HABER MERKEZİ (17.09.2016)-Askeri darbe girişimi bertaraf edildi. Mevcut iktidar için en büyük tehdit ve tehlike darbeydi ve bu tehdit ile tehlike savuşturuldu. Buna karşın Erdoğan/AKP iktidarı bilinçli bir plan ve yetenekle tehdit ve tehlike algısını diri tutarak ve muhalefetin de angaje olmasıyla birlikte lehine gelişen tüm atmosferi son derece iyi kullanıp en zayıfladığı dönemden güçlü çıkmayı başardı, başarıyor…
Girişim olarak kalan askeri darbe süreci, Erdoğan/AKP güruhu tarafından, zayıflayan kendi iktidarını daha güçlü tahkim etmek üzere kendi darbe sürecine evirildi bu süreçte. Aşağıda özetleyeceğimiz şartlar Erdoğan/AKP kliğinin kendisine dönük darbeden kendi darbesini devşirmeye olanak sundu. Nitekim bu sivil darbe en ağır biçimde yürütülmekte, yaşanmaktadır. Bu sivil darbede kendisinden olmayan herkes tasfiye edilip faşist baskı altına alınırken, geniş halk kitleleri susturulup sindirilmekte, özellikle de Kürt Ulusal Hareketi ve Kürt ulusunu gerici savaş saldırganlığıyla ezip teslim alma hedeflenmektedir. Komünist ve devrimci hareketin bu saldırganlıktan nasibini aldığı ve alacağı da bu sürecin beklenen bölümüdür. Komünist ve devrimci hareketi es geçen bir darbe tasavvur edilemeyeceği gibi, böyle bir darbe görülmemiştir de. Bugün yaşanan durum bunun iyi bir kanıtıdır. Darbe girişiminde bulunanlar eski ortakları ve anti-komünist geleneğin faşistleriyken, tasfiye ve baskılar dönük halk kitlelerini, demokratik güç ve kesimleri, aydın ve ilericileri hedeflemektedir…
Erdoğan’ın darbe girişiminden kendi darbesini devşirmesi nasıl veya hangi koşullarda mümkün oldu, geliştirildi?
Muhalefetin iktidara yedeklenmesi Erdoğan/AKP güruhunun kendi darbe sürecini geliştirmek için son derece elverişli bir koşul olarak ortaya çıktı. Muhalefetin bu yedeklenmesi Erdoğan’ın arayıp da bulamadığı gerekli zemini, muhalefet tepside kendisine sundu. Öte taraftan ırkçı Türk milliyetçiliği körüklenerek toplumsal zemin de elverişli hale getirildi. Darbe girişimi ve muhalefetin tavrıyla toplumsal zemin zaten uygun hale gelmişti. Irkçı milliyetçiliğin kışkırtılması durumu daha da sağlamlaştırdı. Geniş toplumsal eğilim ve muhalefetin yedeklenme tutumu bütünüyle Erdoğan/AKP iktidarının korunması ve güçlendirilmesi ekseninde seyretti, buna hizmet etti.
Zımni ya da örtülü koalisyonla iktidarı paylaştığı CİA ajanı faşist Fethullah Gülen Cemaati, giriştiği darbeden sonra, tabii olarak devlet kurumlarından sermayesine ve tüm örgütlenmesine kadar kurum ve kadrolarıyla tasfiye edildi, ediliyor. Devleti temel kurumlarıyla sarmalayan Cemaate dönük gerçekleştirilen devasa boyutlardaki tasfiye süreci, Erdoğan/AKP güruhunun bu kurumlara kendi kadrolarını yerleştirmesine sahne olmaktadır. Bu durum mevcut iktidarın darbeyi basamak edinerek salt kendi kadrosunu kurumlara yerleştirerek tekçi ve tek adam iktidarını tesis etmesi anlamına gelmektedir ki, bu bir nevi sivil darbe veya sivil darbenin bir unsuru durumundadır. Boşalan kurumlar kendi kadroları ve işbirliği içinde olup dayandığı yeni ortakları olan yeni cemaat türevlerinden kadrolarla doldurulmaktadır. Farklı cemaatlerin devlet kurumlarına yerleştirilmesi, Erdoğan/AKP iktidarının tekçi ve tek adam sultası tesis ettiği gerçeğini ya da sivil darbe realitesini değiştirmez. Ya Kemalist kadroların yerleşmesini kabul edecekti ya da yeni ortakları durumundaki cemaatleri tercih edecekti… Kemalistleri değil, cemaatleri tercih ettiği açıkça görülmektedir. Belli Kemalist unsurların belli kurumlara gelmesi önemsiz ölçüde olmakla birlikte, Erdoğan sultasının tesisi açısından durumu değiştiren bir şey değildir.
