Ezilen halkların mücadele tarihi; zafer ve yenilgilerin iç içe yaşandığı, her devrimci pratiğin mücadelenin hazinesine kattığı değer ve deneyimlerle ilerleyen bir tarihtir. Bir avuç burjuva ideoloğun ve aktörün, masa başında veya laboratuvarlarda ürettikleri yalan bir tarihten bahsetmiyoruz. Bedel ödenerek/ödeyerek kanla yazılan bir tarihtir. Bu tarih, onlarca kitaba sığmayan acıları, ölümleri ve de zaferleri içinde taşıyor. Dünya proletaryasının, Türkiye- Kuzey Kürdistan parçasındaki mücadele de aynı yolu izleyerek bugüne gelmiştir. Yenmeyi ve yenilmeyi, başarı ve başarısızlığı, ilerleme ve gerilemeyi sınıf mücadelesinin sıcak pratiğinde yaşadık, ondan öğrendik. İzah ettiğimiz bir tarihsel belleğimizdir. Dünden, yarına köprü olan tarihsel bellek. Faşist “T.C.” egemenlerinin Maraş’tan, hapishanelere ve bu katliamların yolu üzerinde duran Roboski’ye uzanan katliamlar, bu tarihsel belleğimizin bir parçasıdır sadece. 

Türk devletinin katliamları, sürgünleri, soykırımları, emekçi halkların hafızasında silinmemiş/silinmeyecektir. Aralık ayı da, 19- 26 Aralık 1978 Maraş, 19 -22 Aralık 2000 Hapishane, 28 Aralık 2011 Roboski katliamları ile faşizmin kanlı yüzünün yaşandığı bir aydır. “T.C.”nin kanlı yüzü bununla sınırlı değildir. Osmanlı’dan devralınmış bir geleneğin ırkçı paradigmalarla üretilerek, ezilen ve sömürülenlere karşı geliştirdiği katliamlar, “T.C.” egemenlik çizgisinin mimarisidir.

 ”T.C.”nin kuruluş çizgisi ittihatçı gelenek içinde şekillenmiştir. İttihat ve Terakki Cemaati, iktidarda olduğu süre içerisinde farklı milliyetlerin uluslaşma sürecini kanla bastırmış, azınlık milliyetleri, Ermeni, Süryani, Rumları soykırımdan geçirmiş. Kan ile yok edilen azınlık milletlerin mal varlıklarına el koyarak “ulus devlet” projesinin hâkim gericiliğine sermaye sağlamıştır.

İttihat ve Terakki katliamcı geleneğin devamcısı olan “T.C.”, 100 yıllık geçmişiyle sürekli aynı katliamlar üzerinden varlığını sürdürdü. “T.C.”nin kuruluşuna imza atanlar, yukarıda soykırımdan geçirilen halkların da imhasının imzasını atan şahsiyetlerdi. Kuruluşundan günümüze kadar süre gelen katliamların temelinde bu tekçi zihniyet vardır.

Türk-İslam sentezli tekçi Kemalizm, kuruluşundan günümüze vahşi katliamların sanığı olmuştur

Tekçilik-ırkçılık “T.C.”nin kuruluş paradigmasıdır. Kapitalist dünyanın “ulus devlet” projesi olarak, işçi sınıfı ve sömürülen halklar üzerinde geliştirdiği sömürü, ezilen ulus-azınlık ve inançlar üzerinde katliam fermanları ile birleşerek döşendi bu tekçi zihniyet. Siyasal ve ideolojik niteliği ile en barbar ve gerici öz, bu zihniyette merkezileşti. Türk-İslam sentezli tekçi Kemalizm, bu gerici niteliğinden dolayı, kuruluşundan günümüze vahşi katliamların sanığı olmuştur.

Dünya Komünist Hareketi’nin coğrafyamız temsilcisi Mustafa Suphi ve yoldaşları, 28 Ocak 1921’de Karadeniz sularında, Kemalistlerin direktifiyle katledildiler. Bu tarih önemlidir! Çünkü daha sonraki süreçlerde, komünist, sosyalist ve ulusal devrimcilere zindanların kapıları açıldı, darağaçları kuruldu, işkencehanelerde, sokaklarda ilerici devrimci güçler katledildi.

