HABER MERKEZİ (18.11.2016)- 15 Temmuz darbe girişimi sonrası bütün toplumsal dinamikleri hedef alan topyekün savaş ve saldırganlık politikalarının birinci derecede hedeflerinden biri kuşkusuz ki Kadınlar ve LGBTİ’lerdir. Özellikle son süreçte kadın belediye eş başkanları, milletvekilleri ve kadın mücadelesi yürüten kurumların kapatılması ve yaklaşan 20 ve 25 Kasım günleri dolayısı ile Kadın kurumları ile bir röportaj gerçekleştirdik. Demokratik Kadın Hareketi, Yeni Demokratik Kadın ve Kadın Komünü ile gerçekleştirmiş olduğumuz röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz
HG: OHAL kapsamında tüm toplumsal dinamiklere yönelik topyekün bir savaş ve saldırı yürütülmektedir. Bu savaş ve saldırganlığın birinci hedeflerinden biri de Kadınlar ve LGBTİ’lerdir. Özellikle son süreçte Kadın vekillerin, belediye eş başkanlarının tutuklanması ve kadın kurumlarının kapatılması bağlamında neler söylemek istersiniz?
DKH: AKP iktidarı 15 Temmuz darbe girişimi sonrası iktidarını sağlamlaştırma adına toplumun bütün dinamiklerine savaş açmış durumda. Belediyelere, milletvekillerine, gazetelere, vakıf ve derneklere kısacası halkın iradesine dönük sivil bir darbe söz konusu. Söz söylemek yasak! Sokağa çıkmak yasak! Yazı yazmak yasak! Düşünmek, konuşmak, eleştirmek bunlar başlı başına yasak! Kısacası Türk-İslam sentezli bir diktatörlükle yönetme heveslisi iktidar var karşımızda.
Günümüz toplumunda AKP iktidarının bu modeline uymayan ve çelişen kesimin başında kadın ve LGBTİ’ler geliyor. Buradan doğrudur ki; ilk saldırdıkları, sindirmeye çalıştıkları, katlettikleri kadınlar ve LGBTİ’ler
15 Temmuz darbe girişiminin ardından sokaklara inen on binlerce cihatçı, IŞİD vari tarikat ve örgütlenmeler, kadınların coğrafyamızda nasıl bir barbarlık ve tehditle karşı karşıya olduğunu açıkça gösteriyor. Kadınları sokaklardan, çalışma alanlarından, politik arenalardan kısacası kamusal alandan uzaklaştırmaya çalışan AKP iktidarı başta Kürt ulusal mücadelesinde öne çıkmış kadınlar olmak üzere gazeteci, hukukçu, milletvekili, mühendis, akademisyen birçok kadını sivil darbe süreci ile birlikte gözaltına almış ve tutuklamıştır.
Bunun yanı sıra çocuklara yönelik cinsel istismar ve şiddeti de anayasal anlamda meşrulaştıran bir önerge dün gece itibariyle ülke gündemine girmiş durumda. Çocukları, çocuk istismarcılarıyla evlendirerek sorunları çözmeyi hedefleyen AKP, çocuk istismarını ‘tecavüz değil, küçüğün rızasıyla gayri resmi evlilik’ diyerek sapkın ve çürümüş zihniyetlerini bir kez daha gözler önüne sermişlerdir. Adı üstünde ‘tek adamlığın’ bu ülkeye getirebileceği tek şey daha fazla sömürü, daha fazla kan ve daha fazla istismardır.
YDK: Hiç şüphe yok ki, tüm toplumsal dinamikler, muhalif kesimler faşist, gerici, sömürücü vs. iktidarların her daim hedefindedir. Ne kadar az farklı ses varsa, hatta hiç yoksa iktidar o kadar kolay yaygınlaşır, derinleşir ve güçlenir. Bu biraz da söz konusu iktidarın gücüyle de ilgili bir şey. Daha çok saldırdığında daha güçlü görünmesine karşın esasta durum tam tersidir. 15 Temmuz darbe girişimi olsun ya da olmasın, AKP iktidarının bir OHAL sürecine ihtiyacı vardı ve 15 Temmuz gecesi yaşananlar “Allahın bir lütfü” olarak taraflarından gayet etkin bir şekilde değerlendirilmiş oldu. Saldırıların esas hedefi olan toplumsal dinamikler, muhalif kesimler vs. derken elbette bunun sivri uçları da yok değil. Bu sivri uçlardan birisini Kürtler ve Kürt hareketi oluşturuyorsa, diğerini ise açıktır ki kadınlar, LGBTİ’ler ve onların mücadelesi oluşturuyor. Bütün faşist iktidarların aynı zamanda ırkçı, aynı zamanda kadın-LGBTİ düşmanı olması bir tesadüf değildir elbette.
