HABER MERKEZİ (23.05.2016)-Gazetemizin 122.Sayısında yayınlanan ‘’Davutoğlu’na baypas ve dokunulmazlıklar’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
Başbakan Davutoğlu tüm sadakat ve memuriyet vazifesine rağmen reisi Erdoğan’ı tatmin edemedi. Davutoğlu düzenlediği basın toplantısıyla görevini bırakmak zorunda kaldığını söyleyerek, Erdoğan’ın kendisini başbakanlıktan azlettiğini duyurmuş oldu. Görevden el çektirilen Davutoğlu düzenlediği bu basın toplantısında AKP’nin olağanüstü kongreye gideceğini ve bu kongrede aday olmayacağını duyurarak örtülü istifasını duyurmuş oldu. Böylece Erdoğan/AKP cemaati içinde kaynayan kazan taştı ve aynı zamanda Erdoğan’ın tek adam olarak belirleyici olma pozisyonu bir kez daha tasdik edilmiş oldu. Ve bu durum siyasi partilere karşı kayıtsız olması gereken cumhurbaşkanının AKP’nin iç işlerine karışmaktan da öteye onu nasıl kontrol edip doğrudan yönettiğini çıplak biçimde gözler önüne serdi. Bu durumla devlet sisteminde bilinen teamüllerin nasıl değiştiği-değiştirildiği de görülmüş oldu…
Davutoğlu’nun istifası Erdoğan/AKP disiplini içinde Erdoğan’ı kayırma kaygısıyla biçimlendirildi. Kongreye gidilerek başbakanlığın bırakılması daha uygun görüldü. Olağan bir istifa süreci de işletilemezdi. Zira rızasıyla istifa etmiyor, ettiriliyordu. Bu istifa gerekçeleriyle yapılan olağan bir istifa halinde işletilseydi Erdoğan’ın gerçek yüzü deşifre edilmiş olacaktı ki, bunun önüne geçmek için kongre kararı alınarak kongrede yeni parti başkanı ve başbakanın belirlenmesi kararlaştırıldı… Ancak her şeye karşın Davutoğlu’nun basın toplantısındaki açıklamaları durumu alenen ortaya koyuyordu. Başarılı bir başbakanlık yaptığını ve görevi bırakmasının başarısız olmasından kaynaklanmadığını, kendisine dayatılan şartlarda zorunlu olarak görevi bırakmak durumunda kaldığını açıklayarak madalyonun tura yüzüne işaret etmiş oldu. Dahası, Davutoğlu Erdoğan ile insani dostluk ilişkilerini sürdüreceğini, bu dostluğun devam edeceğini söylerken, siyasi ilişkilerinin bittiğini de duyurmuş oluyordu. Davutoğlu Erdoğan’la yürüyemeyeceğini ama AKP ile devam edeceğini anlatarak partici olduğunu gösterdi…
Kısacası başkanlık sistemine geçiş için başbakanlık kurumu Erdoğan tarafından baypas edilirken, başbakana da darbe yapıldı. Başbakan’ın görevden alınması ve hükümetin değiştirilmesi işlemi Erdoğan’ın kişisel marifetiyle tam bir darbe ve tek adam diktatörlüğünü izah ederek, başkanlık sisteminin fiilen devrede olduğunu kanıtladı. Erdoğan bütün bu eylemiyle anayasal suç işlemiş durumdadır. Ne ki, anayasayı ve ona bağlı kurumları tanımayacağını her vesileyle açık etmiş olmasına ve buna uygun adımlar atmasına karşın cumhurbaşkanlığı zırhı onu korumakta, hakkında hukuki işlem yapacak bağımsız bir yargı ve yargı sistemi bulunmamaktadır…
Başkanlık sistemi ve AKP içi muhalefet
Davutoğlu ve başbakanlık kurumunun bu gün yaşadığı durum, başkanlık sisteminin daha etkin biçimde yürürlüğe sokulmasından bağımsız olmadığı gibi, AKP içinde saklanması mümkün olmayan düzeye gelmiş sorunları da ifşa eden bir gelişmedir. Bu gelişmeyle AKP içindeki çatlakların kapatılarak önüne geçilmesi zorlaşırken, yeni bir sürecin eşiğine gelindiği de söylenebilir. Gül-Arınç ekibinin AKP içindeki çalışmalarının etkili olduğu sır değilken, bundan sonra daha güçlü bir iç muhalefet dönemi yaşanacağı da beklenmelidir. Erdoğan’ın AKP’yi kişisel hırsları ve kaygılarına uygun rotaya sokarak tek adam pozisyonunu pekiştirmesi belli ki AKP içinde önemli sorunların kaynağı olmuş durumundadır.