Hemen akabinde, yani cumhuriyetin kuruluş aşaması ve sonrasındaki ilk on yıl içerisinde; Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı-Zilan gibi Kürt ulusunun, en meşru ve demokratik hakkı kanla bastırıldı. 1937-38 de ise Dersim soykırıma tutuldu ve Dersim’deki Alevi-Kızılbaş inancın kanaat önderleri idam edildiler. Demir yolu işçileri, faşizmin işçi sınıfına karşı geliştirdiği baskı ve zorbalığın “eseri” olarak Adana‘da katledildiler… Yani “T.C.”, ezilen ve sömürülenlerin kanını emerek kendisini “üretiyordu.” Gelişen her sürecin özgün durumuna göre, güncel politik ihtiyaçları ve uzun süreli ezilenleri teslim alma stratejisi üzerinden, faşist egemenler katliamlar geliştirmişlerdir.

“Cumhuriyetin” bu kısacık tarihinde bunca kapsamlı katliamların yapılmasının hedefi “tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek din” söyleminde anlam bulan rafine bir tekçilik düşüncesidir. 1924 Anayasası bunun beyanıdır. Bu yasada, “Misakı Milli sınırlar içerisinde yaşayan herkes Türk’tür…”, “Türk yurdunda sadece Türkler yaşar…” ve “Bütün diller Türkçeden türemiştir” gibi faşist-ırkçı zihniyet, siyasal-hukuksal olarak kurumsallaştırıldı. Bütün renklerin düşmanı olan bu zihniyet ebetteki, Anadolu’daki zengin mozaik halkları kabullenmeyecekti. Bundadır ki, Ulusal hakları için mücadele eden Kürtleri, inançlarını savunan Alevileri, baskıya, sömürüye karşı mücadele eden demokrasi güçlerini, sosyalistleri idam ettiler, işkencede öldürdüler, yakma gibi insanlık dışı yöntemlerle cana kast ettiler.

Yok Etme Siyaseti, Kapitalist Dünya İle Kurulan Direk İlişkinin Ürünüdür

Bu temel kuruluş kodları ile “T.C.” egemenleri tüm farklılıkları hedef almıştır. Sürekli olarak bir düşman varlığını güncel tutmak ve düşman olarak tanıtılan kesimlere karşı gerçekleştirilen vâsi katliamlar ve işkenceler üzerinde işçi sınıfı ve ezilenlerin direnme iradesi kırmak istenmiştir.  Sadece aralık ayına denk gelen Maraş, hapishane ve Roboski katliamları belirtiğimiz bu zihniyetin bir sonucudur. Farklı inançlara, farklı uluslara ve milliyetlere, demokrasi ve sosyalist güçlere yaşama hakkını tanımayan ırkçı, milliyetçi, barbarlık, her tarihsel kesitte, kendi politikasını hayata geçirmek için öne çıkan sosyal güçleri hedef seçmiş, kitlesel kıyımlarla kendi politik sürecine alan açmıştır.

Kuşkusuz her katliamın özellikle de ekonomik ve siyasal arka planı vardır. Kapitalist sistemin uluslaşma süreci, sermaye birikimini bir ulusun egemenleri eliyle denetimi altına alma biçiminde, pazar hâkimiyetine dönüşür. Diğer milliyetlerin uluslaşma, devletini kurma, dilini, kültürünü yaşamasının önünde milli baskıyla engel oluşturulur.1923’e kadar olan süreç de yaşanan katliamlar ‘Türk Devleti’nin iktisadi ve siyasi olarak uluslaşma sürecinin sonuçlarıdır. ‘Türk Devleti’, Türkler dışında diğer milliyetleri, yaşadığı coğrafyada silme, yok etme siyaseti, kapitalist dünya ile kurulan direk ilişkinin ürünüdür.

