BENİ ANARŞİSTLERDEN VE YİRMİNCİ YÜZ YIL DEVRİMLERİNDEN AYIRAN BAZI NOKTALAR

Kapitalist egemenlik aygıtlarının Paris Komünü’nde ve onu izleyen 20. yüzyıl işçi devrimlerinde olduğu gibi dipten tepeye doğru, devrimci kitle hareketiyle parçalanması ve komününün, sadece Paris Komünü’nde olduğu gibi dipten tepeye doğru inşası. Eski komünist görüş, aygıtı, tepeden tabana doğru, merkezi, militer, bürokratik bir devrim devleti olarak kuruyordu. Beni bundan ayıran, tabanda, taban tarafından kurulan, tüm devlet görevlerinin tabana, komünlere devredildiği, halkın genel silahlanmasına ve doğrudan seferberliğine dayanan bir komün cumhuriyeti, devlet ile devletsizlik arasının bir geçiş devleti, devletsiz bir devlettir. Yeni bir şey savunmadığımı söylemeliyim. Benim yaptığım, Marks, Engels ve Lenin’in, Paris Komünü tecrübesinden doğan, ama teorilerinde hâkim hale gelmeyen bir görüşün, hâkim hale getirilmesinden ibarettir. Birçok insan benim anarşizme kaydığımı sanıyor. Anarşizmle aramda temel farklılıklar var. En başta, lağvedilen devletin yerine neyin konulacağı konusunda Anarşizmle aynı görüşte değilim. Ben bir komün cumhuriyetinden söz ediyorum. Merkezi ordusu ve güçlü bürokrasisi olmayan, komünlerin ortak sorunlarını tartışan ve komünler arasında koordineyi sağlayan, dengesizliği kaldırmaya hizmet eden komün cumhuriyeti parlamentosundan, devletsiz bir geçiş devletinden söz ediyorum. Anarşistler ise daha bugünden, örgütün, hiyerarşinin ve biçimi ne olursa olsun devletin olmadığı bir sistemden söz ediyorlar. Sözünü ettikleri ve savundukları komünün bir örgüt olmadığını iddia ediyorlar. Anarşistlerin kafalarının, devrimden sonra nasıl bir sistem kurulacağı konusunda çok açık olduğunu sanmıyorum. 
Komün cumhuriyetine gidiş biçiminin şiddetsiz olmayacağı noktasında anarşistlerle hemfikirim. Bununla birlikte, devrim sürecinde, şartlara bağlı olarak ortaya çıkabilecek örgüt, mücadele ve özellikle şiddet biçimlerini (gerilla şiddeti, kitle veya komün şiddeti vb.) reddetmiyorum. Ve komün cumhuriyetinin kuruluşuyla birlikte, komünler hariç, tüm örgütlerin kayıtsız şartsız lağvedilmesini savunuyorum. Anarşistler ise örgüte karşı oldukları için örgütsüz yürüyüşü, örgütsüz kitle şiddetini savunuyorlar. 
Savunduğum Komün devrimi, kırsal bölgelerde, tüm mülkiyetin, belli bir süreç içinde, komün mülkiyeti haline getirilmesini amaçlıyor. Eski anarşistler, özellikle de Bakunin, kırlarda geniş köylü yığınlarının ayaklanmasına dayanan bir devrim düşüncesinden hareketle, büyük toprakların ‘koşulsuz olarak küçük köylülere devredilmesini savunuyor. ( Bkz, Bugünkü Krizde bir Fransız’a Mektuplar- Bakunin). Ben, küçük köylü mülkiyet sisteminin, komün sistemiyle çeliştiğini, komün dışında kalan küçük mülkün, süreç içinde, ikna ve teşvik yöntemiyle komün mülkiyeti haline getirilmesini savunuyorum. Bakunin’le ortak noktam, “zorunlu askerlik, vergi, kira, ipotek gibi uygulamaların kaldırılması” ve eski “Devletin tasfiyesi”dir. Bakunin, söz konusu bu toprak dağıtımıyla, bireyi, “kendi mülkünün yegâne garantörü durumuna” getirmekten söz ediyor. Ben ise onu tamamen mülksüzleştirmeyi savunuyorum. Bu bakımdan büyük toprakların dağıtımını değil, komüne katımını savunuyorum. Öte yandan, Anarşizmin envaiçeşit biçimleri, türleri var. Günümüzün Anarşist- komünistleriyle mülksüzleştirme noktasında hemen hemen aynı şeyleri düşünüyorum.
Diğer bir nokta, tarih, ahlak, hiyerarşi, dil, kültür, gelenek, yaşam değerleri ve tarzı gibi bin bir bağla, halkın bilincine, ruhuna, inancına ve yaşamına köklenen ve tüm haşmetiyle yaşayan görünmez sivil devlet konusunda, yani en güçlü devlet konusunda da Anarşistlerden ayrılıyorum. Onlar için en büyük sorun, görünen, militer-bürokratik resmi devlettir. Bana göre ise, devrimin cebelleşmesi gereken, uzun vadeli en büyük sorunu, devletlerin ana rahmi olan, ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel, inançsal vb yönleriyle, görünmeyen bu sivil devlettir.

 

Önceki İçerikMeşru demokratik siyaset mi burjuva yasalcı siyaset mi?
Sonraki İçerik“TC” ile Rusya arasındaki “uçak krizi” ABD ve Rusya arasındaki çatışmanın yansımasıdır