HABER MERKEZİ(19.07.2017)-Bölgemizde süren savaş ve bölge devletlerinin kendi içinde yaşadığı sorunlar, bölgedeki mevcut yapıları ve mevcut politik atmosferi değiştirecek boyuttadır. Bölge, egemen emperyalist sistemin yaşadığı krizlerin aynası ve pratik sınanma tahtası durumuna gelmiştir. Bölge devletlerinin kendi aralarındaki çelişkiler, her devletin kendi sınırları içinde bulunan halk ve çeşitli kesimlerle yaşanan çelişkiler, bir kısım egemen devletin egemen kesimlerinin kendi aralarındaki çelişkiler ve büyük emperyalist güçlerin kendi aralarındaki çelişkinin bölge devletleri ve bölge güçleri üzerinde etkili olması ile açığa çıkan bir çelişkiler anaforundayız.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Arap ulusu ve coğrafyasının çeşitli devletlere bölünmesi, Kürdistan’ın parçalanarak bölge devletlerinin egemenliğine bırakılması, bölgede sınıfsal-toplumsal sorunların yanında ezilen ulusal sorunlarından kaynaklı süregelen “çözümsüzlükler”, bölgenin en önemli dinamiklerine kaynaklık etmiştir. Bu meseleler yanında, bölgede Arap egemen ve emperyalist çevrelerin kendi çıkarına göre İslam’ı bir savunu platformu haline getirmesi, mezhep kaynaklı ana eksen başta olmak üzere farklı inançlar arasındaki çelişkiler de bölgedeki bölünmenin bir parçası durumundadır.
Suudi, Katar ve benzeri bloktan oluşan Arap egemen kesimleri ile “TC” arasındaki ittifak, esas olarak İran’ın başını çektiği bölgedeki diğer bloklaşmaya karşı konumlanmıştır. Çıkar esaslı olan bu bloklaşmanın tezahürü, tartışmaya açık olsa da tarihsel geçmişi olan mezhepsel bir ayrışmayı güncel hale getirmektedir. Aslında Fars ve diğer Arap veya Türk devletleri arasındaki çatışmalar, tarihsel olarak çıkar ve bölgenin paylaşılmasından kaynaklanmıştır. Ama İslam yorumundaki farklılık ve mezhepsel ayrılık, bu çıkar çatışmalarını örten bir örtü görevi görmüştür. Egemen güçler, bölgenin çıkar amaçlı paylaşılmasından kaynaklı çatışmada, dini bir maske olarak kullanmakta ayrıca geçmişte “Yeşil Kuşak Projesi” temelinde Selefi radikal gruplar beslenerek bugünkü hale getirilmiştir.
Emperyalist blokların ve bölgedeki devletlerin ittifak ve mevcut durumları ve öngörülen politikalar sürekli değişmektedir. Bölgenin değişkenleri kaygan bir zemin üzerinde dans eder vaziyettedir. Aktörler de faktörler de değişkendir. Belli bir sabite bağlanmaktan ziyade, sabitleri de sürekli hareket halindedir.
Bu bağlamda Erdoğan’ın başını çektiği Türk devletinin politikaları da benzer bir seyir izleyerek çıkmazlara sürüklenmiştir. Hem Arap devletleri ile yapılan hem de Arap devletlerinin kendi aralarında yapmış oldukları ittifak bozulmaktadır. Burada etken olan esas olarak sahadaki güçlerin kendisidir. IŞİD kontrol dışına çıkmış ve tehdit unsuruna dönüşmüştür. Bölgede istikrarsızlaştırma unsuru olarak ne kadar daha işlev göreceği belli değildir. Sanıldığının tersine Esad rejimi direnmiş, İran ile Rusya’nın desteğini alarak ABD ve müttefiklerinin beklentileri boşa çıkmıştır. Üstelik bu durumdan Kürt güçleri örgütlenerek bölgede en büyük aktörlerden biri haline gelmiştir. Bu durum, özellikle Türk ve İran devletleri için ciddi bir endişe kaynağıdır. Türk ve İran rejimleri bölgede karşı kutuplarda yer almalarına rağmen Kürdistan korkusu yaşamakta ve bu temelde bir araya gelme ihtiyacı duymaktadırlar.