Yukarıdaki zemini gerekçe ederek ve kullanarak OHAL kararı mecliste alınarak uygulamaya geçildi. Böylece anayasa, meclis gibi prosedürler devre dışı bırakılarak iktidarın keyfi ve faşist darbe yönetimi devreye sokularak burjuva hukuk açısından meşrulaştırıldı. Artık iktidar veya Erdoğan’ın meclisi devre dışı bırakarak ve anayasayı askıya alarak faşist tekçi-tek adam diktatörlüğü zemininde Kanun Hükmünde Kararnameler dönemi başlamış oldu. Bu süreç sivil faşist darbenin kanlı-canlı yürürlüğe girip hüküm sürmesinin deklaresi oldu adeta.
OHAL uygulaması ve bu kapsamda Kanun Hükmünde Kararnamelerle yüz bini aşkın askeri personel ve kamu çalışanı ihraç edilmiş, açığa alınmış, görevden uzaklaştırılmış, soruşturmalara alınmış, fişlenmiş ve tutuklanmış durumdadır. Bu tasfiye dalgasının devam edeceği de bilinmektedir; her gün yeni uzaklaştırmalar, açığa almalar, soruşturma ve tutuklamalarla devam da ediyor. Meselenin önemli boyutu, bu tasfiyenin cemaatle sınırlı olmayıp, cemaat gerekçesiyle bütün muhalif, demokrat, aydın ve ilerici kesimlerin tasfiye edilmesi olarak yürütülmesidir. Basit ve gayrı ciddi keyfiyetçi gerekçelerle bu tasfiyeler genişletildiği gibi, cemaat unsuru ”Demoklesin kılıcı” gibi herkesin başında sallanmakta, tam bir korku iklimi geliştirilmekte ve ”cadı avı” misali kendinden olmayan herkesin tasfiye edilerek kendi kadrolarını yerleştirip Erdoğan sultasının tartışmasız biçimde oturtulması gerçekleştirilmektedir. Bundan ala bir sivil faşist darbe olamaz. Ama sivil darbe burada kalmıyor.
OHAL ve Kanun Hükmünde Kararnameler dönemiyle sergilenen keyfiyetçi faşist diktatörlük ve sivil darbe dönemi, Kürt ulusuna karşı yürütülen gerici savaşın başaramadıklarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Uygulanan soykırımcı vahşi katliamlarla Kürt direnişini kırıp teslim alamayan iktidar, elde ettiği bu avantajı kullanarak Kürtleri susturup sindirmeye, ezip teslim almaya çalışmaktadır. Bir taraftan askeri gerici savaş saldırganlığı yürütülürken, diğer taraftan da, ”demokrasi seçimlerdir, her şey seçimlerle ölçülür, demokrasinin ölçütü seçimdir”, ”seçimle gelinir seçimle gidilir” teraneleri çalan Erdoğan/AKP güruhu bu söylemlerine karşın seçimlerle gelen Kürt belediye başkanlarını faşist darbeye uygun olarak keyfi biçimde görevden uzaklaştırıp kayyum yani kendi memurlarını atamaktadır. Bu durum, seçilmişler kadar seçenlere-seçmenlere, yani Kürt ulusunun(bir ulusun!) iradesine de büyük bir saldırı ve bu iradeyi de seçimleri de tanımama tavrıdır ki, bunun adı faşizmden, sivil faşist darbeden başka bir şey değildir. Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak yargılanma yolunun açılması ve nihayet savcılarca mahkemelere çağırılmaları süreci de sivil faşist darbenin önemli bir icraatıdır. Milletvekilleri seçimlerde halk kitleleri veya gerici histeriklerle dillendirilen ”milli irade” tarafından, yani ilerici halk kitleleri ve Kürt milleti iradesi tarafından seçilmesine karşın, tekçi faşist tek adam sultası olan Erdoğan/AKP sivil darbe yönetimi bu iradeyi çiğneyerek vekillerini yargılayıp tutuklama yolunu izlemektedir. Seçimlerle gelenlerin siyasi irade tarafından ve meclisi de devre dışı bırakarak tek adam sultası tarafından görevden alınması darbe olmakla birlikte, bu güruhun seçimlere, ”demokrasiye” verdikleri değeri ve milli irade safsatalarına karşın ona nasıl darbe yaptıklarının göstergesidir.