“T.C.”nin,  “Tek vatan, tek bayrak, tek milliyet, tek mezhep” yazılı ve  devlet kapısına astığı tabela Türkçülüktür.  Bu ana eksen dışına çıkanları tutukluyor, rehin alıyor, sürgün ediyor, öldürüyor. “T.C.” tarihinin gelişmesinin panoraması kısaca böyledir. Bu tekçi gerici, faşist karakterinden yüz yıl geçmesine rağmen tek bir adım geri atmış değil. Gelinen tarihi süreçte ise kâr amaçlı ekonomi planlamaların kaçınılmaz sonucu olarak girdiği ekonomik krizle çöküş noktasına doğru ilerlemektedir. Bu gibi krizlerde devrimci mücadele güçlenerek köklendiğini gören Türk gerici burjuvazisinin krizin yönünün değiştirmek için başta sosyalistler olmak üzere, çeşitli ulusal ve sosyal kesimlere yönelik yeni katliamlara başvurmayacağının garantisi yoktur. Zira bu dönemler, devrimci-sosyalist hareketin geliştiği, toplumsal kesimlerde iktidara karşı eylemliklerin gelişeceği, işçi sınıfının bağrında yeni devrimci dinamiklerin oluştuğu dönemlerdir…

Maraş Katliamı, 12 Eylül AFC’sine Yürüyen “T.C.”nin Kanlı Planıdır!

19-26 Aralık 1978 Maraş Katliamı’nın yapıldığı süreç; Türk egemenler sistemi ekonomik ve siyasi krizinin içerisinde boğulmaktaydı. Halkçı, popülist söylemlerle bu krizlerin çözülmediği, geniş kitlelerin yoksulluk içinde yaşadığı, işçi ve emekçilerin hareketinin geliştiği halkın kendi öz savunma gücünün adım adım genişlediği, siyasi politik örgütlerin ve özelikle öğrencilerin devrimci hareketle bütünleştiği, devrimci hareketlerin geniş kitleler içinde köklü bağlar oluşturduğu bir tarihsel kesitti aynı zamanda. Özelikle Maoistlerin Türkiye-Kuzey Kürdistan’da işçi ve emekçilerle buluştuğu örgütlendiği dönemdi. Sınıf çelişkilerinin derinleşmesine paralel olarak devrimci ve komünist güçlerin toplumla kurduğu bağlar, yönetememe krizi içindeki Türk egemenleri için ciddi bir tehdit oluşturmaktaydı.  Bu somut durum, uygulanması planlanan ekonomik politikalarla daha da derinleşecek ve bu süreci baskıcı bir iktidar biçimiyle “aşma”, “T.C.” hâkim sınıflarının temel politikası olmuştu. Faşist rejim, daha açık haliyle uygulanması kararı kısaca bu sürecin ürünüdür. Ve Askeri Faşist Cunta, başa gelmek için etnik kimlikler çatışması körükleyerek, geniş toplumda, askeri darbeye “meşruluk” yaratması gerekiyordu. Ayrıca, kitleleri sınıf mücadelesinin zemininden, toplum içindeki farklı etnik kimliklerin çatışmasına evirmek, faşizmin kendi politik sürecini örgütlemesinde daha avantajlı bir durum yaratmaktadır. Toplumda, milliyetler, ırklar, mezhepler arasında provokasyon düzenleyerek, sınıf mücadelesinin rayını değiştirmek amacıyla manipülasyon yöntemlerine başvuran faşizm, en hassas konu olan Alevi-Sünni çatışmasını yaratmak için Maraş’ı seçmiştir. Yani bölge ve körüklenmek istenen çelişki tesadüfi değil, devletin merkezinde planlanmış ve yine devlet eliyle örgütlenen kontralarla hayata geçirilmiştir.

Böylesi bir ortamda devlet tarafında, uzun süre planlanan Maraş Katliamı gerçekleşti. Kadınlar, çocuklar katledildi, Alevilerin yaşadığı evler yakılıp yıkıldı, çocuk-yaşlı-genç Alevi halkının insanları, canlı canlı kaynar suyla, ateşle yakılarak katledildi. Yaşanan vahşet, faşizmin hedefi için planlı seçilmiş bir vahşettir. Dönemsel politik ihtiyaçlar, kültürel, ideolojik teslim alma stratejisi ile yürütülmüştür.

