HABER MERKEZİ(09.08.2017)-Açık faşizm argümanı biçimindeki tespit alelade yapılmış bir tespit olmamakla birlikte, tespite konu olan bu yönetim biçiminin keyfiyetçi, hukuksuz ve sınır tanımaz saldırganlık karakterine işaret etmek de bir rastlantı ve ajitasyon dilinden kaynaklı değildir. İktidar ve yönetim biçimine dair yapılan bu tespit ve karakteristik belirlemelerin objektif gerçeği yansıttıkları, dolayısıyla gerçek yaşamda karşılığı olmayan abartılı değerlendirmeler olmadığı, yaşanan azgın baskı ve saldırılar tarafından alenen desteklenmektedir.
Faşizm, açık faşizm ve bunun özgün biçimlerde pervasızlıkla uygulandığı mevcut iktidar şartlarında her türlü baskı, saldırganlık, keyfiyete dayalı hukuksuzluk, cinayet ve katliamdan sakınılmayacağı ve sakınmadığı beklenmelidir. Devletin, Nuriye ve Semih’in ihraç edilmelerinin ardından işlerine geri dönmek için başlattıkları 140 günü geçen açlık grevi direnişinin karşısındaki tutumu gibi, genel olarak başvurduğu baskı, tasfiye, tutuklamalar ve Kürt ulusunun demokratik iradesine dönük gerçekleştirdiği darbe düşünüldüğünde, bu iktidarın varlığını koruyup sürdürmek için her türden barbarlık ve vahşete tereddüt etmeden başvurduğu ve vuracağı açık gerçektir.
Açık faşizm uygulamasıyla ünlü olan bu iktidarın kendisini sağlama almak için toplumsal muhalefet ve mücadele karşısında son derece tahammülsüz olup sınırsız bir baskı ve teröre başvurduğu izlenirken, bu süreçte burjuva muhalefet, basın, gazeteci ve aydınlar da dahil, faşist baskıya maruz kalmayan hiçbir muhalif kesim ve demokratik kurum kalmadı. Toplumsal dinamiklere karşı uygulanan azgın bir baskı ve terör diktası muhalif dinamiği suskunluğa iterek iktidarın belli ölçüde başarılı olmasına olanak sağladı. CHP’nin referandum sonuçları ve “Adalet Yürüyüşü” çıkışlarıyla durum farklı bir rotaya girse de cemaatin darbe girişimini basamak edinen iktidar, sivil darbesini gerçekleştirip OHAL kararı zemininde uyguladığı baskı ve terörle esasta amacına ulaştı. Elbette bu durum iktidar için her şeyin yolunda gittiği, iktidarın düze çıktığı anlamına gelmemektedir. Bilakis, baskı karşıtını büyüterek iktidara dönük tehdidi de aktüel kılıp geliştirmektedir. Ancak bu durum iktidarın açık faşizm uygulamasında gerilemeyi değil, daha da katılaşmasını ve faşizmi pervasızca derinleştirmesine yol açmaktadır.
Mevcut iktidar, devlet erki ve imkanlarını kullanarak hemen hemen her kesimi hırpalayıp önemli oranda bir kontrol kurup, egemenliğini oluşturmuş durumdadır. Ancak daha fazlasına ihtiyacı var. Bunun için durmayan bir baskı ve terör diktası iş başında olup işleyecektir. Toplumsal muhalefeti belli bir dengede kontrol etme durumunda olan iktidar bu dengenin bozulmasını elbette istememektedir. Bunun için söz konusu dengenin bozulmasında rol oynayabilecek her dinamiğe tekrar tekrar saldırıp ezmeyi, sindirmeyi, teslim almayı deneyecektir.
