HABER MERKEZİ (09.06.2016)-Bir yüzyıldan fazladır Ermeni soykırımı ve diğer azınlıklar sorunu konuşuluyor. Aynı biçimde farklı inançların durumu ve uğradıkları gadre dair bir sorgulama ve tartışma yürütülüyor.
Türk egemen sınıfları ve onların etkisi altında olan diğer kesimler, “Türkiye’de yaşayanlar Türk’tür. Türkiye Türklerin yurdudur”; “Bu toprakta yaşayanların % 99’u Müslüman’dır” gibi İslamcı, Türkçü tekleştirici resmi tarih bakışının yalan ve inkâr üzerine kurulu düzeni sarsıldıkça daha saldırgan hale geliyor.
Türk egemen sınıfları, işbirlikçisi oldukları emperyalist devletlerin zaman zaman Ermeni soykırımını dillendirmelerini “egemenlik haklarına bir saldırı” olarak algılıyor. Ve Türkiye’de Ermeni soykırımını kabul eden herkesi de bu emperyalist kesimlerin işbirlikçisi olarak suçluyor. Hem soykırımda hem soykırım sonrası dönemde bu emperyalist kesimlerle “işbirlikçilik” rolünü inkârdan gelerek, mağdur ve kurban olanları zan altında bırakmayı sürdürüyor.
Alman Devleti’nin şu veya bu nedenle Ermeni soykırımını ve bu kırımda kendi sorumluluklarını kabul etmesi, konjektörel veya dünya da oluşan kamuoyunun etkisi vb. birçok etkene bağlanabilir. Hangi nedenle, hangi amaçla olursa olsun Ermeni soykırımının kabul edilmesi, mevcut olayı ve gerçeği göz ardı etmemesi gerekir.
“Jenosid-soykırım” kelimesi, Ermenilere yapılanlardan dolayı kavramsallaştırıldı. Bu kavramı kullanan kişi R. Lemkin, “Soykırım” kelimesini ilk defa 1944 yılında bir kitabında tanıtıyor ve uzun mücadelelerden sonra, 1948’de Birleşmiş Milletlerden bir sözleşme olarak geçiriyor. Bu tarihten önce ve sonra verdiği tüm röportajlarda, yazdığı tüm yazılarda sürekli olarak, “ben bu kavramı Ermenilere yapılanlardan dolayı buldum” diyor. II. Dünya Savaşı’nda Yahudilere yapılanlar da bu kavram dâhiline giriyor. Kuşkusuz dünyada soykırım kategorisine giren yığınca uygulama ile karşı karşıyayız. Fakat Ermeni ve Yahudi soykırımı çok bariz örneklerdir. Ermenilerin 1915’te uğradığı mevcut durumu ifade etmek için bulunan “jenosid-soykırım” kavramını konu özgülünde yanlış bulmak abesle iştigaldir.
İttihat ve Terakki Partisini 1913’te Balkan Savaşı’nı kaybetmesiyle birlikte Anadolu’yu İslam-Türk çoğunluk ekseninde homojenleştirmek istedi. Amaç Hıristiyan nüfusu azaltmaktı, Rumlar sürüldü, Ermeniler imha edildi. Bu doğrultuda özellikle 1914 yılı boyunca, Ege Bölgesinde, özellikle sahil şeritlerinden Rumlar Yunanistan’a sürüldü. Amaç bu bölgelerdeki Hıristiyan nüfusunu azaltmaktı. Ermeniler de bu anlayışa uygun olarak imha edildi. Keza Süryaniler de seçilen kurbanlar oldu.
Biz yalnız Ermeni soykırımının değil, Dersim’in, Zilan’ın, Maraş’ın, Sıvas’ın ve Roboski’nin de davacısıyız. Herkesin gözü önünde olan bitenleri izlerken adaletsizliğin, pervasızlığın her türüne karşı öfkeleniyor, Kürtlerin, azınlıkların haklarını tanımamaya dönük siyaset manevraları karşısındaki tepkisizliğe hiddetleniyoruz. Ne olursa olsun inkârcılığınız gerçekleri karartmayacaktır artık. Ve işte bu yüzden tekrar söylüyoruz: Halkları birbirine düşman etme emeliniz tutmayacaktır. Ezilen, soykırıma uğrayanların en az sizin kadar özgürce konuşma, acılarını dillendirme ve silinmek istenen tarihlerini savunma hakkı vardır. Buna karşı kabadayılığınız sökmeyecek; soykırımcı künyeniz temizlenemeyecektir.