31 Mart yerel seçim sonuçları, burjuva siyaset sahası ve burjuva aktörler arasında, “yerel yönetim” denklemini aşarak, burjuva egemen siyasal tabloda önemli “denge” değişimi yarattı. Uzun yıllar iktidar olan AKP’nin, ilk olarak ikinci parti konumuna düşmesi, burjuva siyaset sahasında hem iktidar ve hem de muhalefet açısından denklemleri “yeniden” kurmayı gündeme getirdi. Çünkü yerel seçim sonuçları sadece siyasal açıdan yeni “dengeleri” oluşturmuyordu, önemli bir rant ve gelir sahası olan yerel yönetimlerde ekonomik kaynakları denetleme pozisyonunda da yeni “dengeler” oluşturuyordu. Yerel seçim sonuçları ile birinci parti konumuna oturan CHP’ye mali olanaklardan yararlanma fırsatı sunarken, AKP-MHP iktidar kliği açısından “damar tıkanıklığı”dır.

AKP-MHP iktidar güruhunun seçimde yaşadığı gerilemenin esas nedeni, sömürülen ve ezilen halk sınıf ve katmanlarını açlık sınırına sürükleyen yoğun sömürü ve faşist baskılardır. Halk kitleleri derinleşen bu sömürü ve baskıya açıktan itiraz etmişlerdir. AKP’nin kaleleri olarak bilinen illerde, şovenist ve dini kışkırtmalara karşın, seçmenin aldığı tutum da bunu doğrulamaktadır. Dini, ulusal, kültürel, cinsel çelişkileri kaşıyarak toplumsal kamplaşmalardan vazife çıkaran AKP-MHP güruhunun stratejisi, bu yerel seçimde derinleşen sınıf çelişkileri karşısında çökmüştür. Açlıkla “cennet yolu” vaaz edilen ezilen ve sömürülenler, itirazlarını ortaya koymuştur. Bu itirazların devrimci-sosyalist güçler yerine CHP, YRP vb. burjuva partilere kayması, önemli bir tartışmadır ve bunun öznel-nesnel birçok boyutu vardır. Bu sadece seçim sonuçları ile değil, genel toplumsal süreçle ele alınarak tartışılması gereken bir başlıktır ve devrimci-sosyalist güçlerin gündemidir.

İktidarı elinde bulunduran ve sermayenin sınırsız çıkarlarını sınıfsal niteliğinde sentezleyerek rejimin faşist karakterinde merkezileştiren AKP-MHP kliği, seçim sonuçlarını yaratan nedenler üzerinden bir yol haritası çizmesi kaçınılmazdı. Hilelerin damgasını vurduğu genel seçimlerde elde ettiği “başarı”yı yerel seçimlerde kaybetmesi, AKP-MHP iktidar kliğinin elinde kitleleri manipüle edecek araçların daralmasına işaret eder. Şöyle ki: Ekonomide yaşanan kriz halini, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek programı ile sermaye açısından fırsata dönüştüren ve sermayeye kaynak aktarımı sağlayan iktidar, açlık ve yoksulluk dayatarak krizin faturasını ezilen toplumsal yığınlara yüklemiştir. Aksi bir program uygulaması, faşist iktidar açısından olanaksızdır. Çünkü Türk komprador işbirlikçi tekelci kapitalizmin, yapısal çelişkileriyle gelip dayandığı sınırlar ve sistemin bağlı olduğu emperyalist sermaye buna izin vermemektedir. Dahası “Kamu Giderlerini Kısıtlama” adı altında, ezilen-sömürülen toplumsal güçlere dayatılan “kemer sıkma politikaları” devem edecektir. Bu ekonomik politikada, CHP ile AKP veya MHP arasında bir fark yok.

Genel seçimlerin kurtlar sofrası olan “Altılı Masanın” ekonomik vaatleri, iktidarın Şimşek programında sentezlenmiştir. Çünkü farklı sermaye kliğinin temsilcileri olmaları, üzerinde şekillendikleri ekonomik yapı ve bu ekonomik yapıda sermayenin çıkarlarını temsil etmeleri gerçeğini değiştirmez. Tekelci emperyalist sermayenin kaynaklarıyla ayakta kalan ve tekelci emperyalist sermayeye sahaları açan “TC” rejiminin, sermayenin laboratuvarında üretilen ekonomik programı uygulamaması, burjuva güçleri açısından ağır bir siyasal çöküşü de kaçınılmaz hale getirecektir. İktidar ya da muhalif burjuva kliklerin ekonomik programlarındaki uyum, bu temelden beslenmektedir.

