz
Sonraki İçerikBölgede durum/Derya İshak