Devrimci-Komünist Tutsakların Tutumu Tarihe Destansı Bir Cüret Olarak Geçti

19-22 Aralık 2000 tarihi, Türk egemenler sisteminin kanlı egemenlik biçiminin bir tekrarı olarak, hapishanelerde gerçekleştirdiği en vahşi katliamlardan birini işaret eden tarihtir. Dönemin hâkim sınıfları, Ecevit “önderliğindeki”, DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti aracılığı ile 20 hapishaneye, eş zamanlı olarak devrimci tutsaklara saldırmış, başka bir ülkeyi işgal edercesine kullandığı askeri güç ve teknik donanımı harekete geçirerek, hapishanelerde devrimci tutsaklara karşı kuralsız bir katliam gerçekleştirmiştir. Gerici “T.C.” iktidarının, toplumsal muhalefeti izole etmek ve toplumu potansiyel dinamikleriyle hücreleştirmek saldırısının hapishaneler ayağı olan “F tipi hücre” sistemine karşı, devrimci tutsakların SAG ve Ölüm Orucu biçiminde sürdürdüğü direnişe, “Hayata Dönüş” adını vererek vahşice saldırmışlardı. Hapishaneler katliamının sonraki yıllarında, jandarma tutanaklarında asıl adı “Tufan Operasyonu” olarak belirlenen “Hayata Dönüş” katliam hareketi, Gerici faşist iktidarların, ikiyüzlü yalanlarının tekerrürü bağlamında bugünle ilişkilendirildiğinde, tam bir ibret belgesidir. Toplumsal algı için, kalkıştıkları tüm katliam seferlerine, toplumun vicdanına hitap eden “masum” isimlendirmeler yapmak, “T.C.” egemenlerinin geçmişten günümüze uyguladığı bir çizgidir. İktidarda olan burjuva klikler değişse de gerici burjuva ideolojik öz değişmemekte, yalan ve yanılsama operasyonları ile hakikatler ters yüz edilmektedir. Çarpıcı bir örnek bağlamında, dünün “Hayata Dönüş”ü, bugün “Zeytin Dalı”, Barış Pınarı” işgal hareketleriyle, her tarihsel kesitte yaşanan vahşet çizgisini aşarak katliamlar yapmakta, yaşam sahalarını yakıp yıkmakta ve adına “barış” ve “şefkat” kelimeleri eklenerek gerçekler ters düz edilmektedir. Dün Ecevit, hapishanelerde döktüğü devrimci tutsaklarının kanı üzerinde “teröristleri kendi teröründen kurtarmak” olarak tanımlıyordu, bugün Erdoğan, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ve işgal ettiği Kürt bölgelerinde, çocuk-yaşlı-kadın demeden gerçekleştirdiği katliamları “yerli halkı teröristlerin baskısından kurtarmak” olarak tanımlamaktadır. Yalan ve hakikatleri çarpıtma, burjuvazi ve türevi gerici sınıfların kendi gerici iktidarlarının tesis etmesi-sürdürebilmesi için bir yöntemdir, askeri, siyasal, ideolojik-ayaklar gibi bir kuvvet olgusudur. Genel toplumda yaşandığı gibi, hapishaneler katliamında da bu kuvvet burjuvazinin elinde paslı bir silahtı.