İktidarın kronik finans ihtiyacı, emperyalist tekel sermayesine büyük tavizlerle pazarlık konusudur!

Genel ve yerel seçimler süreciyle AKP-MHP iktidarı, ABD-AB emperyalist sermayesi ile daha açıktan planlamalar yapmaktadır. Emperyalist savaş denkleminde gündeme gelen birçok çelişki ve çatışma hali, ekonomik planlamalarda yerini “uyuma” bırakmaktadır. Bu da “TC” ekonomisinin kriz sarmalında ihtiyaç duyduğu kronik finans ihtiyacından kaynaklıdır. Banka boşaltmalar, hazineden sermayeye yaşanan devasa kaynak aktarımı ve iktidar güçlerinin palazlandırılması, ağır borç yükü, reel ekonomi kriziyle finans krizini bütünleştirmiştir. Yani finans ihracatı ile emperyalist tekel sermayesine yüklü bir faiz ödendi. İçte devasa sermaye transferi, emperyalist iktisadi ihtiyaçlara göre palazlandırılan sektörler, mevcut kriz halindeki ekonomide sermaye güçlerinin arasındaki çelişkileri de derinleştirdi. Reel ekonomi ve finans yapısı, kredi dağıtma mekanizmaları ile dengelenmeye çalışılsa da sistem kendi ayakları üzerinde yürüyemeyecek vaziyete geldi. Şimdi yeni bir bölüşüme açılan ekonomik saha ve bu bölüşümü sistem içinde krize dönüştürmeyecek döviz kaynağına ihtiyaç var.

AKP kendi çizgisindeki siyasal merkezileşmeyi, bağlı olduğu emperyalist tekellerinden aldığı “güçle”, ekonomik dengeleri ve sermaye birikimi aktarımını, temsil ettiği sermaye sektörlerinde merkezileştirme ile sağladı. Bu öyle bir burjuva iktidarla palazlanıp, başka bir burjuva iktidar süreciyle sönümlenen bir palazlanma değil, reel ekonomi ve finans sektöründe kalıcı bir sermaye birikimidir. Bayraktar Kardeşler, Cengiz ve Kolin İnşaat, Zorlu Holding, TUSKON ile MÜSİAD sermayesindeki devasa büyüme, Cemaatler-AKP denkleminde transfer edilen ve büyüyen sermaye, “Cip sosyete-jet sosyete” ironisi olarak ifade edilen ve AKP’nin yandaş orta tabakasında dolaşıma koyduğu sermaye ilişkileri sadece birkaç örnek. Bu kaynak transferi ve sermayenin bir grubu şahsında yaşanan aşırı palazlanma, dikensiz bir gül bahçesi değil, kendi içinde ve rakip sermaye grupları ile çatışmalı olarak gelişim göstermektedir. Koç Grubu-Yapı Kredi tartışmalarında olduğu gibi…

Sermayeye kaynak transferi ve karlı sektörlerde yayılma, ciddi bir finansa ihtiyaç duyar. 2012-2013 dönemleri ve sonrasında görüldüğü gibi, “TC” ekonomisine emperyalist sermaye ihracı azalmıştır. Bu, döviz başta olmak üzere, ayakta kalmasında sıcak para akışının önemli olduğu ekonomide finans sorununu yaratmaktadır. Bu koşullarda, finans ancak, içerde halktan ve doğal zenginlik kaynaklarından zora dayalı, talana dayalı bir birikimle sağlanabilir. AKP-MHP iktidar güruhunun, faşizmi uygulamada elini serbest tutarak, sistemden rahatsız olan kitleleri kontrol altında tutabilmek için kuralsız zor ve şiddet uygulaması, bu iktisadi nitelikten kaynaklıdır. CHP ve kulvarındaki burjuva muhalefetin, burjuva rejimin “bekası” adına, iktidar kliği ile ortak safını belirlemesi, burjuva sınıf niteliğinin ortaklığıdır. Yani mesele, Türk komprador işbirlikçi tekelci kapitalizmin sistem sorunları olduğunda, iktidar ve “muhalif” kliğiyle, burjuva aktörler aynı ipin üzerinde cambazlık yapmaktadırlar. Somut durumda da “TC” kapitalizminin reel ve finans krizi sorunu, tüm burjuva mevzuatların önüne geçmiştir. Ayak bağı olan yasal mevzuatla birlikte, direnç gösteren tüm toplumsal dinamizm, tasfiye edilmesi ve sermayenin yayılma ve büyüme olanaklarının yaratılması hedeftedir.

