Devlet ve iktidar katından taşan baş döndürücü siyasi gündemi takip etmek oldukça zor. Gelişmelerin biri diğerini takip etmekte, skandal niteliğinde yaşanan gelişmeleri tartışmak için yeterli süreç tamamlanmadan başka bir suç ve skandal gelişme gündemi işgal etmektedir. Skandallar zinciri biçiminde peş peşe patlayan önemli gelişmelerin aynı zaman diliminde gündeme gelmesi tesadüf değil, bilakis bilinçli bir karartma taktiği olarak gündeme getirilmektedirler. Son derece ciddi olan, fail ve sorumluları aşikâr olup, iktidar başta olmak üzere, ilgili tüm faillerin suçlu olduğunu kanıtlayacak değerde yaşanan gelişmelerin aynı zaman diliminde harmanlanarak servis edilen suç ya da gelişmelerin tartışılmasının önü tıkanmaktadır. Yeterince tartışılması ve aydınlatılması bilinçli bir taktikle kitlelerin dikkatinden kaçırılmakta, engellenerek sabote edilmektedir. Her biri siyasi iktidarın istifa ederek görevden çekilmesi düzeyde ciddi olan suçlar ayan beyan ortalığa saçılırken suçluların cezalandırılması ve faturaların ödenmesi engellenmekte, suçlular yargıdan muaf tutulmaktadır. Kimi gündemlerin ise, tam bir bilgi kirliliği ve algı yönetimi taktiğiyle gölgede bırakılarak irdelenmesi önlenmekte ve unutulsun diye gündemler üretilmektedir. Örneğin “darbe” tartışmasının gündeme getirilmesi gibi. Kuşkusuz ki, bazı gelişmeler son derece önemli, ciddidir. Tartışmanın merkezine koyulması gereken belli başlıklar var ki, bunlar es geçilemez…

Yoğun ve son derece ciddi olan gündem başlıklarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: “Darbe hazırlığı” iddiasının yanı sıra Süleyman Soylu beslemesi mafya çetesinin soruşturulmasında mafyanın kollanmasına karşın polislerin tutuklanmasıdır. Yine Sinan Ateş cinayeti davasında suçluların korunması ve yeni gelişmelerin önünün alınması gibi… Yeni anayasa yapımı, “normalleşme” safsatası, 28 Şubatçı askerlerin “af edilmesi”, Kobane ve Gezi davalarında ağır cezalar yağdıran kararların verilmesi (Demirtaş ve Kavala kararları) gibi gelişmeler gündeme getirilerek kamuoyu manipüle edilip halkın gündemi çarpıtılmaktadır. Erdoğan’ın herkesçe bilinen taktiği olarak, manipülasyona dayalı bayat senaryolar bir kez daha sahneye sürülerek aynı mizansen yeniden sahnelenirken CHP de bunun satın alıcısı olmaktadır.

Kimin için “normalleşme

Yerel seçim sonuçları komprador tekelci burjuva sınıflar iktidar içi çelişkileri keskinleştirdi. Keskinleşen çelişkilerin tezahürü olarak devlet ve iktidarın kirli, karanlık ve çeteci gerçek yüzü bir kez daha deşifre oldu. Güç dengelerinin muhalefet lehine bozulmasıyla iktidar içinde şiddetlenen siyasi sarsıntı, iktidarın can simidi olarak yardımına koşan ve desteğini esirgemeyen CHP’nin bizzat paydaş olduğu “normalleşme” safsatasıyla frenlense de madalyonun diğer yüzündeki kokuşmuş gerçekler “normalleşme” hilesine rağmen engellenemedi; işlenmiş suçların ve suç ortaklığının açığa çıkmasıyla daha fazla saklanamayan derin dalaş gün yüzüne vurdu. İşlenmiş her suç ortaklığı gibi, iktidar içi suç ortaklığı da sürdürülemez noktaya gelerek su üstüne çıktı…