Cumhurbaşkanlığı görev ve makamı gereği partilere karşı kayıtsız olması gereken Erdoğan’ın Davutoğlu’na yaptığı darbe sıradan bir gelişme değildir. Gelişmenin arka planı Erdoğan eksenli başkanlık sistemine geçiş sürecinden oluşmaktadır. Davutoğlu şahsında yaşanan gelişmeyi bundan bağımsız görmek yanılgıdır. Fakat Davutoğlu şahsında yaşanan gelişme AKP içindeki çatlağın en kaba biçimde dışa vurmasıdır. En azından AKP içinde iç çelişkilerin maddileşmesinden ve bu çelişkilerin derinleşmesinden söz etmek mümkündür. Yaşanan süreç, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak doğrudan hükümet eden siyasi partiye ve hükümete müdahalesi bakımından ciddi bir önem taşırken, AKP içindeki çelişkilerin önlenemez rotaya girmesi ve bu sürecin derinleşeceğine dair emareler bakımından da önemlidir. Gül-Arınç ekibinin Erdoğan’ı baypas etme ve kendi değimleriyle AKP’yi kuruluş felsefesine geri döndürmeyi amaçlayan çalışma ve çabaları açık tavırlarından anlaşılmakta, bilinmektedir. Bu ekip, Davutoğlu’na yapılan darbe veya Erdoğan’ın genel manada yaptığı darbe şartlarında çok daha güçlü argümanlara sahip olarak avantajlı şartlar yakaladığı söylenebilir. Zira bu ekibin siyasi adım atmakta sakındıkları esas nokta şartların elverişli olmamasıydı. Şimdi lehte olgunlaşan şartlar bu ekibin çabalarını siyasi adımlar atmasına gerekli olanakları sunma durumundadır. Dolayısıyla belki yakın zamanda bu ekibin AKP içindeki mücadelesi belirginleşerek somutluk kazanacaktır. Olağan koşullarda yaşanması gereken seyir budur. Fakat beşinci parti söylemi ve MHP cephesinde yaşanan gelişmeler süreci, AKP dışında veya Erdoğan AKP’sine alternatif bir siyasi oluşumu da mümkün kılmaktadır.
Öte taraftan Erdoğan/AKP cemaatinin Davutoğlu’nun yerine düşük profilli bir başbakan arayışına girmiş olması da bir olasılık olarak beklenmedik gelişmelere gebedir denilebilir. Zira, düşük profilli bir AKP genel başkanlığı ve başbakanlık tanımı, söz konusu düşük profilli şahsı rencide edip düşüklüğünü peşinen ortaya koyan yaklaşım olarak, onurlu kişiliğe sahip her şahıs için kabul edilmez bir durumdur. Dolayısıyla bu durumu kabul eden bir düşüğün bulunması mümkün olmayabiir. Yani, tarif edilerek rencide edilen bir başbakan adayı çıkmayabilir. Tabi gerçekten de düşük profilli olduğunu benimseyen bir şahsiyet çıkmaz ise… Olağan koşullarda bu tarif ve tanımı birazcık onuru olan birinin benimseyip kabul etmesi düşünülmez. Ama Erdoğan’a biatta sakınca duymayan, Erdoğan uğruna kişiliğini, onurunu ayaklar altına alan zengin bir AKP’li profil düşünüldüğünde bu tarife uygun birilerinin bulunması da mümkündür. Dava başkanlık davası olunca, Erdoğan’ın yaver ve beslemeleri bu tarifi üzerine giymekten çekinmeyeceklerdir. Ama tarihe düşük profilli olarak geçecekleri de bir o kadar kesindir bunların…
Erdoğan AKP’nin parlamentodaki çoğunluğuna ve elbette seçimlerde aldığı oy yeterliliğine güvenerek siyasi riskler göz alıp anayasada gerekli düzenlemeleri de gerçekleştirerek sistemi değiştirip başkanlık sistemine geçiş sürecini hızlandırmış durumdadır. Artık hükümetlerin seçimlerle gelme dönemi de fiilen kapanmış, hükümet-kabine ve başbakanın cumhurbaşkanı sıfatındaki fiili devlet başkanı tarafından atanması dönemi başlamıştır. Seçmenin oyu, halkın ya da milletin “iradesi” ve meşhur moda söylemle milli irade Erdoğan tarafından hiçe sayılarak gasp edilmiş, “başkanlık” denilen Erdoğan’ın sultanlık dönemi açılmıştır. Ki, başbakanı değiştirip yeni hükümet oluşturma süreci de bu zeminde gelişen somut adımı ifade etmektedir.