Erdoğan, 2028’e giderken, sermayenin bu stratejik planlamalarına amade hareket etmektedir. Bir diktatör olarak kendisinin olması ya da olmaması, stratejinin esasını teşkil etmez. Aynı şekilde CHP başta olmak üzere, burjuva muhalif klik de aynı kulvarda yol almaktadır. AKP, finans ihtiyacı için yüksek faizi göze alarak emperyalistlerden döviz borcu ararken, CHP “kaynak bulmuşum ekonominin çözümü bende” diye caka atmaktadır. Erdoğan, sermayeye güvenli alan yaratmak için, tüm toplumsal muhalefeti ezme üzerine, iç ve dış saha da savaş yürütmektedir. İçte ve bölgede sürdürdüğü işgal ve saldırganlık, ulusal ve sosyal mücadelenin devrimci-komünist önderlik kurumlarını esas hedef alarak sürdürülmektedir. ABD-Ankara-Bağdat hattında kurmaya çalıştığı savaş ittifakının ana argümanı, Basra’yı Türkiye’ye bağlayacak “Kalkınma Yolu” denen ticaret projesi pazarlığıdır. Bağdat ile bu pazarlık PKK’nin bölgede ortak güçle tasfiyesi hedefiyle ele alınıyor.

ABD, Kandil’e operasyonlara destek verirken, Rojava konusunda bölge stratejisi gereği direnç gösteriyor. İsrail-İran çatışmasından vazife çıkarmaya çalışan Erdoğan, güçler dengesi denkleminden, siyasal-ekonomik rant devşirmeye çalışıyor. “Terörle mücadele” konseptinde birleştirilen tüm bu politikalar, CHP başta olmak üzere, burjuva muhalefetin de itiraz etmeyeceği bir zemin oluyor. Faşist iktidarın “terörle mücadele konsepti”, sadece ulusal-sosyal devrimci güçleri fiili olarak hedef almakla sınırlı bir strateji değildir. Uygulanan iktisadi ve siyasal politikalara, örgütlü ya da kendiliğinden halktan gelişen meşru tepkilerin politik sonuçlarını etkisizleştirmek, kurulan “terör konseptinin” kapsamındadır.

Yerel seçimlerin hemen akabinde “yumuşama” ve “normalleşme” parolası ile burjuva klik temsilcileri arasında kurulan “nezaket” dili, AKP-MHP iktidar güruhu ile CHP ve kulvarında duran burjuva muhalefetin karşılıklı hesaplarının yanında, gelişen ve gelişecek toplumsal tepkileri etkisizleştirme stratejisinde asgari bir ortaklaşmayı hedeflemektedir. Yani burjuva kliklerin karşılıklı hamleleri anlamında çoklu bir senaryo denklemini ifade eder. Ama sömürülen-ezilen halkımıza karşı geliştirilen saldırılar kapsamında denklem son derece sadedir. Tekçi Erdoğan sultası, ekonomideki sert kemer sıkma politikasını, burjuva hukuk kurallarını aşan baskı yöntemleriyle birleştirerek, sistemi ayakta tutmaya çalışmaktadır. Buna karşı gelişecek toplumsal muhalefeti zayıflatmak ve zor yolu ile bastırmak için, burjuva muhalefetle “yumuşama”, “normalleşme” siyasal oyunu ile sistem içinde bir “uyum” yaratmak istemektedir. CHP başta olmak üzere, burjuva muhalefet bu oyunun bir parçasıdır. Tıpkı AKP-MHP kliği gibi, burjuva “muhalefet” kliği de birçok hesapla bu oyunun siyasal parçası olmaktadır. Çünkü bu siyasal plan, komprador tekelci işbirlikçi burjuvazinin, sistem sorunlarını denetlenebilir kılmak için ürettiği siyasal bir plandır. Sermayenin bu planı, düzen siyasetinin tüm aktörleri ve siyasal kurumları üzerinde bağlayıcı hükümdedir. Burjuva siyasal aktörleri kapsamına alan bir “birlik” hali ile uygulanması, sürece dair sermayenin bir tedbiridir.