19-22 Aralık hapishaneler katliamı ve bunun karşısında devrimci tutsakların, tarihin belleğinde güçlü izler bırakan direnişi sürecine gelinene kadar, Türkiye-Kuzey Kürdistan hapishaneler süreci, kapsamlı bir tahlil konusudur. Bur da ilgilendiğimiz boyutu bu katliamın dışardaki mücadeleyle ilişkisidir.  Özellikle, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında, faşist “T.C.” hâkim sınıflarının dayattığı “Düşük Yoğunluklu Savaş Stratejisi” süreciyle birlikte, hapishanelere saldırı ve katliam özel bir konsept olarak ele alınmış ve 19-22 Aralık sürecine kadar, devrimci-komünist tutsakları teslim almak için kesintisiz-sürekli bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Buca, Ümraniye, 96 Ölüm Orucu süreci, Amed, Ulucanlar, Burdur gibi, hapishaneler pilot hedefler olsa da, saldırı ve katliamları, bütün hapishaneleri kapsayacak şekilde devrimci-komünist tutsakların teslim alınması hedeflenmiştir. “F Tipi” hücre hapishaneler projesine karşı, devrimci tutsakların başlattığı ve katliam öncesi, dışarda ciddi bir kitle desteği alan SAG ve ÖO direnişini boşa düşürmek için, devletin yaptığı tüm manevralar, katliamın hazırlığına yönelikti. Tüm bu hazırlıklar sonucunda, burjuva hukuk dahi işletilmeden, hapishaneler idareleri, mülki amirler, savcılar devre dışı bırakılarak, dönemin saldırı konsepti olan “üçlü protokolün” kurumları ve Milli Güvenlik Kurumu eliyle Faşist Türk Ordusu tarafından planlanıp gerçekleştirildi. Yani 19-22 Aralık hapishaneler katliamında, burjuva hukukun tartışma alanı bağlamında, idari görev-adli görev sorunsalından öte, direk “askeri görev” damgası ile ele alındı ve katliamlarda kullanılan vahşi yöntemler bu geniş “hukuksal” zeminde uygulandı. Faşizmin egemenlik kurumu olan “T.C.” devleti, devrimci tutsakları katletmek için tam bir mutabakat oluşturmuştu. Milli Güvenlik Kurulu dâhil, hükümet ve meclisteki tüm burjuva partilerinin ortak kararı ve onayı, katliamı gerçekleştirmek için yek pare olmuştu. Lakin katliam operasyonu, fiziki olarak hapishaneleri ve devrimci-komünist tutsakları merkez alsa da, saldırının amacı ve kapsamı tüm toplumun muhalif dinamikleriydi. Toplumsal muhalefeti susturmak, içerde ve dışarda devrimci-komünist hareketi geriletmek ve devrimci hareketlerin kitlelerle olan bağını koparmak için, içeriye ve dışarıya adeta “gözdağı” verme hedefleniyordu. Mesaj açıktı. İçerde ve dışarda, yaşamı hücreleştirirken, buna muhalefet edenin sonu “Hayata Dönüş” olacaktır!

Baskı ve Katliamlar Sürüyor

Başka bir zaman diliminde tarihin yaprakları 28 Aralık 2011 gösterirken, Roboski katliamı gerçekleştirildi. “Barış süreci” adı altında Kürt ulusuna yapılan aldatmaca oyunlardan sadece biri idi. Nitekim bu süreç, HDP’nin Türkiye işçi sınıfı ve ezilenleriyle ilişki kurduğu bir süreçti ve devletin gerçek karakterinin kitleler tarafından daha anlaşılmaya başlandığı bir süreçti.  Türk ve Kürt halkların arasında sorun olmadığını, esas sorunun kaynağının Türk gerici-ırkçı devlet kliklerinde olduğunu ve bunların beslendiği kaynak ise savaş olduğu gerçeği geniş yığınlarca anlaşılmaya başlanıyordu. Devlet, bu duruma daha fazla seyirci kalamazdı. Kürt ulusuna uygulanan en katmerli milli baskı siyaseti yeniden devreye konuldu: Kürt ulusuna uygulaya geldiği onlarca katliama bir yenisini daha ekledi. Türk devleti, çoğu çocuk yaşta 34 kişiyi bombalayarak katletti. Yazımızın konusu olan aralık ayındaki bu üç katlımdan biri, ulusal devrimci dinamik olan Kürtlere, diğeri Alevilere üçüncüsü de devrimci komünist tutsaklara karşı gerçekleştirilmiştir.