Başkanlık sistemi, dokunulmazlık ve Erdoğan’ın siyasi riskleri
HDP milletvekilleri dokunulmazlıklarının düşürülmesi de bu kapsamda gündeme gelen bir adım olarak okunabilir. Başbakanı görevden alan ve hükümeti düşürerek yenisini atayan Erdoğan’ın HDP milletvekillerine ‘’dokunup’’ hapse atması tamamen mümkündür. Genel seçmenin-milletin ‘’iradesini ayaklar altına almaktan sakınmayan Erdoğan’ın Kürt ulusunun iradesini hiçe sayarak vekillerini yargılatıp hapse atması tamamen beklenmelidir. Geliştirilen sürecin bu olduğu her bakımdan açıktır. Erdoğan kişisel hırs ve kaygıları temelinde tüm halkın ve Kürt ulusunun iradesini çiğnemekte sakınca görmemekte, tüm hakların iradesini kişisel kaygı, çıkar ve hesaplarına feda etmektedir…
Ne var ki, Erdoğan’ın bu adımlarla aldığı siyasi risklerin aleyhine ciddi bir dönemecin başı da olabilir. Hesapların bir direnç ya da muhalefetle tersyüz olması mümkündür. Gerek AKP içi muhalefet ve gerekse de CHP eksenli muhalefet olmak üzere, uluslar arası alanda yaşadığı sorunlu ilişkiler ve tecrit durumu, Erdoğan’ın somut adımlarla hızlandırdığı ve hatta fiilen devreye soktuğu süreci siyasi hüsranla sonuçlandırmaya uygun zemindir. Özellikle milletvekillerinin dokunulmazlıkları konusunda AKP’nin iç çelişkileri temelinde fire vermesi ve Erdoğan’ın hesaplarının boşa çıkması mümkündür. Erdoğan “dokunmak” istemektedir ama Erdoğan’a açıktan muhalif olan ve gizli muhalif olan AKP’lilerin dokunulmazlıklarda aksi oy kullanması olasıdır. Ki, Erdoğan’ın planlarının kaderinde işin rengi esasta milletvekilleri dokunulmazlıklarının oylanmasında açığa çıkacaktır. Bu, AKP içindeki rahatsızlığı da ortaya seren bir ölçek olacaktır.
Erdoğan, hesaplarının tutmama riski ve iç muhalefetten dış muhalefete ve oradan da uluslar arası alanda aleyhine olan tüm koşul ve olasılıkları görmesine karşın tek çaresinin başkanlığa oturmasında olduğunu bildiği için kumar oynamayı göze almaktadır. Bu sürecin altında kalacağını öngörmesine karşın son hamlelerini yapmaktan başka bir umarının olmadığını da bilmektedir. Kuşkusuz ki, Erdoğan’ın en kısa zamanda tepetaklak olması mümkün olmayabilir ama işleyen süreç Erdoğan’ın yargılanmaya giden yolda ilerlediğine işaret etmektedir.
Kürt Ulusal Hareketi’nin haklı direniş ve savaşı Erdoğan sultasını sarsmaya yeterli bir dinamik iken, IŞİD saldırılarının yarattığı sonuçların kitlelerdeki karşılığı da Erdoğan’ın büyük kitlesel muhalefetle karşılaşacağının ipuçlarını göstermektedir. Tam da bu süreçte Erdoğan/AKP güruhunun faşist baskı ve saldırganlığını daha pervasız boyutlara taşıması beklenmelidir. Buna karşın devrimci hareketin uygun olan mevcut koşulları değerlendirerek devrimci direniş ve savaşı büyütmesi önemli bir sorun olarak durmakadır. Ulusal hareketin mevcut savaş çizgisinde tutarlı ilerleyişi bu güruhun yıkılışında önemli bir rol oynayacaktır. Elbette beklentiler ulusal harekete yıkılamaz. Sosyalist ve devrimci hareketin ulusal hareketle birleşik mücadelesini maddi pratiklere dökerek geliştirmesi ve bunun dışında devrimci görevlerine yoğunlaşması zorunludur.
Erdoğan’ın kapsamlı bir projeyle tek adam sultasını kurup başına sultan olarak oturmayı tasavvur ettiği, dolayısıyla boynundaki değirmen taşından kurtulmayı planladığı, böylece despotik faşist iktidar ve hükümranlığını devlet başkanlığı zırhıyla sürdürmeyi kurguladığı her bakımdan açıktır. Bu doğrultuda gerçekleştirmediği katliam ve kıyım kalmadığı gibi, başvurmadığı baskıcı faşist metot da kalmadı. Ancak süreç ilerledikçe ve çelişkiler keskinleştikçe faşist baskı ve saldırganlıkları daha da artacaktır. İşte bu tablo karşısında direnişin örgütlenmesi, kitlelerin ayağa kaldırılarak Gezi-Haziran süreçlerinin daha ileri nitelikte devreye sokulması zorunludur. Bugün birleşik görevlerde bir araya gelen devrimci ve ulusal hareket realitesi bu direnişi çok daha olanaklı ve güçlü kılmaktadır.