Burjuva klikler arasında gündemleşen yumuşama” –“normalleşme siyaseti ve yeni anayasa tartışmaları, Sened-i İttifak’ın güncellenmesidir!

“TC” ekonomik niteliğinin toplumda yarattığı enkaz, içte ve dışta sürdürülen savaş politikaları ve yerel seçimlerin oluşturduğu yeni dengeler ortamında, Erdoğan ve Özel görüşmesi ile “yumuşama”, “normalleşme” siyaseti, özgürlük ve refah ülkesine yelken açmanın büyük bir fırsatı olarak, burjuva aktörlerce topluma “müjdelendi”. Erdoğan inisiyatifinde, DEM Parti’yi de kapsamına alarak, tüm burjuva partiler arasında kurulan “diyalog”, yeni bir siyasal süreç olarak cilalanırken, buna eklemlenen “yeni anayasa” tartışmaları, çürümüş sistemin “aydınlanma” adımları olarak lanse edildi. Pazarda bit satmayı, halka şifa dağıtmak olarak vaaz eden burjuva gericilik, yandaş aydın şaklabanları kanalıyla, toplumsal tepkilere yeni boş beklenti ortamı yaratmak istemektedir. Burjuva egemen sistemi, sadece vitrindeki burjuva partiler düzeyinde ele alan orta yolcu siyasal akımların, siyaset alanında yeni bir alt üst oluş beklentisi, burjuva gündemin peşinden sürüklenmenin bir başka adıdır

Durum son derece açıktır. “TC” egemenler sistemi, burjuva klikler arasındaki çelişkileri ve çatışma halini “yeniden” dizayn etmektedir. Hedef, toplumsal refahı yükseltmek ve toplumsal özgürlüklerin önünü açmak değil, sömürü ve baskı ile hakları gasp edilen ezilen yığınları, daha kapsayıcı bir siyasal baskı ile denetim altına almaktır. Yani tartışmaya açılan, burjuva klikler arasında bir “uzlaşı” sağlama siyasetidir. Bu durum burjuva klikler arasında şartsız-koşulsuz bir “uzlaşma” durumu değildir. Ekonomik alandan siyasal güç merkezlerine kadar, burjuva klikler arasında bir pazarlık, bir paylaşım “açılımı”, siyasal güç dengelerine göre yapılmaya çalışılmaktadır. Karşılıklı hesaplar kirlidir. Ve bu kirli hesaplar, halka karşı savaşta birleşme ile pazarlık masasına yatırılıyor. Özcesi; burjuva klikler arasında “yumuşama” tartışmalarının sonuçları, halka savaştır, katliamdır, sömürü ve baskıdır. 