Sermayeye biraz da sus payı olarak verdiği kimi işçi düşmanı uygulamaların (kısmi zamanlı çalışma, istihdam büroları vd.) en çok da kadın emeğini vurması geleneksel toplumsal kadınlık rollerini zorunlu kılmakta. Yani bir yandan çocuk doğurup genç işgücü nüfus oranını yükseltir, yaşlı hasta bakımını üstlenir vs. iken, diğer yandan bu rolünün dışında kalan zamanda da sermaye için ucuz, itaatkâr işgücü olarak varlığını koruması isteniyor kadınlardan. Ki bu durum, birçok kesimin küçümsediği gibi sadece sosyal bir durum değildir, başta Avrupa olmak üzere birçok ülkede kadın emeği üzerinden gerçekleştirilen sömürünün sistemi ne oranda ayakta tuttuğuna ilişkin veriler mevcuttur ve hiç de yabana atılacak veriler değildir bunlar. İşte kadınların bu ikili görevi yerine getirmesinin önündeki en temel engel kuşkusuz, mücadele eden kadınlar ve onların kurumlarıdır. Dolayısıyla faşizmin sıkça ifade edilen düsturlarından biri olarak “Önce kadınları vurun” talimatı yaşam buluyor.
Kayyum atanan belediyelerde ilk iş kadın merkezlerinin kapatılması gündeme geliyor, kadın siyasetinin önemli kurumlarından biri olarak eş başkanlık sistemine saldırı gerçekleşiyor, bir gecede 10’dan fazla kadın kurumu, derneği kapatılıyor, JİNHA gibi kadınların sesi olan bir haber sitesi yasaklanıyor vs. vs. Kısacası tüm bu saldırılarla aslında kadının iradesi, kadın siyaseti ortadan kaldırılmak isteniyor. O ünlü deyimle söylersek, iktidar kendisi için gül bahçesi yaratmak istiyor ve bu bahçedeki dikenlerin en sivrisi, ayrık otlarının en zararlısı kadınlardır, kadın siyaseti ve kadın mücadelesidir. Dolayısıyla, HDP şahsında kadın politikacıların tutuklanması, görevden alınması vb. saldırılar da kadın derneklerinin kapatılması da kadın iradesine yapılan topyekun bir saldırıdır. Ancak söylemeye gerek var mı bilmiyoruz ama bu saldırıların bizim mücadele gerekçelerimizi daha da güçlendirdiği, dayanışmamızı daha sağlam ve somut bir zemine oturttuğu açıktır. Ama daha da önemlisi, kadın mücadelesi dört duvar arasında doğmadı, orada büyümedi. Kadın mücadelesi sokakların ürünüdür, ödenen bedellerin karşılığıdır… Dolayısıyla dernek kapatmakla, tutuklamakla kadının iradesinin önüne geçmek mümkün değildir, bugüne kadar da hiç böyle olmadı.
Kadın Komünü: Türkiye OHAL kapsamında KHK’lerle yönetilmek isteniyor. AKP 15 Temmuz sonrasında kendi darbesini gerçekleştiriyor, Öyle ki 15 Temmuz sonrasının ertesi günü Gezi Direnişine yönelik söylemleri de bir kez daha gösteriyor ki Gezi Dinamiğinden hala çok korkuyor bu iktidar ve başkanlık taşlarının dizildiği bu süreçte bütün muhalif sesleri susturmak istiyor. Bu nedenle de öncelikle yine Gezi direnişinde seslerini en fazla duyuran Kadınlara/LGBTİ’lere yönelik baskısını giderek arttırıyor. AKP İktidarı uyguladığı faşist politikalarla adeta diktatörlük rejimi uygulayıp seçilmiş vekilleri, basın emekçilerini tutuklayıp, kadın derneklerini kapatıyor. Fakat bizler biliyoruz ki dünya tarihinde ve Türkiye devrimci pratiğinde birçok farklı süreçler yaşandı ve diktatörlükler bir gün ortadan kalkacak ve halkın örgütlü gücü kazanacak.
HG: Önümüzde Kadın mücadelesi cephesinde önemli olan 20 Kasım ve 25 Kasım tarihleri bulunmaktadır. Bu tarihsel süreçlere dair somut çalışmalar hakkında bizleri bilgilendirirmisiniz?
DKH: Coğrafyamızda kadın ve LGBTİ mücadelesinin ivme kazanması ile arttırılan bu saldırılar bir tesadüf değil. Tam da kadınların örgütlü ve birleşik mücadelesine dönük saldırılardır. Korkunun, huzursuzluğun getirdiği saldırılar.
1960’da Mirabel Kardeşler ülke diktatörlüğü tarafından nasıl işkence ve katliamlara maruz kaldıysa günümüz coğrafyasında bulunan kadınlarda aynı saldırı ve katliamlara maruz kalmaktadır. Kürdistan’da Ekin Van’lar Sokak ortasında çırılçıplak katledilirken, Hande Kader’ler devletin nefret politikaları sonucu vahşice katledilmiştir.