OHAl ve Kanun Hükmünde Kararnameler dönemi özellikle Demirel-Çiller-Ağar ekibinin yönetim dönemiyle ve bu dönemin ”faili meçhuller”, ”kayıplar”, ev ve sokak infazlarıyla ünlenen yargısız infazlar, Kürt cephesindeki gazete binalarının bombalanması, Kürt aydınları ve iş dünyasına dönük infaz listelerinin hazırlanıp uygulanmaya sokulmasıyla ünlenen azgın faşist icraatlar şahsında unutulamaz biçimde hatırlanmaktadır. Şimdinin OHal ve Kanun Hükmünde Kararnameler biçimiyle burjuva hukuksal zeminine oturtulan Erdoğan/AKP güruhunun sivil darbe koşullarının baskı yelpazesi ve derecesi anılan dönemi aratmadığı gibi, soykırımcı katliamlar ve tasfiye hareketinin kapsamı ile tek adam sultası ekseninde geliştirilen sivil darbe özelliğiyle eski dönemi aşmıştır. Dahası bu sivil darbe sürecinin özellikle Kuzey Kürdistan’da Kürtlere ve ülke genelinde komünist ve devrimcilere dönük yargısız infaz ve kirli savaş metodunun çok daha vahşi biçimde devreye girmesi muhtemeldir. Kendi ”derin devletini” yani gladyosunu örgütleyen Erdoğan/AKP iktidarı Kuzey Kürdistan’daki soykırımcı katliamlarında bu yüzünü ortaya koyduğu gibi, bundan sonra aynı pervasızlığı sürdürüp OHAL ve Kanun Hükmünde Kararnameler zemininde tamamen keyfiyetçi temelde koyu bir devlet terörü estireceği beklenmelidir.
Çarpıcı olması itibarıyla bitirmeden son olarak bir anekdot verelim. Erdoğan/AKP iktidarı darbeci Cemaat ile alenen ortak iken, Cemaatle adeta bir koalisyon gibi yönetip iktidar ederken ve hatta Cemaat sayesinde iktidara gelirken, özcesi Cemaati işbirliği içinde devlet kurumlarına çörekletip devleti kuşatıp ele geçirmelerini sağlayan Erdoğan/AKP iktidarı iken, dolayısıyla Cemaatin bu kadar palazlanarak etkin olup güçlenmesine ve darbe yapmaya kadar büyümesine olanak sunan ve bunu ”ne istediler de vermedik” serzenişleriyle, ”parsel parsel verdin”, ”yanıldık, aldatıldık” itirafları ve ”tanrı bizi afetsin, millet bizi afetsin” kurnazlıklarıyla da olsa kabul etmesine rağmen, sorumluluktan kaçmak için adeta muhalefeti suçlu gösterip kendi suçlarına ortak etmeleri ikiyüzlü kişiliksizlikten başka bir şey değildir. Sadece AKP iktidarı değil, geçmiş tüm iktidar ve başbakanlar Cemaatle ilişkideydi ve onu kolladılar biçimindeki zırvalıklarla Erdoğan/AKP güruhu aklanmak istenmektedir. Ki, muhalefeti kendi suçlarına ortak ederek kendilerine dönük eleştirinin önünü almaya çalışmakta ve bunu önemli oranda başarmaktadırlar. Yani muhalefetin durumu içle acısı. AKP’nin bu taktiğine karşı edilgen kalmakta, Erdoğan/AKP güruhunun Cemaat konusundaki suçları olağanlaştırılmaktadır…
Elbette muhalefet ve geçmiş başbakanların suçlu olup olmaması bizlerin tartışma konusu değildir, muhalefetin suçsuz olduğunu savunamayız, bu bizlerin işi değildir. Bilakis her dönemde dinin ve cemaatlerin kollanıp beslendiği doğrudur da. Ne var ki, bu gerçeklik Erdoğan/AKP güruhunun Cemaatle işbirliği içinde işlediği suçları ve cemaatin esasta bu iktidar döneminde devlete yerleşip ele geçirdiği inkâr edilip karartılamaz bir gerçektir. Kısacası darbe gücü o kadar etkin kullanılıyor ki, muhalefet neredeyse Erdoğan/AKP güruhunun Cemaat konusundaki suç ve sorumluluklarına ortak ediliyor, yazık ki muhalefet de buna karşı varlık gösteremiyor…
Bütün bu tabloda dikkat çekilmesi gereken ve önem kazanan esas mesele bu sivil darbe ve icraatlarına karşı demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin ortak mücadelelerle geniş halk kitlelerini birleştiren demokratik bir mücadele cephesinin örülmesi, buna paralel olarak silahlı devrimci mücadele ve Sosyalist Halk Savaşı’nın geliştirilmesi zorunlu ve tek umardır. İktidarı muhalefetiyle sıkı bir ırkçı Türk milliyetçiliğinin dokunduğu, devlet bekası ve sınıf sistemi üzerinde mutlak bir birlik sergileyen mevcut koşullarda, devrimci mücadelenin aciliyeti her zamankinden çok daha yakıcı bir ihtiyaç olarak öne çıkmaktadır.