Seçim sonuçlarının yol açtığı yenilgi sendromuyla iç sorunları derinleşen, ekonomik yıkılışa paralel olarak ayyuka çıkan çeteci devlet geleneğinin aleni siyasi cinayetle nüksedip suçüstü olması, hukuksuzluğu norm almanın yükü karşısında açmaza girerek bocalayan Erdoğan ve AKP/MHP iktidarı, tescilli tarihsel tutumuyla bir kez daha rolünü oynayan CHP’nin, genel başkanı Ö. Özel eliyle icra ettiği endirekt yardımıyla rahatlayıp nefes almış oldu. CHP bu tutumla Erdoğan’ın ağır sendromuna son verdi denilebilir. Anlaşılıyor ki, “normalleşme” zırvalığının altındaki bütün meram “paşaların” salıverilmesi imiş! Lakin karşılığında yapılan ise, başta Demirtaş olmak üzere Kürt siyasetçilere ağır hapis cezalar vermekmiş, yani Kürt düşmanlığı ve halk düşmanlığının doludizgin tırmanmasıymış. Yerel seçimlerde Kürtlere borçlanan CHP, alenen saldırgan dil kullanmasa da bu partnerine ise “normalleşme” yaklaşımı göstermekten uzak durmaktadır. Bütün bunların gösterdiği çıplak gerçek şu ki, “normalleşme” sadece ve sadece CHP ile AKP için geçerlidir; emekçi halk kitleleri için değil ve çünkü bu sınıflar için değişen ya da normalleşen hiçbir şey yoktur. CHP, Erdoğan-AKP’nin ekmeğine yağ sürmüştür hepsi bu…

Bilcümle komprador tekelci burjuva hâkim sınıflar cenahının “normalleşmeden” anladıkları şeyin meali şudur: Sen bana göz yum, ben de sana; sen benim imtiyazlarımı tanı, ben de seninkileri; sen bunu bana ver, karşılığında onu al! Kısacası, “ver kızı, al papazı” alış-verişinden ibarettir. Burjuvaların halka sunduğu ve halkı kirli pazarlıklarla aldattığı “normalleşme” dedikleri şeyin özü budur. Riyakârca halkı oyalayıp karartma oyunu oynuyorlar. Muhtemel pazarlık, “28 Şubatçı askerleri bırak, daha iyi ihtimalle Sinan Ateş cinayetinin yargılanıp açığa çıkarılmasını engelleme ve çok daha iyi niyetli olarak, belki de, Kavala ve Demirtaş’ı bırak, yeni anayasada destek veririm veya MHP’nin baskısına karşı yanında dururum” pazarlığından daha ileri değildir. CHP üç-beş 28 Şubatçı askerin Erdoğan tarafından af edilmesinden ve dolayısıyla Erdoğan’a “af edici adam” unvanı vererek şirin gösterilmesinden başka ne kazandı?

Erdoğan sultasını kurtarma operasyonu planlayarak bunu normalleşme diye sunmak, CHP’nin sınıf karakterine uygundur ama bu normalleşme halklarımız açısından geçerli değildir. Sorunumuz değil fakat normalleşmenin gerçek anlamı açısından önemlidir ki, Sinan Ateş cinayeti mi aydınlatıldı, Kobane davası ve Gezi davası tutukluları mı tahliye edildi, suç işleme hürriyeti tanınan mafya çeteleri ve Soylu mu yargılandı, tasarlanan anayasa metnine yeni ajanlık tanımı mı koyulmadı; emeklilerin, üreticilerin, işçilerin ve halkın yaşam koşulları ve refahına dönük düzenlemeler mi yapıldı, enflasyon mu düşürüldü, zamlardan vergilerden geri adım mı atıldı, egemenlerin hukukundan geri adım atılıp hukukun egemenliği mi sağlandı, Kürt siyasi partisinin kapatılması tartışmasından mı geri dönüldü? Hayır, hiçbiri! O halde hangi normalleşme? Geriye kalan şu ki, Erdoğan sultası içinde muhalefet etme rolüyle ve bu sultayı meşrulaştırma esasında dengeleyici unsur olma rolünün yeterli görülüp halkın ve emekçi sınıfların çıkarlarına oralı olmama zemininde bir normalleşmeden bahsediliyor. Ortak argümanları olmakla birlikte, al-ver pazarlıklarından, iktidar-muhalefet rollerini oynamaktan ve devlet bekası dedikleri faşist düzenin tahkim edilerek pekiştirilmesinden başka bir şey değil “normalleşme” dedikleri şey. 

 CHP’nin “normalleşme” söylemi AKP’ye can simidi olmaktadır!

Ne devlet ve iktidarın rutin çeteci, katliamcı, mafyatik karanlık ve kirli suçları, ne de CHP’nin tekçi paradigmalarla kıdem yapan ırkçı faşist devletçi rutini değişmez, değişmemektedir. Çünkü burjuvazi için tüm mesele, ortak sınıf devletlerinin bekası dedikleri üniter devlet yapısının korunmasıdır. Bu sadece Kürtlere düşmanlık veya Kürt düşmanlığıyla sınırlı olmayan, bütün halkın üzerinde baskı ve sömürüye dayalı faşist diktatörlüğün tahkim edilerek pekiştirilmesiyle orantılıdır. Bütün muhalefet ve muhaliflere karşı sergilenen ağır baskılar, verilen cezalar, içteki muhaliflere karşı cinayete varan şiddet eylemleri ve katliamcı saldırılar, komplo ve provokasyonlar, Gezi ve Kobane davalarında verilen siyasi kararlar… Meselenin Kürt düşmanlığı ötesinde bir halk düşmanlığı ve faşizmin olduğunu gösterir.