“Yumuşama” tartışmaları gölgesinde faşizmin artan saldırı bilançosu, bu değerlendirmemize yeterince envanter vermektedir. Erdoğan’ın tüm “yumuşama” söylemlerinin toplumdaki karşılığı hep tersi icraatlar olmaktadır. Ki Erdoğan’ın seslendiği kesim kriter alındığında, meselenin özü anlaşılırdı. Yıllardır kamplaşma-şiddet-baskı-keyfi uygulamaların aktörü değilmiş gibi vaaz veren Erdoğan, tüm burjuva kliklerden, ulusal-sosyal toplumsal dinamikleri daha kapsamlı ezmek için destek istemektedir. “Haksızlık, adaletsizlik karşısında öfkelendiklerini, milletle irtibatlarında her zaman kucaklayıcı ve kuşatıcı olduklarını” söyleyen Erdoğan, bu incilerin ardından asıl niyetini bu sözlerle beyan etmektedir: “Temennimiz odur ki önümüzdeki dört yıl gerilimle değil karşılıklı hoşgörüyle geçsin. İstiyoruz ki muhalefet yıkıcı, kırıcı değil yapıcı olsun. Arzumuz odur ki Türkiye’nin meseleleri siyasetin günlük polemiklerinin üzerinde ele alınsın. Biz, milletimizin de takdir ve talep ettiği bu iklimin Türk siyasetinin normali haline gelmesini ümit ediyoruz. Siyaseti yüksek gerilim hattına hapsetmek isteyenler her zaman olacaktır ama olmasını istemiyoruz.” Yüksek gerilimden kurtarılmış bir burjuva siyaset, faşist devlet niteliğinin iktidarı olan kliğin, topluma saldırısında daha da elini güçlendirecektir. Kirli pazarlıkların arkasında şifrelenen budur.

Aslında bu şifreleri, AKP-MHP iktidar güruhunun tekçi diktatörü Erdoğan’ın icraatları deşifre etmektedir. 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması, Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve ezilenleri açısından hem tarihsel anlamı hem de güncel anlamı babında meşru demokratik bir haktır. Bu meşru ve demokratik hak, faşizmin azgın saldırıları ile karşılık buldu ve 1 Mayıs gününden başlayarak, diktatörlük adeta insan avına çıktı. 1 Mayıs’ı, meşru toplumsal hak arama eylemlerini, şiddet-baskı ve tutuklamalarla sindirme alanı haline getiren tekçi sulta, 1. 2. 3. dalga operasyonlarıyla ev ev-sokak, sokak insan avına çıktı, işçileri, gazetecileri, aydın ve devrimcileri tutukladı. Ki yeni anayasa tartışmaları ile toplumsal özgürlükler alanını genişleteceğiz diyen Erdoğan, Anayasa Mahkemesi kararına karşın, 1 Mayıs’ı faşist bir baskıyla kuşatmıştır.

Faşist iktidar, ezilen ve sömürülen halka karşı her zaman sınıf kini ile yaklaşmıştır. Bu genel yaklaşımdan öte, bazı tarihsel olaylar, bu sınıf kininin en bağnaz yöntem ve araçlarla icra edilmesini devreye koymuştur. Gezi’ye karşı alınan külhanbeyi tavır, vekilliği düşürülen Can Atalay özgülünde sergilenen intikamcı tutum ve Kürt ulusunun meşru mücadelesine karşı siyasal bir dava olarak uydurma gerekçelerle düzenlenen Kobane dosyası, yakın tarih örnekleri olarak öne çıkmaktadır. “Yumuşama” manipülasyonu ortamında, Osman Kavala’nın yeniden yargılanma talebinin ret edilmesi ve Can Atalay konusunda AYM-Yargı krizinde başrol oynayan Yargıtay 3. Daire başkanının Yargıtay başkanlığına getirilmesi ve Kobane davasında Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ başta olmak üzere, birçok Kürt siyasetçiye en ilkel hukukun sınırlarını zorlayan mantıkla “cezaların” verilmesi, tekçi faşist zihniyetin bundan sonraki tutumunun ne yönde gelişeceğine işarettir. Konu bağlamında ifade edelim ki; Gezi, ezilen -sömürülen halkımızın haklı-meşru öfkesidir. Kobane, mazlum Kürt ulusunun, tarihsel ve güncel olarak uğradığı haksızlıklar ve milli zulme karşı isyanıdır. Suçlu olanların bu haklı-meşru mücadeleyi yargılamaya hakları olmadığı gibi, asıl tarih karşısında suçlu olan kendileridir ve bu yargılamayı da halklar yapacaktır.