Mevcut durumda bölgede, emperyalist ve bölge devletlerinin çatışmalarında nispeten özerk bir rol oynayan Kürt güçleridir. Kürt güçlerinin durumdan vazife çıkararak kendi hakları başta olmak üzere ve bölge halklarının çıkarını güden bir politika etrafında hareket etmeleri ve bu temeldeki arayış ve gelişme içinde olmaları önemlidir. YPG ve bağlaşık güçleri bu anlamda öne çıkmış durumdadır. Bu gelişmeler dışında bölgede devrimci ve sosyalist öznelerin etkin olmadığı bilinmektedir. Bölge halkları, komünist, devrimci öznelerin önderliği altında güçlü bir alternatifle ortaya çıkamamaktadır. Ve bu yönlü özneler bölgede güçlü değildir. Daha önce var olan devrimci ve komünist iddiasında olan hareketler 1980’lerden bu yana gelişen süreçte erimişlerdir. Arap milliyetçiliğinin yerine ikame edilen veya edilmek istenen yeni dinci-milliyetçi rejimler, bölgenin bir savaş alanına dönüştürülmesinde manivela görevi görmüşlerdir. Bölgede yükseltilen yeni muhafazakâr-dinci faşist rejimlerin kısa sürede gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Bütün bu rejimlerin hükümleri altındaki ülkelerde önemli bir muhalefet gücü mayalanmasına rağmen, bu muhalefet gücünden gerici faşist güçler yararlanmaktadır.
Farklı bir konum arz eden Kürdistan bölgesidir. Kürdistan bu bağlamda kilit bir noktada durmaktadır. Hem bölge gericiliğinin en zayıf halkasıdır hem de devrimci-komünist öznelerin gelişme sağlayabileceği potansiyeli barındırmaktadır.
Bölgedeki savaş, egemen güçlerin kendi aralarındaki güç ilişkilerini dağıtmıştır. Tüm bölge devletleri hem yeniden bir paylaşımın hedefi hem de bu paylaşımın taraflarıdır. Süren bu savaş tamamen egemen emperyalist blokların başlattığı ve bölge halklarının katledildiği, kadın ve çocuklar başta olmak üzere vahşete maruz kaldığı bir savaştır. Bu savaşta Kürt halkı, kadınları, çocukları başlıca hedefler haline getirilmiştir. Bu ateş çanağında sınanan yoksul Kürt halkı-ulusu tarihin bir daha kendi üzerinde vahşetle tekerrür etmemesi için direniyor.
Kürdistan’ın parçaları hem kendi hem de egemen bölge devletlerinin halkıyla ittifak arayışı içindeler. Kürt öznelerin, Kürdistan’ın parçaları ve egemen ulus halklarıyla birliği ne kadar zayıf kalırsa, egemen emperyalist blok ve bazı bölge devletleriyle ittifak arayışları da o kadar güçlü olur. Bölgenin bu durumda olmasının başlıca nedenlerinden biri emperyalist büyük güçlerdir. Emperyalistler bölgeyi yeniden düzenlemek isterken kendi çıkarlarını esas almakta ve bu arada zinde olan Kürt kuvvetlerini hesaba katmak zorunda kalmaktadırlar. Tarihe bakıldığında, Kürt ulusuna göz kırpan Amerikan ve İngiliz güçlerinin her defasında bu güçlere ihanet ettiği görülecektir.
Biz komünistler başta olmak üzere, halkların birleşik mücadelesini örmek ve mücadele bütünlüğünü sağlamak; emperyalist ve bölge haydutların planlarını işlemez duruma getirmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Devrimci komünistlerin müdahil bir güç olarak halkların mücadele alanlarında yer alması ve mücadeleyi yeni boyutlara taşıması mümkün ve gereklidir. Yıllardan beri yanlış bir zemin üzerinde iç tartışmalarla vakit geçiren ve bu tartışmalardan güçlenerek çıkmayan öznenin, geçmişinden ders çıkarması gerekir. Bunun en önemli yolu, yönelimini mevcut durumu değiştirebilecek bir hedefe odaklanması ve temelde bir gelişme kaydetmesidir.