Devlet partilerinin temel rolü hiç değişmez: Sistemi ayakta tutmak için birleş, başta mücadele güçleri olmak üzere bütün halka ve muhalif kesimlere baskı ve şiddet uygula, kuralsızca saldır; devletin bekası için halkı kandıracak her türlü hile ve manipülasyona başvur! İşte ortak sınıf tavrıyla halk düşmanlığında birleşen burjuva kliklerin tüm motivasyonu budur. Ayhan Bora Kaplan isimli mafya elemanının soruşturmasında gerçeklerin açığa çıkarılmasını değil, gerçekleri açığa çıkaran polislerin tutuklanması, Soylu ve kardeşine alenen uzanan ipuçlarının yok sayılması, bu olayda olduğu gibi Sinan Ateş cinayetinde de bütün açıklığına karşın MHP kurumsal kimliği içinde cinayet emrini verenlerin aklanıp soruşturma dışında tutulması, aleni gerçeklere rağmen delillerin yok sayılıp karartılması, mahkeme ve iddianamelerin direktiflerle hazırlanıp düzenlenmesi; bütün sokakların yüksek teknoloji ürünü olan mobeselerle donandığı ve polisin büyük bir kontrol mekanizmasına sahip olduğu halde faillerin ısrarla korunması ve mahkeme karşısına çıkarılmaması, öte taraftan bütün burjuva hukuk normlarına karşın Demirtaş, Yüksekdağ ve Kavala davalarında iktidar güdümlü mahkemelerin verdiği hukuksuz, siyasi kararlar bu devletin ve onun iktidarının normalidir. Ama aynı şekilde bu, “normalleşme” uydurmasıyla “atak” yapan CHP’nin de normalidir. 

CHP’nin “normalleşme” ile yapmak istediği şey Erdoğan-AKP/MHP iktidarına can suyu vermektir, açtıkları süreç budur. Her açıdan sıkışarak zora düşen, iktidar içi çatlak ve çelişkiler derinleşerek çözülme eğilimi gösteren, seçim yenilgisiyle itibar ve nüfuz kaybedip tabanında kopmalar baş gösteren ve sarsılan Erdoğan ve sultası, gökte aradığını CHP’de buldu. CHP hem seçimleri kazanan ve gelişerek güçlenme rotasına giren avantajlı taraftı hem de Erdoğan’la görüşmeye koşan ve Erdoğan’ı adeta onore edip meşrulaştıran ve güçlendiren taraf oldu. Erdoğan özellikle işçi ve emekçi kiteler ile kadınlar ve genç nüfus nezdinde gözden düşmüş olarak otoritesi sarsılan durumdayken, CHP yaptığı görüşmeyle Erdoğan’ı yeniden “vazgeçilemez adam” haline getirdi. Erdoğan’ı yeniden cilaladı, dahası hasta yatağından ayağa kaldırıp halkın karşısında dikti. Şu da bir gerçek ki tüm göz boyamaya ve ezilenlerin aklını başından alma cambazlıklarına rağmen, CHP’nin mucitliğini yaptığı “normalleşme”, son derece cılız talepler karşılığında Erdoğan sultasıyla ortaklaşmaktan daha ileri değildir ve olmayacaktır da…

CHP’nin seçimden hemen sonra “normalleşme” söylemiyle Erdoğan’a secde edişi, onun devletçi niteliğini bir kez daha tescil etmekle kalmadı; yerel seçim başarısıyla adeta “ikili iktidar” realitesini yakalamışken bunu halk kitlelerinin durumunu iyileştirmek için bir yaptırımcı muhalefete dönüştürmek yerine Erdoğan’a hibe etmesi, CHP’yi, iktidarın katarına, motora katran taşıyan vagon olarak ekledi. Gerçek bu kadar nettir. 

Egemenlerin “normalleşme” söylemi baskı, sömürü ve açlıktan başka bir şey getirmez!