Hapishanelerin, özellikle Nuriye ve Semih’in başlattığı direnişin yarattığı etkiyle mevcut iktidar açısından bir huzursuzluk kaynağı ve söz konusu dengenin iktidar aleyhine bozulmasında rol oynayacak bir tehdit unsuru oldukları açıktır. İktidarın hapishanelerden her vesilesiyle hoşnut olmadığı ve hemen hemen bütün toplumsal kesimlere uyguladığı baskı ve terörü bu alanda da uygulamaya koymak istediği öteden beri bilinmektedir. Zira hapishaneler toplumsal dalgalanmada bir kıvılcım görevi görebilirler. Hapishaneler genellikle diri dinamiklerin bulunması gerçekliğiyle de her iktidarın hatırı sayılır hedefleri arasında olmuştur. Hatta çoğu kez toplumun sindirilmesine dönük saldırılar hapishanelerde başlamış ve vahşi katliamlara da tanık olunmuştur. Türk hakim sınıflarının geleneksel tavrı bugünkü iktidar tarafından da aynılıkla sürdürülmektedir. Nitekim, iktidarını sağlamlaştırmada kritik eşiği bir türlü atlatamayan Erdoğan-AKP iktidarı gözünü hapishanelere dikmiş durumdadır. Toplumsal kesimler üzerine uyguladığı baskı ve terörle buraya kadar idare eden ve bu baskılarla yeterince teşhir olmuş iktidar, muhtaç olduğu terör ve korku dalgasını hapishanelerden devreye sokmayı planlamaktadır. FETÖ davasından tutuklu olanların giydikleri tişörtleri bahane eden iktidar hapishanelerde 1980’lere dönerek onlarca devrimcinin katledilmesine, yüzlercesinin sakat kalmasına neden olan tek tip elbise dönemini geri getirmek istemektedir.
Tek tip elbisenin zorunlu hale getirilmesi veya tutsaklara giyme zorunluluğu getirilmesi biçimindeki muhtemel yeni uygulama hapishanelerde büyük direnişlerle birlikte büyük baskı, işkence ve katliamları gündeme getirecektir. İnsan onuru ve kimliğine aykırı onur kırıcı dayatmalar pek tabi ki tutsaklar tarafından reddedilecektir. Bu, iktidarın hapishanelerdeki acımasız baskı ve işkencelerine yenilerinin eklenerek daha üst boyutta bir zulmün gündeme gelmesini koşullayacaktır. Kısacası hapishanelerde yeni bir dönemin başlamasının eşiğindeyiz. Bu dönem tek tip elbisenin giyilmesinin zorunlu hale getirilmesiyle hapishanelerde işkence ve katliamlara gebe bir sürecin başlangıcı olacaktır.
Bundan hareketle, bu saldırı dalgası başlamadan toplumun duyarlı hale getirilmesine dönük çalışmaların yürütülmesi gerekmektedir. Zira sürecin başlaması hapishanelerdeki işkencelerin katbekat artması ve ölümcül sonuçlara varan saldırıların gündeme gelmesi anlamına gelecektir ki, buraya evirilen süreçte verilecek mücadele esasta geç kalmış bir mücadeledir. Mesele bu sürecin başlamadan önünün alınmasıdır. Bu anlamda yoğun bir teşhir propagandası yürütülmeli, toplumda belli bir duyarlılık ve hassasiyet oluşturulmalıdır. Yine aydın kesimleri harekete geçirip duyarlı kılmak da şarttır. Şimdiden dışarıda hapishanelere dönük saldırılara karşı bir çalışma yürütülerek içeriyle uyumlu bir direniş ve mücadele pratiği örülerek geliştirilmelidir. İktidarın karşı karşıya olduğu toplumsal muhalefet ve dinamikler gelişme eğilimindedirler. Hapishaneler mücadelesini bu toplumsal dinamik ve muhalefetle buluşturmak elzemdir. Eğer bu bütünlük sağlanırsa ve etkili eylemlilikler sergilenirse iktidarın saldırıları durdurulabilir. O halde doğru siyasetler ve duyarlı yaklaşımlarla çalışmalara başlamak gerekli ve şarttır.