Haksız yargılamaların, tutuklamaların, ekonomik enkazın tartışıldığı ortamdan vazife çıkaran faşist iktidar, ince bir zamanlama ayarı ile 28 Şubat Generalleri, Erdoğan’ın yetkisi ile dışarı çıkarıldı. Milli Eğitim mevzuatında yapılan değişiklikle eğitim bilimsel niteliğini dinamitlerken, 9. Yargı Paketi ile kadınların kazanımlarına saldırdı. “Etki casusluğu” gibi çerçevesi belli olmayan bir kavramla, toplumsal dinamiklere saldırmak için, keyfi gerekçelerle “suç” oluşturacak bir “yasal” zemin oluşturmaya gayret ediliyor. Sinan Ateş cinayetinde oluşturulan iddianame ise tam bir komedi. Cinayetin siyasal ayağını oluşturduğu alenen açık olan MHP ve Ülkü Ocaklarını örtülemek için cambazlara mahsus bir iddianame yazdırıldı. Burjuva yasaların sermaye ihtiyacına göre yenilenmesinde, siyasal hamlelerde zamanlama “becerileri “kullanan Erdoğan ve güruhu, bu tartışma ortamını da kendi siyasal hamlelerine araç haline getirmiş durumdadır.

Sinan Ateş cinayeti dosyası ile beraber, bürokrasi, polis, siyasetçi denkleminde Ankara’da bir çeteye yönelik operasyonun akamete uğratılması, Gezi, Kobane, 1 Mayıs dosyaları ve tutuklamalarında faşizmin en açık biçimde uygulanması, iktidar kanadında yer alan MHP’nin “arzuları” olarak geçiştirmek, devlet-iktidar ve faşist burjuva partilerin sınıfsal niteliğinin kavramamaktır. Tüm bunlar Türk burjuva egemenler sisteminin saldırılarıdır. En bağnaz-şovenist çizgi MHP’de merkezileşse de bu politikalar tek parti siyasetine indirgenemez. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da “TC” faşizminin mazisi Erdoğan-Bahçeli’den çok öncedir ve bugün iktidar kliği tarafından uygulanmaktadır.

Özet olarak;

Erdoğan vasıtası ile gündeme getirilen ve çeşitli boyutları ile tartışmaya açılan, “yumuşama”, “yeni anayasa” meseleleri, komprador tekelci işbirlikçi rejimin, uluslararası sermayenin memuru olan M. Şimşek programını uygulama hedefinin yanında, siyasi-hukuksal baskıyı kitleler üzerinde sürdürme iradesidir. Osmanlı devletinde III. Selim’in Kabakçı Mustafa isyanı ile tahttan indirilerek Şehzade Mahmut’u tahta geçirdiği 1807 yılında, zayıflayan devlet otoritesinin Rumeli, Anadolu ve Mısır gibi eyaletlerin Ayanları ile yapılan anlaşmadır Sened-i İttifak. Alemdar Mustafa Paşa, bu anlaşma ile padişahın ve Osmanlı İmparatorluğunun zayıflayan otoritesini tesis etmeyi amaçlıyordu. Şimdi de Erdoğan, Sened-i İttifakı, burjuva klikler ve siyasal aktörler arasındaki ilişkide güncelleyerek, hem zayıflayan faşist iktidar otoritesini tesis etmeyi amaçlamaktadır hem de önümüzdeki sürece dair siyasal hamlelerine hazırlık yapmaya çalışmaktadır. Ekonomik program ve siyasal hukuki saldırıların hedefi, ezilen-sömürülen yoksul yığınlardır. Bu iki ayağı bir arada yürütebilmek için, burjuva aktörlerle “yumuşama” adımları atılmaktadır.

Ezilen kitleleri hedef alan bu siyaset, burjuva klikler ve siyasal temsilcileri açısından karşılıklı hamleleri de içermektedir. Şöyle ki Erdoğan bu siyaseti ile CHP başta olmak üzere, burjuva muhalefete karşı bir hamle aracı olarak kullanmaktadır. Özellikle seçim süreçlerinde kitlelerde kutuplaşma ekseninde yarılmalar yaratmak, burjuva siyasetin üzerinden yürüdüğü zemindir. Ki AKP-MHP iktidarı döneminde, kısa aralıklarla yapılan seçimler, iktidar ve muhalefeti ile burjuva siyaset aktörlerine bu konuda önemli avantajlar sunmuştur. Kitlelerin davranışını, seçim ortamlarında öne çıkan burjuva partilerin tercihine zorlayan bu atmosfer, son yerel seçimde CHP’ye yarar sağlasa da esasta iktidar olanaklarını elinde tutan AKP ve Erdoğan’a yaramıştır. “Önümüzdeki 4 yıl seçim yok” diyen Erdoğan, şimdi de “yeni Anayasa” tartışmaları ve olası referandum süreçleri ile seçim atmosferini elinde bir silaha dönüştürmektedir.