Hiç şüphesiz ki, bu arada gelişmelerin en önemli ayağı Kobene ve Gezi davalarında verilen karar ve ağır cezalardır. Sorunun önemi, bir yanıyla verilen cezaların ağırlığı ve özellikle de hukuki zeminden yoksun siyasi kararlar olması gerçeğiyle alakalıyken, diğer yanı ise, aynı hukuksuzluğun halk kitlelerinin muhalefeti, kitlelerin eylem ve protesto hareketleri başta olmak üzere, Kürt ulusunun demokratik mücadelesi ve siyasi hareketi şahsında aynı pervasızlıkla azgınca devam edeceğinin teyit edilmiş olmasından ileri gelmektedir. Dahası, yeni anayasa yapılması ve “normalleşme” yaygarasıyla estirilmek istenen ılıman rüzgâra karşın, Kobane ve Gezi davalarında verilen ilgili karar ve cezalarla yeni anayasanın ne menem bir anayasa olduğu daha başından belli olmuş oldu. Bununla da yetinilmemiştir, uluslararası anlaşmalarla imzalanmış olan evrensel hukuk normlarının bağlayıcılığının tanınmayarak, ulusal ve uluslararası alanda yetkili kurum ve mahkemelerin verdiği kararların tanınmayarak uygulanmaması da verilmiş olan cezaların, dolayısıyla davaların önem ve ciddiyetini ortaya koymaktadır ki, bu burjuvazinin hukuk tanımazlığına da açık bir örnektir. Ve belli ki, CHP’nin “normalleşme” demagojisiyle pazarlamaya çalıştığı her ne ise, bunun Kürtler için artan züllümden, tüm halk güçleri için baskıdan, sömürüden, açlıktan vb. başka bir şey getirmeyeceğidir. 

Demokratik siyaset yaptığı için Demirtaş, Yüksekdağ ve yine iktidara dönük toplumsal tepki ve protesto eylemlerini destekleyen Kavala gibileri, devrimci siyaset ve itiraz örgütlerken yaptığı bir konuşma, astığı bir afiş, dağıttığı bir bildiri ve iştirak ettiği bir sokak gösterisi nedeniyle hapsedilen binlerce devrimci, işçi, öğrenci, aydın, yazar ve gazeteciye mümkün olan en ağır cezalar verilirken, mafya çeteleri, siyasi cinayet işleyen, organize ederek cinayetin gerçekleştirilmesini sağlayanlar iktidar ortaklığının imtiyazlı siyasileri ise soruşturmalar dışında tutulup ceza almamaktadırlar. Üstelik Demirtaş ve Kavala gibi isimler hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar dâhil, AHİM’in verdiği tahliye/beraat kararlarına rağmen, iktidarca tetikçi olarak kullanılan alt mahkemeler üst mahkeme kararlarını tanımayarak tam bir yargı darbesiyle, ilgili isimler hakkında siyasi kararlar vermekte, ısrarını inatla sürdürmektedir. 

İktidar ve suç ortakları hukuk tanımazlıkla pervasızlığı son sınırına kadar tırmandırmış, keyfiyetçi sulta egemenliğiyle zıvanadan çıkmıştır. İğdiş edilerek siyasileştirilmiş olan hukuk, iktidar ortaklarının çıkarlarına hasredilip tam bir tetikçi maşaya dönüştürülmüştür. Aynı hukuk, iktidar güruhu tarafından mafya çeteleri ve suç güruhlarının ayakları altına serilmiş, parayla satın alınır bir oyuncağa dönüştürülmüştür. Uluslararası mafya çeteleri ve liderlerinin ülkeye tünemesi de bütün bu şartlarda anlaşılır bir durum olmuştur…

Bu mevcut hal ve gerçeklerin işaret ettiği gerçek sistemin tepeden tırnağa çürümüşlüğüyken toplumu ve ezilen kesimleri bu çürüme durumundan çekip çıkarması için tarihsel rolünü oynamaya davet ettiği biricik öncüler de devrimci ve komünistlerdir. Zira bu hal sadece devrimle aşılacak bir doğruya işaret etmiyor, devrimi yaşamda kalmak için acil bir çağrıya dönüştürüyor. Gerici çıkarlarla birbirine bağlı olan iktidarı muhalefetiyle burjuva klikler ve siyasi partileri ne hukuku işletebilir ne suçları yargılayabilir. Çünkü bizzat kendileri de aynı çarkın parçaları, aynı suç ve kirliliklerin ortakları ve hatta birinci dereceden sorumlu kaynaklarıdır. Onların kader birliği gerici çıkar ve suç ortaklığına dayanmaktadır. Bu nedenledir ki, burjuva çürümüşlüğün alternatifi yine burjuvazi değil, devrimci mücadele ve devrimdir. Devrimci tasfiye eylemi gerçekleştirilmeden, kirli suçlar yatağı olan kokuşmuş burjuva sınıflar düzeni ortadan kaldırılamaz. Üreten ve yaratanın eylemine ve süpürülme eylemine maruz kalmaksızın gerçek bir hukuk, adalet, demokrasi ve normalleşme olamaz, oldurulamaz ve yaşanamaz…

Önceki İçerikYeni Demokrasi Gazetesinin Kafa Karışıklığı Nereye Kadar 
Sonraki İçerikDerinleşen Kriz ve Artan Kadın Yoksullaşması