Baskı ve katliamlar bugünde sürüyor.  AKP/MHP iktidarı taktik üstünlüğünü koruyarak, son teknolojik savaş araçlarıyla Güney ve Batı Kürdistan‘da suikastları düzenliyor. Savaş uçaklarını kullanarak kimyasal silahlarla Kürdistan’ı bombalıyor. Kürt halkın iradesiyle seçilen vekiller, belediye çalışanları, siyasi parti temsilcileri tutukluyor. Ve zindanlar, dün olduğu bugün de “ideolojik teslim alma” merkezleri olarak, devrimci komünist tutsaklara karşı en barbar saldırılar uyguluyor. En zor koşullarda direnen devrimci tutsakların gücü, sadece ideolojik netliklerinin sonucu değil, politik olarak üzerinden yükseldikleri tarihsel deneyimleridir. Yani 19 Aralık’ta katledilen devrimci tutsaklar, hapishanelerde direnişle yürümeye devam ediyor.

Her Saldırı Her Katliam Çöküşe Doğru Son Hızla Giden İktidarın Sonu Olacaktır

AKP iktidarı, “Alevi Çalıştayları” başlatarak, Alevileri asimile etme sinsi planların peşindedir. Her mahallede, her köyde cami açarak, okullarda İslam eğitimini zorunlu tutarak Alevi inancını asimile ediyor. Keza aynı süreçte AKP iktidarı Alevilerin ibadet yerlerine saldırmış, katliamlar yapmıştır. Katiller aklanmıştır ve ödüllenmiştir. Sivas’ta Alevileri yakan katillerin dosyası kapatılmıştır. Tıpkı, Hrant Dink’i öldüren; Ogün Samats’ı bıraktıkları gibi. Hrant Dink, Ermeni halkın evladı olmasından dolayı katledilmişti. Devletin, tetikçi olarak kullandığı tüm katiller hapishanede çıktılar. 

Toplumda demokrasi güçlerini susturmak isteyen AKP/MHP iktidarına karşı geniş demokrasi kurumlarının devrimci muhalefeti ve mücadelesi sürmektedir. Baskılar, sindirmeler, tutuklamalar, rehin almalar demokrasi cephesini geriletmemektedir. Her gün sistemin kokuşmuş düzenine karşı kitlelerin eylemlilikleri yükselmektedir. Ekonomik demokratik talepler için yürüyüşler, grevler, sokak eylemlikleri, işgaller sürmektedir. Ekonomik krizin geniş kitleler üzerinde ki yansıması sonucu yoksulluk her gün genişlemektedir, emekçiler açlık ve yoksulluk sınırı içinde yaşamaktalar. Gelecek dönemde büyük işçi grevleri ve kitlesel hareketlerin gelişme olasılığının iktisadı ve politik temelli mevcuttur. Evine ekmek götüremeyenler, evin kirasını ödemeyenler, yoksulluk sonucu okullara çocuğunu gönderemeyenler ve benzeri sebeplerden dolayı toplumsal hareketler yükselecektir. Daha önceki süreçlerde göründüğü gibi devrimci hareketin geliştiği dönemlerde burjuvazi yeni katliamlara başvuracaktır. Kendi sistemlerini devam ettirmek için her türlü yöntemi kullanacaklardır.

Tarihin her döneminde yapılan saldırıların hesabı er veya geç sorulacaktır. Bugün ki sessizlik ve suskunluk kimseyi aldatmasın. Türkiye-Kuzey Kürdistanlı emekçiler, devletin faşist niteliğini görüyor. Bugün, katillerin yargılanmaması, salı verilmesi burjuva hukukun sermaye sınıfına hizmet ettiği, katillerin korunduğu bilincine sahip olan geniş yığınlar söz konusudur. Bu durum, sınıf öncüsü güçlendikçe örgütlülüğe dönüşecektir. Her saldırı her katliam çöküşe doğru son hızla giden iktidarın sonu olacaktır. Bunu bilen devlet hangi tür katliama başvurursa vursun, sadece çöküşünü geciktirebilir. Tarihsel dersler hiçbir gücün emekçi halkın mücadelesini şiddetle engelleyemeyeceğini göstermiştir, bu bugün de, yarın da böyle olacaktır. Aralık ayına denk gelen sözünü ettiğimiz bu üç katliamda yitirdiklerimizi saygıyla anıyoruz… 

Önceki İçerikMKP dava tutsakları: 19 Aralık 2000 direnişi bize hakikati gösterdi
Sonraki İçerikSınıf Teorisi ve Partizan: Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’yı ortak bölgesel gecelerle anacağız!