Biz Demokratik Kadın Hareketi olarak 20 ve 25 Kasım’da ülke geneli geniş bir kadın örgütlenmesinin yer aldığı platformlarla bu eylemleri karşılayacağız. Amacımız birleşik bir kadın mücadelesi örebilmek ve birleşik mücadeleyi yükseltmektir. Buradan da bütün kadınlara çağrımızdır; unutulmamalıdır ki; bu savaş bütün kadınlara açılmıştır. Savaşın bir tarafı olmak için yalnızca kadın ve LGBTİ+ olmak yeterlidir. Gelin hep birlikte omuzlayalım yüzyıllardır süren kavgamızı!
YDK: 20 ve 25 Kasım nefrete ve erkek egemen sisteme karşı mücadele de trans ve natrans kadınlar açısından oldukça önemli tarihlerdir elbette. Hem 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü hem de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü, bizim açımızdan da her yıl alanlarda olmaya çalıştığımız, ama öncesinde mutlaka emekçi kadınlara dokunacak, mücadelemizi onlarla birleştirecek yöntemlerle ördüğümüz bir çalışma süreci. Bu yıl yukarıda bahsettiğimiz süreç nedeniyle elbette daha önemli bir süreç diyebiliriz. Zira OHAL, onlarca hak ihlalini görünmez kılarken erkek egemen sistemin hak gasplarını da ya aklıyor ya da üstünü örtüyor. Ayrıca hak ihlallerine yenilerini ekliyor, daha pervasızca bir saldırı konsepti geliştiriyor. Trans ve natrans kadınlara yönelik şiddetin her türünün “meşrulaştırıldığı” bu süreçte nefret kültürünün de yükseldiğini görüyoruz.
15 Temmuz 2016 tarihinden bugüne sadece kayda geçebilen transfobik nefret saldırı sayısının 20’ye yakın olduğu söyleniyor. OHAL süreci ise nefret suçlarının ekmeğine yağ sürmeye devam ediyor. Bunun yanında kadına yönelik doğrudan erkek şiddetinin artışından da bahsetmeliyiz. Yani devlet, sadece OHAL yönetimiyle saldırmıyor kadına, aynı zamanda tüm erkekliği ve erkek kimliğiyle de saldırıyor. Kuşkusuz bunun en somut örneği, gözaltı ve tutuklamalarda yaşananlar… Cinsel şiddeti en başından beri kadına yönelik bir tehdit olarak kullanan erkek devlet, karakolları ve hapishanelerinde bu tehdidi OHAL ile birlikte daha boyutlu olarak devreye koyuyor. Şiddetin her halini yaşamın her alanında çeşitli araçlarıyla OHAL sürecinde bir üst boyuta taşıyarak devreye sokan erkek egemen sistemin amacı kadınlar ve LGBTİ’lerin karşı koyuşunu engellemek, biat ettirmek, uzun yıllardır sürdürülen mücadelenin önüne set çekmektir. Bu yüzden 2016 yılının 20 Kasım ve 25 Kasım günleri bizim için OHAL’den bağımsız olamazdı, olmadı da. YDK olarak erkek devletin OHAL ile biat ettirme politikalarına karşı itaat etmeyeceğimizi belirterek alanlarda olmayı önümüze koyduk ve çalışmalarımızı buna dair yürütüyoruz.
OHAL’li ya da OHAL’siz kadın mücadelesinde önemli bir yere sahip olduğuna inandığımız dayanışma ise bu süreçte en çok ihtiyacımız olan şey olarak karşımıza çıkıyor. Mücadele deneyimlerimizi paylaşmak, ortaklaştırmak bizi güçlendiren, karşı koyuşumuzu anlamlandıran, saldırıları püskürtmeyi hedefleyen bir noktada duruyor. Diğer yandan var olan heteroseksist ve erkek anlayışın OHAL ile birlikte meşrulaştırılarak yaşamın her alanında karşımıza çıkması, buna karşı ortak ses oluşturmanın gereksinimini her zamankinden fazla hissettiriyor. Saldırıların bu denli arttığı bu süreçte de oluşturulan platform ve eylem ortaklıklarının içerisinde elimizden geldiğince yer alıyoruz. 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü hem de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü için oluşturulan platform ve eylem birlikteliklerinin içerisinde yer almayı, birbirimizin gücüne güç katmak ve saldırıları püskürtmek olarak değerlendiriyoruz. Bu bağlamda bulunduğumuz her yerelde OHAL’in kadın ve LGBTİ’lere dönük saldırılarına karşı yapılan eylemleri örgütlemek ve geniş katılımda bulunmak üzerinden çalışma yürütüyoruz.
Kadın Komünü: Kadın Mücadelesinde önemli günlerden biri olan 25 Kasım Yönelik Uluslar arası Şiddetle Mücadele ‘günü bugün önemini bir kez daha gösteriyor. AKP iktidarıyla birlikte her geçen gün katledilen, cenazeleri sokak ortasında bırakılan, tecavüze/tacize uğrayan kadınlar gün geçtikçe artıyor. Faşizmin giderek güncellendiği bu günlerde kadınlar olarak bizler bugün birlikte mücadelenin önemini bir kez daha altını çiziyor ve 25 Kasım günü de sokaklarda diğer kadın kurumlarıyla beraber ortak hareket etme bilincini yükseltmenin gereğiyle omuz omuza duracağız.