Tabi bu değerlendirmemiz, Türk egemenler sistemi açısından yeni bir “Anayasanın” ihtiyaç olmadığı anlamına gelmez. Yazımızın içeriğinde ifade ettiğimiz gibi, sermayenin yayılma ve serbest hareket etmesi için mevcut anayasal mevzuat yeterli gelmemekte ve engel teşkil eden mevzuatların değiştirilmesi gerekmektedir. Yine yargı ayağında, merkezi tekçi iktidarın daha serbest hareket etmesini sınırlayan mevzuatlar söz konusudur. Burjuva siyasetin yeniden dizaynı için “Siyasal Partiler Yasası”, ordu-polis başta olmak üzere devletin militarist güçlerinin daha güçlü yetkilendirilmesi, savaş ve işgal halinin “milli güvenlik” adı altında daha hızlı kararlara dönüştürülmesi, dernek-sendika-sivil toplum kuruluşlarının gerici hükümlerle devlet kontrolüne alınması, örgütlenme haklarının tekçi iktidar mekanizmasının izinlerine tabi tutulması, kadın haklarının tırpanlanması vb. gibi birçok çerçevede, faşist iktidar “Anayasal Hukuk” çerçevesinde yeni bir biçim vermek istemektedir. Bu biçim burjuva demokratik içerikten bile uzak, faşist bir kurumsallaşmadır. Bu bağlamda “Anayasa” değişikliği gündeminden, toplumsal özgürlük ya da haklar anlamında bir sonuç çıkmayacaktır.

Faşist egemenler sistemi, iktisadi ve siyasal olarak, kendi iktidarının, sistem içindeki burjuva klikler konumunun yasal zırhını güçlendirmek için, bir yasal düzenlemeye gitmeyi tartışmaktadır. Bu tüm burjuva aktörlerin paydaş olduğu bir konudur. Ama her burjuva parti buradan kendisine göre bir sonuç çıkarmaya çalışmaktadır. Bu konuda birçok senaryo yazılabilinir. Erdoğan’ın Tüm burjuva partilerinin onaylayacağı maddeler üzerinden kısıtlı bir değişiklik ile bu meseleyi kendisi açısından “Güvenoyu” aracı haline getirmesi, Başkanlık sistemini “reforme” eden ve genel anlamda sistemin denetim mekanizmalarını arttıran (tüm burjuva kliklerin ortak zemini halinde) bir yasal mevzuat çıkarması, Başkanlık sisteminde yüzde 40+1 oy oranı ile burjuva klikler arasındaki ittifaklara yeni bir biçim vermesi, (MHP ittifakı yerine başka burjuva aktörlerin geçmesi gibi) bir yığın senaryo, yaratılan bu tartışmaların sonucu olabilir. 

Son tahlilde, mevcut “yumuşama”, “normalleşme”, “Anayasa değişikliği” tartışmaları, faşist iktidarın, kendi siyasal-iktisadi iç yapısal krizlerini yeniden dizayn etme gündemleridir. Burjuva iktidar ve burjuva muhalefetin en basitten en karmaşık siyasal konjonktüre kadar, oluşturacağı her “uyum”, ezilen-sömürülen halklara karşı savaştır-işgaldir- baskı ve sömürüdür. Hukuksal işleyişten, yasal akitlere kadar, ezilenlerin özgürlük paradigması, burjuva dünyayı yerle yeksan edecek olan sosyalizm paradigmasıdır. 

Önceki İçerik17’ler Komünist Çizgimizin ve Savaş Mevzilerimizin Kızıl Bayraklarıdır!
Sonraki İçerikFilistin’de Yaşanan Katliam ve Soykırım, Emperyalist Sistemin Kanlı Yüzüdür!